30 Mayıs 2025 Cuma

WOT KEN AY DU EVRİBADİ SHUMTAYMZ

Mayıs’ı boş geçemezdim, nasıl sevdiğimi bilirsin. Sonu da olsa, bak yetiştim işte. Seni özledim, bilsen. Bilmezsin ki. Aptal. Aptalsan da, benim aptalımsın işte. Napim. Serseri. Seviyorum seni. 

Mayıs 🌹

İyilik güzellik. Kendi yolumdayım. Hayal kurmak için şarap, zaman kavramını unutmak içinse tekila içiyorum bu ara. Artık geç yatsam da, erken kalkıyorum. Eskisi gibi uyuyamıyorum. Akıl sağlığımı iş için feda etmeyi bıraktım. Her şeye çılgınca yetişmeye çalışmıyorum. Mutfak sandalyesinde oturuyorum. Çevremi azalttım. Türk kahvesini çok sevmeye başladım. Kimseyle polemiğe girmiyorum, buna gücüm yok. 

Mayıs 🌹

Artık uyumlu olmadığım arkadaşlıklarda da kalmıyorum. İyi olmadığım halde iyiymişim gibi davranmıyorum. Kupa yedilisi ile takılıyoruz. Görseli çok şenlikli; defne çelengi, kule, hazine ve ejderha. Diğer adı, aşk hanesinde hayal kırıklığı. Kahvemin köpüğünde kalp şekli var mesela şu an, önceden olsa fotoğrafını çekerdim. Şimdi  ‘ehh s*kerler!' deyip hüpleticem.

Mayıs 🌹

Beni en çok mutlu edecek, duymak istediğim cümleler ise şöyle sıralanıyor: 'Ne güzel zayıflamışsın!', 'Parayı bulunca değiştin!', 'Yaşını hiç göstermiyorsun!', 'Ne çok gezdin be, allahsız!'. Bir yerlerde, birisi, karşılaştığı her insanda beni arıyor mudur? Buna her şeye rağmen inanmak istiyorum. 

Mayıs 🌹

Satın alınamayan şeyleri hala seviyorum, deniz gibi, gökyüzü gibi, güneşli bir gün gibi. Her allahın günü yağmur yağıyor. Yağmurda yürümeyi seviyorum. Her gün yağmurdan sonra, 'iyi ki camları silmemişim' diyorum. Böyle diye diye 3 ay oldu. Bakalım nereye kadar gidecek. 

Mayıs 🌹

Yapay zekanın geldiği nokta, valla bi Everest, bi arş-ı ala artık. Yapay zeka destekli bir hologram olan AILex ile evlenmeye hazırlanan Alicia Framis’den sonra (bkz. burda👈🏻) yeni favım, insansız, tamamen yapay zeka ile yapılmış şarkılar. Cadillac Records. Çok çok başarılı. Orhan Veli, Sabahattin Ali, Hayyam gibi ustaların şiirlerini de yapay zekaya besteletip, bir de üstüne seslendirtmişler. Şahane. Ama ben bugün onlardan birini değil de, yağmur altında yürürken dinlediğim bir başka güzelliği bırakıcam buraya, gel birlikte olsun. 

Dinle>>>>

Labirentler İçinde- A Journey Through Turkish Jazz 🎷

Mayıs 🌹








26 Mart 2025 Çarşamba

YANAK ISLATAN POST

Düşünsene, bahar gelmiş. Hava güneşli. Tatlı bir rüzgar eşliğinde kulaklığın takılı, en sevdiğin şarkıyı dinleyip, tek başına kafana estiği gibi yürüyorsun. Hayattaki, en büyük lükslerden biri. Sıradanlığın içindeki mucize. Yürümek. Hayatta ve sağlıklı olduğuna dair en büyük işaret. Ve ben, tıpkı böyle bir günde, bugün, çok sevdiğim birinin cenaze törenine katıldım. 

Musalla taşının üstündeki tabutun içinde, öylece hareketsiz yatarken o, hastanede son görüştüğümüz günü ve bana son sözlerini hatırladım. Dönüp dolaşıp yankılandı, sadece aklımda değil kalbimde de. Defin için mezarlıkta kalabalıkla yürürken, düşünüp durdum. Nedense sayıca az ama çok kıymetli anlarımızı ve anıları. Kış uykusundan uyanan börtü böceği ve çiçek açmış ağaçları izledim. Onu orda öylece bırakıp, dönüş yoluna düştük sonra. Bu defa tuttuğum nefesimi koyverip, ağladım. 

