![]() |
Nar çiçeği yazı |
![]() |
Kobalt mavisi kışı |
![]() |
Nar çiçeği yazı |
![]() |
Kobalt mavisi kışı |
Beni şu hayatta en çok heyecanlandıran şey; uzun boylu, geniş omuzlu, tercihen dövmeli ve kirli sakallı bir esmer… ŞAKA ŞAKA. Bir bavul dolusu döviz, daha mütevazi olsun dersen tropikal bi adaya uçak bileti, yok yavrum naptın, daha basit düşün, makul ol diyecek olursan, Ferzan Özpetek’in yeni çıkan filmi ya da Elif Şafak’ın son romanı olurdu bu kesinlikle. Yaaa, işte. Naparsın. İnersin gönlüm inersin, attan inip eşeğe binersin.
Tek bir su damlasıyla birbirine bağlanan kayıp bir şiirin, iki büyük nehrin ve üç olağanüstü hayatın hikayesinin anlatıldığı bu roman, bu yıl çıkan fav kitabım. Takdir edersin ki, şööle uzun boylu, geniş omuzlu, tercihen dövmeli ve kirli sakallı o esmerin yerini tutmaz. Tutamaz. ŞAKA ŞAKA. İdare ediyorum işte. Bir şekilde hayattayım.
Mezopotamya’nın antik şehri Ninova’da, Asur kralının kurduğu kütüphanede, uzun zamandır unutulmuş bir şiirin, Gılgamış Destanı’nın parçaları saklıdır. Gılgamış’ın özel ilgi alanıma girdiğini önceki postlarımı düzenli okuyanlar bilecektir. (Bkz.BELE BELE )
Viktorya dönemi Londra’sında, lağımlarla dolu Thames Nehri’nin kıyısında sıradışı bir bebek doğar. Arthur’un içine doğduğu bu yoksulluktan kurtulmasının tek yolu parlak hafızasıdır. Matbaada çırak olarak çalışmaya başladığında, Arthur’un vizyonu gecekondu mahallelerinin çok ötesine taşınır. Onu denizlerin ötesine savuransa, bir kitap olacaktır: Ninova ve Kalıntıları.
2014 yılında Türkiye’de, Dicle Nehri kıyısında yaşayan Narin, Irak’taki kutsal Laleş’ten getirilen suyla vaftiz edilecektir. Tören yarıda kesilince, anneannesi hastalığı nedeniyle yakında sağır kalacak olan Narin’i Laleş Vadisi’ne götürmek ister ve bu uğurda bir yolculuğa çıkarlar.
2018 yılında, Londra’da yaşayan Hidrolog Züleyha, evliliğinin enkazından kaçmak için Thames Nehri üzerinde yüzen bir eve taşınır. Çocukken yetim kalan ve amcası tarafından büyütülen Züleyha’nın hayatı, memleketiyle kurduğu beklenmedik bağ ile birden değişir.
Roman güzel, akıp gitti. Bitmesin nolur diye diye sübhanekelerle okudum. Tabi ki, o uzun boylu esmer kadar parça tesirli, tahrip gücü yüksek, yürek hoplatan bir kitap değildi ama işte, yoklukta iş görüyor. Napacaksın. Tavsiye ederim. Pişman olmazsın.
Ya o değil de, Fener’in yeni başganı Sado nasıl bişi öyle. Adamın six packlerini gördüğüm andan itibaren, ne biyografisine, ne kariyerine, ne servetine, ne de Fenerbahçe için yapacaklarına odaklanamıyorum. 61 yaşında olduğuna kim inanır? Bir kere tıklamış bulundum, sürekli akışta önüme düşmeye başladı. Açık deniz üzerinde uçan helikopterden tutunup, barfiks çektiği ve sonrasında denize atladığı videosuysa beni benden aldı. Hala kendime gelemiyorum. (Bkz. Barfiksin Kralı) Valla başkanı izlemek Fener’i izlemekten daha heyecanlı. Yıllar sonra yüzümüz gülecek gibi. Adam viking mi desem, 300 Spartalı mı. Fener’i uçuracak gibime geliyor. Bundan böyle yeniden Fenerliyim. En büyük Fener, başka büyük yok!
![]() |
Sado Başgan |
2026’ya sadece 3 ay kaldı. 2019’un üstünden 6 yıl geçti. Bu yıllar boyunca her şey değişti. Ne büyük gürültülerle, ne de bir anda. Yavaş yavaş, sessizce. Asla kaybetmeyeceğimi düşündüğüm insanları kaybettim. Sonsuza dek süreceğini sandığım şeyleri bıraktım. Cevapsız sorularla yaşamayı öğrendim. Zaman durmadı. ‘İyi misin?’ diye sormadı. Sadece akıp gitti. Ben de onunla birlikte akmak zorunda kaldım. Bazısı beni kırdı, bazısı yeniden inşa etti. Ama hepsi beni değiştirdi. Belki aynı Çaylak değilim. Belki o kadar emin değilim. Eskisi gibi genç değilim. Ama hala burdayım. Hala hayattayım.