Evet, bir bahara daha çıktık. Ama bir eksikle. Bahar. Sıradanlığın içindeki bir başka mucize. Önümüzde daha kaç bahar mevsimi var, hiç bilmiyorum. Ondandır, bu baharın her bir gününü, bir şölen gibi geçirmek istiyorum. 

Her şeye rağmen öleceksek, sen beni niye üzesin, ben seni neden üzeyim? İnsan güzel yaşamalı. 

Seninle kader çizgilerimiz artık kesişmiyor. Bir daha hiç karşılaşmayacağız, ama…

Beni güzel hatırla. 



23 Şubat 2025 Pazar

PALDIR KÜLDÜR YAŞAMAYA DEVAM

Bir zaman önce, Einstein ve kankitoları, bir çilingir sofrasında demlenirken ve kafalar yeterince güzelleşmişken, içlerinden biri Einstein’a sormuş: 

— Fizikçi geçiniyon. Bi de bağak aga, bu dünya denen gezegende yaşam nasıldır? 

O da şöööle bi düşünüp, şu deriiin tespitte bulunmuş: 

— Bak başgan, olay şu: 

Üst sınıf yaşıyor.  

Orta sınıf şikayet ediyor. 

Alt sınıf şükrediyor. 

Alt sınıftan bildiriyorum.  Napıcan. Serbest bir düşüşteyim. Olduğu gibi bıraktım. Orta sınıfı da. Şikayet etmeyi de. Umut etmeyi de. Her şeyi, herkesi. Akışına. Olduğu gibi. Elimde avucumda ne /kim varsa, bağrıma basıyorum. Olduğu gibi. Yargılamıyorum. Girip çıkıp şükrediyorum. Oturup kalkıp şükrediyorum. Ağlayıp gülüp şükrediyorum. Dünya gezegeninde şimdilerde kendime biçtiğim pay bu. 

Bitmez denilen o büyük aşklar biterken, ebedi sanılan o kadim dostluklar çatırdarken… Gitmez sandıklarımız gitmişken… Ölmez dediklerimiz çoktan ölmüş, çok yaşamaz bu dediklerimiz dünyaya kazık çakarken… Şükretmeyip de napıcam?

O malum şiirdeki gibi bi haller işte. 

Sakın kader deme, kaderin üstünde bir kader vardır. 

Ne yapsalar boş, göklerden gelen bir karar vardır. 

Geri gitmek istediğimiz zamanlar, hatta zamanı durdurmak istediğimiz anlar vardır ya hani. İşte bu yüzden, sırf bu yüzden, zamanda yolculuğun olabilirliğini ortaya koyan ve bu yolda umudumuz olan Einstein’a kalbimde her zaman bir yer var. 

Dönemin cumhurbaşkanına atom bombasının yapılabilirliğinden bahseden bir mektup göndermesiyle, dünyanın kaderini değiştiren bu aslan parçası, sadece fizik dehasıyla değil, hayata dair kocaman kocaman laflar etmesiyle de ünlü. 

Sakin ve mütevazi bir yaşam, sürekli huzursuzlukla başarı peşinden koşulan bir hayattan daha fazla mutluluk getirir. 

Mutlu bir adam o andan o kadar memnundur ki, geleceğe kafa yormaz. 

Stresin en büyük sebebi günlük yaşamda anlayışsız insanlarla yaptığımız tartışmalardır. 

Sorunlar, onları yaratanların mantığı ile çözülemez. 

İnsanın gerçek değeri aldıklarıyla değil, verdikleriyle ölçülür. 

Yaşayabileceğimiz en güzel deneyim, bilinmezliktir. 

Zeki insan problemleri çözer, bilge insan problemlerden sakınır. 

Bir gün dünya ile aşk arasında kalırsan şunu hatırla: eğer dünyayı seçersen aşksız kalırsın. Ama aşkı seçersen, onunla birlikte dünyayı fethedeceksin

Zekasına bir şey demek ne haddime. Ama aşk hayatı tipik erkek dedirtiyor. Hadi ordan! Aşk kim, sen kimsin! demiycem tabi. 


Yargı dağıtmayı bırakalı çok oldu. Meraklınız varsa, açar okursunuz adamın özel hayatını. Bilgi çağındayız. 


Memlekette kar var, gündem karanlık çağdan beter. Hava soğuk ve insanlar olanca hızıyla kötü. Yeni sosyo-ekonomik sınıfımda bana artık düşen; birinin gülümsesinin ve insanların içindeki iyiliğe inanmasının sebebi olmak. İyilik ve güzellik bulaşıcı. Bulaştırcam. Yol güzelse, yürüycem. Kimseye çarpmadan, köşelerden. İnsan yaş aldıkça olmadığı kişiden, aslında olduğu kişiye doğru göç edermiş. O yüzden benim artık muhteşem güçlerim değil, muhteşem göçlerim var. 

Alt sınıftaki yerimizi pekiştirmek ve şükrümüzü artırmak için, 4 Mart Venüs retrosu kapıda. Dönmez dediğini, döndürmek; olmaz dediğini, oldurtmak; ölmez dediğini öbür tarafa şutlamak, yaşamaz dediğine kan ve can vermek üzere. Hakkımızı yiyen herkes borçlarıyla geri dönsün diyenler için bir ödül bu retro. Yarım kalmış bazı hikayeleri yeniden okumak isteyenler içinse adeta bir ilaç. 

Ellerim kadehte, gözüm kapıda, geleceksin diye ödüm kopuyor. 
Belki dönüp bana beni yeniden, seveceksin diye ödüm kopuyor

Eskiden, bu sözlerin nasıl bir ruh hali ile yazıldığını anlamazdım. Ne diyo bu adam ya? Ne sayko bi şarkı bu derdim.


Hayat çoğu zaman böyle bir şey aslında, büyük konuştuğunu başında bulduğun bir yolculuk. 







4 Ocak 2025 Cumartesi

SENİ YAŞATACAK NELER VAR NELER



 Düşen son kale

2024 biterken, 20 yaşımla aramdaki son bağ da koptu. Diğer üçüyle geçmişte bir şekilde vedalaşmıştık. Ama bu var ya bu, ben bunun taaa! Bu sonuncusu resmen ağzıma tükürdü. Süründürdü. Bundan çektiğimi, diğer üçünden toplamda çekmemişimdir. Ağrı başladığında yaşamla ölüm arasında kaldığım, çektirip kurtulcam derken, iyileşme sürecinin çok daha zor ve hatta kabusa döndüğü bir hafta geçirdim. Arveles ile kanka olduğum bir hafta. 2025 pek de iyi gelmedi senin anlayacağın. 

Giden son yirmilik dişimle, 20’li yaşlarım artık daha da uzak. Yol aldığım orta yaşlar sinir bozucu, yeni yıl ve doğum günleri ızdırap olmaya başladı. 20 yaş çok ironik aslında: çünkü fiziksel olarak taşşş olup, buna karşın zihinsel olarak ennn aptal olduğun yaştır. Zamanının ve kendinin kıymetini pek de bilmediğin, gençliğinin ve güzelliğinin hakkını genelde veremediğin, çoğunlukla insanlara gereksiz anlamlar yükleyip üzüldüğün, gelen fırsatları malesef değerlendiremediğin, acemi bir yaştır 20. Geçmişi özlemez ama gelecekten de korkmazsın. Aklını başında tutmakta zorlandığın, deli bir yaştır. Atar, nadiren tutar ama genelde tutamazsın. Burnu çok havada bir yaştır. Uçlarda yaşarsın. Ya çok güler ya da çok ağlarsın. Ya çok sever ya da ölümüne nefret edersin. Ortası yoktur. Dengen yoktur. Bir gün yıkar, ertesi gün yeniden inşa edersin. Şimdiki aklımızla 20 yaşında olsak, çok fena bir şey olurduk hiç kuşkusuz. Dünyayı durdururduk, net. Ama işte neydi: gençler bilebilse, yaşlılar yapabilse


Off! 2025 gerçekten de pek iyi başlamadı. Benimkinden sonra (bkz.Benimki) çok sevip kaybettiğim 2. Ferdi bu. Resmen bir devir kapanıyor. Öyle çok ve derinden, öyle karşılıksız ve çıkarsız seviliyor ki. Hatırası bende bile çok büyük, var sen düşün. Çok kıymetli. Sanki bir yakınımı kaybetmiş gibi üzgünüm. Herkes gibi, dönem dönem benim de sırdaşım olmuştur kendisi. (bkz.Leyla) Sırlarımızı da aldı gitti. Şarkıları zamansızdı. Şimdi kendisi de ölümsüz oldu. 