Ve bu düşündüğünden çok daha büyük bir şey.
![]() |
Nemrut zirve günbatımı |
![]() |
Fırat |
![]() |
Diyarbakır |
![]() |
Mardin |
![]() |
Halfeti |
![]() |
On gözlü Köprü |
![]() |
Dicle |
![]() |
Şahmeran |
![]() |
Ben |
![]() |
Diyarbakır işi |
Yazın bittiğini hâlâ anlayamayanlar için, bir başka yaz bitiş markırı olan Köşk-ü Memnu’nun final bölümü vardı bu akşam, üstelik yıllar sonra, kendi günü, kendi saatinde, bilmem kaçıncı kez ve sanki üstünden hiç yıllar geçmemiş gibi. Tanıtım reklamlarını görünce içim cız etmişti. Yine aynı merak, yine aynı hüzün. Yine gözlerim dolacak sandım. IQ’dan yediren bazı sahne ve replikleri saymazsak, zilyon kez izlediğim bir bölümdü aslında. Her yaz çıkamadığım bir batak. Tam bir bumerang. Yine izledim. Ama ilk kez Bihter beni bu kadar düşündürdü. Ah Bihter, ah çiçeğim. Değer miydi be? Eğer ikide bir geri dönüp bakıyorsan, aslında gitmiyor kaçıyorsundur. Çünkü gerçekten giden asla geri bakmaz ve bu da her yüreğin harcı değil. Gerçekten takdire ve saygıya değer bir davranış. Ama benlik de değil. Ah Bihter… Ne kadar da benmişsin meğer.
Bihter belki de bu defa ölmez, hem de bu adam için diye diye izledim. Her şey çok farklı olabilirdi, aptal. Kim daha suçlu, kim daha masum, hâlâ karar veremiyorum. Islak ve çıplak ayaklarıyla kösele ayakkabı giyip araba kullanmak durumunda kalan Behlül; acını hissettik.
Hey gidi yıllar hey. O günden bugüne sadece Çetin Özder gibi işini bilen merhametsiz çapkınlar kaldı. Kalbi olan her kurum, kuruluş ve kişi teknolojiye yenilip yok oldu. Aşkta acımasız olacaksın. Hatta gaddar, ruhsuz, şerefsiz ve kalpsiz olacaksın. Dünya kalpsizlerin dünyası. Bütün bir kış yine özleyip, gelecek yaza yeniden izleyeceğim korkarım. Bir tür bağımlılık gibi.
Yaz bitti ve D vitamini depolarımız günden günden boşalırken, sonunda ‘bu benim enerjime değer mi?’ dönemine girdim. Eski Çaylak değilim. Bildiğin tembelim. Nefisyemektarifleri ve hdfilmcehennemi olmasaydı dünyanın bi ne kadar korkunç bir yer olacağını düşünüyorum. Uyandıktan 5 saat sonra uyanıyorum. Bu tembelliğim belki de geçen haftaki kanlı ay tutulmasından. Bu tutulmadan herkes nasibini alacak olsa da, daha derin sonuçlar doğuracak 4 burçtan biri de benimki, çünkü gökcisimlerinin hareketlerinin bir şekilde kaderimiz üzerinde etkili olabileceğine inananlardanım, bkz. AY TUTULMASI. Enerjimi bana iyi gelenlere saklıyorum.
Laf Bihter’den açılmışken; bazen bazı insanların hayatımızdaki rolünün bittiğini kabul etmemiz gerekir. Hayatımıza girer, bize bir şey öğretir ve giderler. Görevleri bittiğinde artık orda kalmaları gerekmez. Kalplerimizin ritmi aynı değildir. Bizi büyüten ya da canımızı acıtan tecrübeler olabilir bu. Bir iz, bir ders, bir değişim bırakırlar. Tutmaya çalışmak sadece acıyı uzatır. Bırakmak ise kendimize duyduğumuz saygıdır.
Birinin hayatınızdan çıkması her zaman kayıp anlamına gelmez. Çoğu zamana bu doğru insanlara ve huzura yer açmaktır. Teşekkür edin, dersinizi alın ve yolunuza devam edin.
Her bitiş bir son değildir. Çünkü bazı bitişler, insana kendisini verir.