Fenomen kelimesi daha bu coğrafyada bilinmezken, kitleleri peşinden sürüklemiş, çıkardığı albümler ve yaptığı konserlerle fırtınalar estirmiş, sattığı albümler ve verdiği konserler ile rekorlar kitabına girmiş bir fenomen, herkesin kalbine dokunmuş bir kahramandı Ferdi baba. Çok hak edilmiş bir şöhreti vardı. Bir dönemin idolüydü. 250 söz ve bestesi, 100 albümü, 34 filmi, 9 altın plağı olan bir efsaneydi. Vefatına; kutuplaşmadan, bölünmeden hepimizin üzüldüğü ender sanatçılardan biri belki de. Ülkenin en güzel renklerinden biri solup gitti. Huzur içinde, nurlarla uyusun. Ruhu şad olsun. 

Öyle bir matem var ki, sanki Ferdi baba daha 40 yaşında, en zirve zamanında ölmüş gibi. Oysa 80 yaşındaydı. Bugün olmasa yarın ölecekti. Hani yaşasa, yaşıyor olsa ne fark edecekti? Bir süredir de sağlık sorunlarıyla uğraşıyordu zaten.  Peki neden bu kadar yıkıldı insanlar? 


Çünkü içimizden biriydi. Bağrıyanık bir Anadolu çocuğunun da taa en tepeye, zirveye tırmanabileceğini bizlere gösterdi. Yokluktan, Adana’nın pamuk tarlalarından gelip, milyonların sevgisini layıkıyla hak etti. Gönüllerde taht kurdu. Toros teybin cızırtılı hoparlöründe, sevdalıların elden ele gezen kasetinde, köy yollarında, şehrin beton duvarlarının sıkışmışlığında, gişe rekoru kıran sinema filmlerinde, işçi kahvesinde, asker ocağında nöbet kulübesinde, Leyla ile Mecnun dizisinde, Mecnun çöllere düştüğünde, Gülhane Parkı’nda, tekstil atölyesinde makinaların sesleri arasında, onun şarkılarıyla büyümüş bir neslin tüm aşk acılarında, hastane önünde sevenleri ona veda ederken, ‘Hatıran Yeter’ derken bile Ferdi babanın o büyülü sesi var. Hepimizin hayatına bir şekilde dokundu. O akıllara ziyan şöhrete, şana, sevgiye ve paraya rağmen, hiç şımarmadı, hiç haddini aşmadı, çok mütevazi yaşadı, yine de hep zirvede kalmayı başardı.

Aşk acısını anlamlı kılan bir yıldızdı o. 
Artık ne aşk var ne de aşk acısı. Aşk da onunla birlikte öldü sanki. 

İnsanlar ölümlü, ama sanat ve sanatçılar ölümsüz. Ferdi babanın şarkıları sonsuza kadar bizlere eşlik etmeye devam edecek. Ve biz onu kalbimizde sıcacık hatırlayacağız. 


Tercihen aşkla ama korkarım aşksız. 




Çünkü

Aşk bir hatıradır, mazide kalan

O zaman, 

Dinle >>>>











13 Aralık 2024 Cuma

FALANLAR FİLANLAR YALANLAR DOLANLAR


Bugün gittiğim bir işhanında asansörü beklerken, muhtemelen hancı bi dayının hemen girişteki duvara astığı, eski usül 2024 takvimi, her sabah şafak operasyonuna gidiyormuş gibi karanlığa uyandığım bu Aralık ayı için, bak neleri öngörüyor;

8 Aralık, Zemheri Fırtınası

14 Aralık Karakış Başlangıcı 

20 Aralık, Uzun Kış Gecelerinin Başlangıcı 

21 Aralık, En Uzun Gece 

28 Aralık, Gün Dönümü Fırtınası

Kara kış gerçeği ve bugün başlayan kar, acı bir tokat gibi çarptı yüzüme. Düşündürdü. Böyle bir soğuk yok. Hissedilen - 5. Aralık ayını seven bir Allah’ın kulu var mıdır acaba? Varsa ve bir şekilde tanışıyorsak, engeli basıcam yeminle. Kışı sevmem, kışı seveni de sevmem.

             Üşüyorum. Karamsarım. Mutsuzum. 




Ancak, 2025 yılına dair öngörüde bulunan bazı tatlış astrologlar var. Akışta önüme düşüyorlar. Umut vaad ediyorlar. Bu yıl su burçlarının yılı olcakmış! Heyyoooo! Paraysa para, kariyerse kariyer, sağlıksa sağlık, aşksa aşk! diyorlar. Yok yok! Her şey su burçları için! 