Bu postan çıkarılacak hisse:
Açmayanı, ikinciye arama.
Kalmayana, yalvarma.
Anlamayana, daha fazla açıklama.
Bir şey sana aitse, araya mesafeler, yıllar, engeller girse bile seni bulur, unutma.
İşte bütüüüün bir yaz dinlediğim o albüm ve o albümün o şarkısı.
D İ P kadar değerlenecek, biliyorum. G E Ç M E A R T I K S O K A Ğ I M D A N kadar nostaljik. S E N İ D E R T E T M E L E R gibi özenli. Bir süredir hayatımın arka plan şarkısı oldu. Kulaklıkla dinlersen, depresyona giriyorsun, ama arabada son ses dinlersen modun yükseliyor.
Dertli ergen şarkıları deyip, geçemem. Dertli olmaya dertli. Ergen olmaya ergen. Ama aşk da ergen işi bişi zaten. Aşık olunca ergen oluveriyorsun, yaşın kaç olursa olsun. Dert babası oluyorsun. Depresif haller. Bizde zamanlar, darmadumanlar. Melankoli.
Madrigal benim için hep özel oldu ve her zaman da öyle olacak. Bkz. SEVİLDİĞİNİZİ BİLİN BEYLER , SEVER GİBİ YAP(MA) Albümün tamamına bakacak olursak, beklentiyi karşıladı. Dinleniyor mu, dinleniyor. Diğer beğendiğim şarkılar A Ğ I R R O M A N ve Y O K L U Ğ U N F E N A oldu. Sound yine aynı. Şarkı kayıtlarını hamamda almışlar gibi ekolu ve akustik.
Sonunda yaktıkları o minibüsü de sevdim. O minibüs ki; bana pek çok şey hatırlatıyor. Bazı anları favorilere ekleyip, dönüp tekrar tekrar yaşayabilmeliydik oysa.
O bütüüüün bir yaz, bugün itibarıyla bitiyor. Pencereler açık uyuduğum, gece yarısı yüzdüğüm, kendime çiçek aldığım, bulaşıkları sabaha bıraktığım, litrelerce buzlu kahve içtiğim, kimsenin ne düşündüğünü önemsemeden dans ettiğim, akşam yemeğinde kahvaltı yaptığım bu yaz, bitiyor. Bu yazın son günündeyiz.
Mesainin bitmesiyle eve geleceğim, yemek yiyip 2-3 saat takılıp yatacağım ve ertesi gün sabah kalkıp yeniden işe gideceğim aklıma geldikçe fenalık basıyor.
Bugün sayısal loto oynadım, yarın çekiliyor. Kazanırsam 134,9 milyonum olcak ve ben artık mesai kavramını hayatımdan silicem. İkramiyenin bana çıkma ihtimali 80 milyarda 1 falan olmalı. Bu da demek oluyor ki yolda yürürken bu parayı yerde bulma ihtimalimle aşağı yukarı aynı. Nerden baksan trajikomik. Olsun. Bu gece bu hayalle uykuya dalmak Pazartesi sendromundan birazcık da olsa alıkoyacak beni. Başka bir P A Z A R T E S İ mümkün mü, mümkün. Çünkü neden olmasın?.
Geniş ölçekli, nerdeyse 80 yıla yayılan bir araştırma yapmışlar Harvard Üniversitesi’nde. Hatta katılımcılardan biri de o dönemde aynı üniversitede öğrenci olan eski Amerikan başkanlarından rahmetli J.F. Kennedy. Twitter’da önüme düştü. Bir insanı gerçekten mutlu eden şey nedir, çalışma bu soruya cevap arıyor. Bulgulara göre aslolan ve insanı asıl mutlu eden şey maddiyat ya da IQ düzeyi değil, başka insanlarla kurduğu sıcak ve güçlü bağlar; öncelikli olarak anne ve babayla kurulan bağlar ve sonrasında diğer sosyal bağlar. Yalnızlık, en az alkol ve sigara kadar zarar veriyor insana. Çalışmanın sonucunca elde edilen önerme ise şöyle: kişinin gelir düzeyi arttıkça mutluluğu azalıyormuş. Kesin zenginlerin uydurmasıdır, tüm para kendilerine kalsın istiyorlar diye düşündüm. ŞAKA ŞAKA. Çalışma oldukça geçerli ve güvenilir. İlgilenenler için bkz. linki burda .
Bence mutluluk ile gelir arasında doğrudan bir ilişki olmasa da, mutsuzluk ile başkalarının ne kadar geliri olduğu arasında kesinlikle doğrudan bir ilişki var. Yazı mavi turda son model teknesiyle koy koy gezerek değil de, benim gibi yazlıkta geçirenler beni daha iyi anlayacaktır. E, buna da şükür. Şükür duygusu da mutluluğu artıran bir faktör.
Bana mutluluğun resmini çiz deseler, klima çizerim, vantilatör çizerim. Dışarda günahkarları mı yakıyorlar napıyorlarsa, kesin öyle bir şey oluyor şu an. Öyle bir sıcak. Neyse ki benimkinin konseri akşamın geç saatlerinde başlıyordu da öyle gidebildim. Kendisi ayrı, hedef kitlesi de ayrı yaktı geçti. Konser öncesi hemen yakındaki boş arazide drift atıp, ortalığı lastik kokusuna boğan modifiye arabalı bi aslan parçası vardı. Bir de üstünde adının yazdığı bandanalarıyla çığlık çığlığa pankart açan 18’lik çıtır kızlar. Gecenin diğer yıldızlarıydılar. Bana fan sandığım kişiliğimi sorgulattılar. Ben fazlasıyla sönük kaldım onların yanında.
Eş -dost, hısım, akraba, konserine gidecek kadar duyduğum bu sevgiyi anlamlandıramıyor bir türlü. Bi güzel eziklediler beni. Neymiş efendim, keko repçiymiş, şarkıları varoşmuş, ne idüğü belirsiz bi herifmiş. Konserlerinde yok playback yapıyormuş, yok altına don giymiyormuş, ıkınır gibi şarkı söylüyormuş. Filan fıstık. Eee, Ajda’dan sonra, beklenmeyeni veren bir profil çizdiğim gerçek. Bu da öyle bir post. Ama aslında hiiiiç alakası yok.
Bi kere, akranları gibi havhavhav gibi saçma sapan şarkılar yapmıyor. Ben seviyorum bu elemanı. Son yıllarda müzik kalitesi olarak en iyilerden biri. Sesi çok güçlü. Dokunuyor. Şarkıları da. Gece 2’den sonra gelen mesaj gibi. Geç geliyor ama tam yerinden vuruyor. Arabesk bir tarafı da var ki - severim. Birlikte çalıştığı ekip olsun, PR’ı olsun, çok başarılı. Şarkıları tam piyasa. Al sevgilim derken benden de bir şey alıyor. Ne zaman pişman değilim dese, pişman oluyorum. Ama ben asıl eski şarkı kavırlarını beğeniyorum, yıkılıyor. Üstelik birinde Ajda ile düet yapıyor. Kalp <3
Bkz. İlkbaharım Kışa Döndü ve Batık Gemi .
Sadece sanatıyla ilgileniyor olamam tabi. Ruhlar aleminde yaşamıyoz. Maşallahı var. Ay parçası gibi. Aşşırı çekici. Tam bir göz ziyafeti. Kalp <3 Eskiden tanıdığım birine benziyor. Ben benzetiyorum. Belki bu kadar seviyor olmamın bir nedeni de bana onu hatırlatıyor olmasıdır, kim bilir.
Unutmadım, çok özledim, bi’ parçam hep kanar. Tüm hatıran yalan, ben or’da kaybolan.
Konserde canlı performansı ile beni benden aldı. Şa-ha-ne! Kendisine duyduğum sevgi ikiye katlandı. Çok hoş! Mahçup bir tarafı da var.
Marazlarına gelince: sahnede çok hareketsiz. Kazık yutmuş gibi duruyor. Az biraz dans etmeli, ritim tutmalı, alkış yapmalı, hiç bişe bilmiyorsa yürümeli. Ona buna kalp yapıp durdu. Sinir. Bana yapsa ordan kurtarabilirdi, ama yapmadı, hain. Ha bir de hitabeti zayıf kaldı. Ağzı pek laf yapamıyor. Bi espri, bir hikaye anlatsa ya. İki lafı bir araya getirse, o da olurdu ama, ııhıh, tık yok. Bunları geliştirirse önünde ne dağlar ne taşlar duramaz. Yolu çok açık. Kendisi yeni kırmızı çizgim.
Hayırlı uğurlu olsun.
Semiiii, düşşüüyoruum sana oğluum. Beni okuyorsan, kalp <3
Bu sene bir rahatsızlık geçirdim, atlatmış sayılmam, tedavim devam ediyor. Doktor, ‘Tamamen geçer mi?’ sorumu ‘Hatırası kalır.’ diye cevapladı. ‘Kalsın.’ dedim. Onun da kalsın hatırası. Hatıra dediğimiz şey sadece zihnimizde mi yaşayacaktı ki zaten? Bir yara izi, bir kesik, post zaten delik deşik. Başka ziya, başka hayal, başka zaman. Her şey değişiyor bak zamanla. Gökyüzündeki bulutlar gibi. Kaldır başını. İzle. Hiçbiri durmuyor yerinde. Dönüyor, dönüşüyor ve dağılıyorlar. Bir an bir sonraki anı tutmuyor. Kaldı ki ~ hatıra. Hatıra dediğin kim köpek oluyor ki, ne sanıyor ki kendini?