Hatta bitanesi, işi daha da ileri götürüp eski sevgilileri bu burçların kapısında yatacak diyor. İddialı bi söylem. Ex’ten next olacağını sanıyor. Hali hazırda elimizdeki ne ki, eskisi ne olsun? Doğru adamı pek seçemiyorum, bu konuda sanırım yeteneksizim. Ve hele şükür ki yalnız değilim :) 


Sevginin sığmadığı yerlerden uzaklaşacak, yüzeysel ilişkileri bırakıp derin bir aşka gidecek cesareti bulacak, kalmak istemeyenleri bırakacak kadar sevmelisin kendini. Ve sevgin, hak ettiğinden daha azını asla kabul etmeyecek kadar güçlü olmalı. Çünkü en büyük koruyucun ve şifacın, kendine duyduğun sevgi bu hayatta. Bunca yılın aşka dair bana öğrettiği, tek paragrafla, bu.

Su burçlarının yılı olacağı iddia edilen bu 2025 denen yılda, ciddiye almayı en çok istediğim konu haliyle aşk değil. Her zamanki gibi önce sağlık, sonra para. İlk kez bu kadar züğürtüm. Artık maddi durumum maneviyatımın önüne geçsin istiyorum. Noel baba ve geyiklerine sesleniyorum. Yapıverin bi kıyak. Beni de görün bu yıl sevabına. Pliiis. Şöyle bir kaç milyoncuk getirmeniz işimi görür o kızaklı arabanızla. Yükseklerde gözüm yok. Gerçekçi bi balığım ben. Bucket list’im, bu yıl çok çok mütevazi. 

Bu yılbaşı gecesi için yıllar sonra ilk kez bi planım yok. Nasıl nasıl?He ya. Valla ciddiyim. Çok trajik. Hacenneler gibi evde mi pineklicem yani? Yok, olmaz. O akşam giymek için gittim siyah payetli mini bi elbise aldım. Dehşet güzel bişi. Artık o elbise için mecbur bi plan yapıcam.  İşte böyle değişik çalışıyor benim kafa. İster inan, ister inanma. Dişi bünyeler ekseriyetle böyle. 



Bitirirken, en güzelinden bir klasik: bugün yeniden piyasada, bambaşka bir yorumla. 

Ba-yıl-dım. 

Dinle 🎧 

Sagopa Reis & Kraliçeee- Bir Ateşe Attın Beni

Şimdiden sana ve herkese, mutlu yıllar. 🎈

   

   




1 Kasım 2024 Cuma

2024 SEN GİT, VELİN GELSİN!

Saçlarımı kestirmeyim de napim’ tsunamilerinde kayboluşumu yazdığım önceki Rapunzel postumu okuyan ve bunu bir depresyon markırı olarak görüp, benim için endişelenen bazı arkadaşlarım, o gün bugündür ‘nasılsın, iyi misin?’ ,‘her şey yolunda mı?’, ‘bir derdin yok, değil mi?’ diyerek gelip gidip beni darlıyorlar, sağolsunlar. 

Temsili ben 

Hatta bugün içlerinden biri: ‘madem depresyonluk bi durumun yok, saçlarını sakın kestireyim deme haa! Valla seni gebertirim.’ diyerek tehdit etti beni. Şaka değil. Bazen, cidden daha aklı selim arkadaşlar mı edinmeliyim acaba diye düşünüyorum. Kestireceksem bile, şimdilik geri adım atmak zorunda kalacağım sanırım. Üstümde müthiş baskı var. 

Senin saçından bize ne yaaaa! diyenleriniz vardır şimdi, kesin. Ama sonuçta ben bir kadınım ve bir kadının sınırsız olarak saçlarından bahsetme hakkı vardır. Bir dişi olarak doğduysanız, limitsiz saç konusu açabilir ve bundan 90 yaşında bile sıkılmazsınız. Kestiriim mi, kestirmiyim mi? Ne diyonuz? Kestirip şöle bi Coco Chanel mi olsam? Bitiyorum kadına. Ben bi vaka mıyım? 

Coco Chanel

Napim, yani? Şimdi kalkıp borsadan bahsetsem kaçınız beni ciddiye alır ki? Borsa düşmüş diyenlere, nerden düşmüş laa diyecek kıvamdayım. Bana kâğıtlar satışa çıktı deseniz, ne kağıtları derim. Bi borsa lokantasını bilirim, di mi? Evet! Peki borsa konusunda bu bilgi dağarcığımla ekonomistler postlarıma rağbet eder mi? Ekonomi piyasası benimle çalışmak ister mi? Hayır! İşte bu yüzden kıl tüy muhabbetine devam ediyorum. Castında bulunduğum masal beni sürüklüyor da olabilir. Rapunzel olmayı sevdim galiba. Kerevetine çıkmak için Nasuh Mahruki olmama gerek yok. Çıkıp çıkıp duruyorum kerevetine. Tanrı bazen dünyanın en başarılı editörü oluyor. Bize harika masallar yazıp yolluyor. İnsanoğlu garip işte. Bi de büülooog benim değil mi? İstediğimi yazarım! Beğenmeyen, çeker arabasını, gider - DEMİCEM tabi, SEVİYORUM oolum SİZİ. Yazılarımı lütfedip okuyan, hepinize kalbimde bir yer var. Ahan da kestirdim! Bitti gitti işte! Sizden kıymetli mi? Kökü bende değil mi zaten? Saç muhabbetinin sonunu getiriyorum nihayet. Yeter! Önce Behlül, sonra ben!  



Nerden baksan 2 yıl eder 

Yeni saçlarımı merak ettiniz tabi. Ettiniz ettiniz. Yoğğğğğ artık. Gizemi bozamam. Sorry. Belki bi sonraki postta. Ya da daha sonraki. Gelişine yazsam da, bilooğun okunma reytingi tabi ki umrumda. Çıkın çıkın gelin. Beni Google’da aratan elleriniz dert görmesin inşallah. 

Bak, işte Kasım. Önümüz kış. Hiç sevmem. Ama bu yaz da burnumdan geldi. Sevilesi bir yaz değildi kuşkusuz. Giden yaz olsun be yaa. Seneye yine gelcek. İnşallah eski yazlar gibi güzel olur yenisi. Kapanın kuzu kuzu evlerinize şimdi bakim. Bi haltmış gibi yandınız bütün bi yaz güneşin altında. Güneş ışınlarının, bronzlaşan hatunları 5 yaş daha yaşlı gösterdiğine inanmamın yanında, özgüven fazlalığı aktardığını da düşünüyorum. Plajda 150’lik hatunların bile Kendall Jenner gibi salınmalarını, Victoriyaz Sikrit defilesi için bronzlaşma talimatı almış gibi ruhlarını güneşe teslim etmelerinin altındaki gerekçeleri ben de sizler gibi düşünüyorum.  Tüm güneş ışığı savaşçıları ve yanınca daha zayıf görüneceğine inanan Türk kadınlarının önünde eğiliyorum. Ah, o plaj özgüveni! O Hawaian tropikal yağı Brezilyalı model gibi kaba ete yedirmeler. 2 metrelik bacak boyuna endam eklemek için parmak ucunda yürümeler. Nihayet sezon kapandı. Yeter. Bitti, gitti! The end. Oh, mis. 

2025’e son iki ay. Karışık duygulardayım. 2024’ü çok sevdiğimi söyleyemeyeceğim. . Uykularımı böldü. Neşemi aldı götürdü. Aşka olan inancımı bitirdi. Bende derin izler bıraktı, bırakmaya da devam ediyor. Gelen gideni aratır mı, bilinmez. İnşallah bu efsane bu kez gerçek olmaz. Umutlarımı 2025’e devrediyorum. Noel Baba, geeel beee. Hep Holivud’da ötüyor borun. Gel, beni de gör bu yıl sevabına. Şimdi hazırlıksızım. Wishlistimi bilahare konuşalım kuzum, olur mu? 
Kampüs

Sakin
Bir ara elektroniğe sarıp, boş zamanlar geçirse de toplamayı başardı. Yetenekli insan Hande. Az botox, böyle bol şarkılar diliyorum ona. Günlerdir gecelerime eşlik ediyor. O eski, güzel şarkılarına benziyor. 

Kraliçeeee

 Ben seninnnn deliniiiimmm kimseniiiinnn olaaamaaaammm!

Şarkı iyi güzel hoş da, size böyle laflar eden adamlardan kaçın kızlar. Normal bir duyguyla yazılamayacak sözlere sahip. 