Mutlu musun? Fazla uzun süremez. Gösterdikleri ve göstermedikleri ile kirpiklerimizde gün boyu tutunmaya çalışan bir damla. Ha aktı, ha akacak. Ama ilaçlar duygu durumumu düzenlediği için ağlayamıyorum bir türlü. Hani, gözümün önünde babamı doğrasalar, kılım kıpırdamayacak sanki. Öyle bir sürekli mutluluk hali işte, ama gayet inorganik. Hatırası kalanların alamadığı kale. Görmek serbest, girmek yasak. Varlığını yokluğuna borçlu. Her taşın altından çıkan bir mecburiyet bu. Adını bir mıh gibi aklımda tutmak ya da her akşamüstü ansızın yorulmak. Benim kalbime giden yol, sanırım kulağımdan geçiyor. Ne çok saçmaladım, değil mi? Bu postta ironi ya da espri yok. Çek arabanı.
Malihülyalar ve gülyabaniler arasında gide gele patika yapmışız. Kafamdaki fillerin haddi hesabı yok, hepsi de tam gaz mesaide. Dün tam bu saatlerde kapalı otoparka adım atar atmaz çalmaya başladı. İlk kez bir otopark görevlisine sempati duydum. Biraz zorlasam kendisiyle empati bile kurabilirdim. Bunlarla uğraşmaktansa, güvenlik kamerasına eyvallah bakışı attım. Açtım camları, marşa bastım. Çıkışta otopark ücretiyle, o P L A Y tuşuna basan aslan parçasına da yüklü bi bahşiş bıraktım. Akabinde yine kendimi ateşlere attım.
Nil Burak- Geri Dönülmez Bir Yoldayım
Temmuz: Yazın kalbi. Ama gel gör ki rafine zevklerim ile gelirim birbirini tutmuyor. Tuik yıllık enflasyonu % 35 açıkladı. Maaşıma bu ay itibarıyla yansıması planlanan %15 lik zam daha gelmeden gitti. Ve ben her türlü, çok pis içerdeyim. Haber izlemeye, ülke ve dünya gündemini takip etmeye tahammül bile edemiyorum. Sürekli göz altıları oluyor. Boşaltılan topraklara İsrail giriyor. Petrol rezervlerine ABD ve Rusya giriyor. Mülteciler mi? Ha işte onlar da bize giriyor. Köy yanar, deli taranır misali, Köşk-ü Memnu izliyorum. Evet. Şaşırmadın bakıyorum. Sen de bendensin demek. Yazın habercisi. Değişmeyen bir Kanal D klasiği. Aşkın gişesi hep iyidir. Hep satar. Ama ben aşkın değil, Firdevs Yöreoğlu’nun hastasıyım. Kadın gibi kadın. Tam bir femme fatale. Hem güçlü, hem kırılgan. İdolüm.
![]() |
İdolüm: femme fatale |
![]() |
Aptallık etme, sen Bihter Ziyagil’sin! |
![]() |
Köşk-ü Memnu |
![]() |
Hayaller: Jlo Dünya Turnesi Türkiye 2025, 110 binden başlayan bilet fiyatları |
![]() |
Hayatlar: Ajda, Oran Açıkhava Sahnesi 2025 |
![]() |
Hayaller: Bora Bora Adası |
![]() |
Hayatlar: Geçen hafta ofis |
![]() |
Hayatlar: Bu hafta yazlık, hele şükür 🙏 |
![]() |
Hayaller: Dolce and Gabbana SS 2025 |
![]() |
Hayatlar: Suwen SS 2022 |
![]() |
Hayaller: X on the beach, cocktail |
![]() |
Hayatlar: Muharrem ayı ve komşu aşuresi |
![]() |
Hayaller: Dolce and Gabbana Limited Edition |
![]() |
Hayatlar: Zara Limited Edition 2022 |
![]() |
Hayaller: Oscar de la Renta, SS 2025 |
![]() |
Hayatlar: Zara SS 2024 |
![]() |
Hayaller: Tiffany & Co. |
![]() |
Hayatlar: Zara Limited Edition 2024 |
![]() |
Hayaller: 1869 Chateau Lafite |
![]() |
İdolüm: femme fatale |