Dinlemek isteyen, elime mum diksin 👇🏻













25 Eylül 2024 Çarşamba

RAPUNZEL’İN SELAMI VAR

Kaç zaman oldu, güvenip de bi kuaför koltuğuna kendimi bırakamadım. Oldum bir Rapunzel. Bak bak, saçıma bak! Taa belime indi! Hiç mutlu değilim ama, biliyor musun? Yıkaması bi dert. Kurutması ayrı dert. Şekil vermesi ise başlı başına bir dert. Banyodan çıkamıyorum. Banyoyu halletsem, bu defa da evden çıkamıyorum. Keyfimden mi? Tabi ki hayır. İşe, randevularıma hep geç kalıyorsam, valla altında yatan neden bu. Zaten yıllardır boyatmıyorum. Fön desen, uzun zamandır doğru düzgün çekenine rastlamadım hem de resmen havaya giden para! Altın piyasasıyla kıyasıya kapışır! Kadın kuaförüne gitmek zaten toptan işkence. Orada yaptırılan bir şeyi (kesim, ağda, boya, manikür vb.) severek yaptıran birine valla iyi gözle bakmam. Artık kesin ve net olarak söyleyebilirim ki ben Türk kuaförler ile iletişim kuramıyorum, birbirimizi anlamıyoruz, anlasak bile saçı ne sekilde görmek istiyoruz konusunda aynı fikri paylaşamıyoruz. Al sana konu! Kıl tüy muhabbetine hoş geldin!

Rapunzel

Bir yıldan fazla oldu, yine her zaman olduğu gibi kuaföre gidip, sandalyeye kurulup, yüzyıllardır hem kuaförüm hem de arkadaşım olan kişinin gelmesini bekliyordum. Geldi, başıma dikildi ve saçlarımı açtı. ‘Dilek, ben mesleği bırakma kararı aldım. Green Cardım çıktı. San Francisco’ya taşınıyorum.’ dedi ve ekledi, ‘Bugün son kez saçını keseceğim.’ DONKKK.

‘Hadi be!’,‘Yuh! San Francisco ne oolum!’, ‘Ne alaka!’ ‘Şaka yapma sabah sabah!’ deyişimle olayın şaka olmadığını anlamam tam 3 salise sürdü. O an kendimi kocaman bir boşlukta hissettim. Onu vazgeçirmeye çalıştım. Akut bir depresyona bile girdim. San Francisco dreamin’ ‘Üfff! Macera bu! Nasılsa yapamayıp dönersin sen yine memlekete! Sonra sen, saçsız yapamazsın.’dedim. Ama boşuna. Gitti. Kimbilir kaç kez ‘Ee, hadi dön artık. Napıcam ben bu saçları?’içerikli dönsün taciz mesajları mı atmadım, görüntülü arayıp mı ağlamadım. Ama olmadı. San Francisco yakın bi yer olsa, gidip gelmeye bile razıydım. M. ile 17. yılımız! Since 2007! Düşünsene! Öyle bir sadakat, ama koca bir okyanus girmişti artık aramıza. Kendi keratinlerimle uçma zamanım gelmişti, anladım. 

San Francisco

Yıllar yılı saçımın her kodunu çözmüş, tarzımı idrak etmiş, saçsal süprizlerin ne kadarına açık olduğumu avcunun içi gibi bilen, daha kapıdan girerken ruh halini okuyan, kendini en rahat hissettiğin erkekler sıralamasında ilk 3’e giren kuaförüme bay bay deme vaktiydi artık. Kaşcım da, bundan hemen birkaç ay sonra, sanki kuaförümle anlaşmış gibi Kanada’ya iltica etmesin mi? Noluya ya? Bildiğin bunalıma girdim. Dişi bünyeler beni çok iyi anlayacaktır. Bir yıldan fazla zamandır kaşlarımı senin kadar güzel alan çıkmadı be A.! Ühü ühü! Valla  kılın mı var, derdin var!

Amelie

Ve sonrası ‘welcome to the bocalama ve deneme yanılma seansları’. Yeni kuaför arayışları, arkadaş önerileri ve tekrardan kuaför- müşteri sıcaklığının oluşması. Offfff! Basite almayın çünkü çok zaman ve şans isteyen bir şey bu. Ruh ikizi gibi, saç ikizi de var kadınların. Kuaförleri ve arada oluşan ‘ekibiz’ hissi. O mayanın tutması bir şans, denk gelmek ise sürpriz. Tıpkı aşk gibi. Ama bu aynı zamanda saç öküzümüze toslama yüzdemizin üst seviyelerde seyreldiğini de gösterir. 

Saç öküzü demişken; mesela ömrü tükenmiş makasla saç kesmeye çalışanlar, hem de şöyle bir yaklaşımla: Geç lan! Saçını başını dağıtırım senin! Kafama göre keseceğim işte!’ Ucundan al dediğin belindeki saçı, omuz boyuna hatta ensene kadar koyun kırkar gibi kırkıp, seni resmen Amelie’ye çevirir. ‘Saçım çabuk bozulur benim. Topuzu biraz sıkı mı yapsak?’ dediğin an yandın. 500 tane tel tokayı itinayla kafana saplar. Canını kafanda hissedersin, abartı yok. Öyle bir acı. Peki ya o salonda son ses çaldıkları müziğe ne demeli? Evet, saç öküzü diye bir gerçek var. Ruh ikizi bir, bu iki. 

(Erkek okurlar şu an ‘Vay anasını sayın seyirciler, neymiş bee bu saç mevzuuu!’ diyordur muhtemelen. Uheuueue. ) 

Sevgili er kişiler, bu konu sizi aştı biliyorum ama %100 dişisel bir mevzuya denk geldiniz. Üzgünüm. Sadece kadınların anlayabileceği ve konuşmaktan asla sıkılmayacağı bi subject bu. Saç ve veryansınlar. 

Bi kere, Türk kuaförler kızıl ve bakır tonlarına tutkunlar. Ve evet bunda çok da başarılılar ama ya benim kızıl ve bakır tonlarına tahammülüm yoksa? Sen ne kadar, 'bebek kahvesi' de, 'kumral olsun' de adamlar asla seni dinlemiyorlar ve içine mutlaka o kızıl yansımaları katıyorlar. Avrupa'da bulunan kuaförler ne kadar kumral tonlarda başarılılarsa, Türk kuaförleri de kızıl ve bakır tonlarında çok başarılılar. Röfle, bakır tonlarında o kadar pratik yapıyorlar ki kumral tonlarını tutturma yeteneklerini kaybetmişler. Renk bileşkenlerini yalayıp yutsalar, o küllünün kayma yapabileceği yeşilimsilik de ortadan kalkacak. O konuda kendilerine güvenmedikleri için küllü kumrala bulaşamıyorlar çünkü biliyorlar ki yeşile dönebilir. O riski almaktansa basıyorlar kızılı. 

Gülşen Bubikoğlu

Bi keresinde dayanamayıp hardcore tanımla ''küllü istiyorum, Gülşen Bubikoğlu saçı yap bana'' dediğimde bile salondan neredeyse Hürrem gibi çıkmıştım. Bu imkansız mucizeyi gerçekleştirebilen kuaföre dönüp ''Bunu neden böyle yaptığını bana açıklar mısın?'' diye sorduğumda cevap şuydu: ''Saçlarını çok daha canlı gösterir''. İyi ama canlı göstermesini isteyen kim? Ben kesinlikle küllü tonlarla oynaşmaktan hoşlanan bi kadınım. Yurtdışında istediğin kumral tonu şak diye tutarken, Türk kuaförleri niye ısrarla ''sizin saçınıza ne yaparsak yapalım mutlaka içinde biraz kızıllık olur'' diyor. Sanki İskoçyalıyım! Ya da bunları küçükken İskoçlar kovaladı, kızıl renk travma olmuş ondan sebep. Önüne geleni kızıla boyuyorlar. 

Hürrem

Bizim kuaför abiler bakım maskesi ve yağı satma konusundaki ısrar, yetenek ve eforlarını renk skalası ve renk karışım denemelerine ayırsalar ortaya güzel sonuçlar çıkabilir yemin ederim. Sanat olarak ele almalılar o renkleri; bileşkenleri, uygulamayı, çıkacak sonucu ve saç sahibesinin istediği rengin oturuşunu. Ama yok, bunlar işin ticaretinde. Sanatçı değil, bildiğin esnaf. 

Velhasıl, uzun zamandır saçım bana emanet. Hatta kendimi aştım diyebilirim. İnanmayacaksın ama saçıma bunu yapmayı kendi kendime başardım. Maşa + 4’lü çapraz örgü! Vay be! YouTube videoları iyi ki var. Az daha çalışırsam belki kesim/boya işine de girerim. Heyt be, sektör korksun benden! 
(acayip gaza geldim :)) Şimdi soğuyan kahveye ve müziğe dönüş zamanı. 

Lissın >>>  Yeni keşfim.  Maşallahı var hem şarkının hem de abimizin. Çok janti di mi yaa? Toksik bi aşk şarkısı. Son zamanların popüler kavramı. Sana gaslight yapan, bir türlü vazgeçemediğin o manipülatör sevdiceğine gelsin. 


Ben :)



6 Eylül 2024 Cuma

ACINI SEVSİNLER!

2025’e 4 ay kaldı. 2006’lılar üniversiteye başlıyor. 2007, 2040 yılından daha uzak. Covid 5 yıl önceydi. Uzatmayayım, demem o ki; 

çok zaman geçmiş.

Ah, zaman! Hep belâya kalıyoruz seninle. Bir vedamız olsun istedim. Yarım yamalak vedalarla aralık bırakılan o kapılar hep yordu bizi. İşte bu yüzden, bu yeni kapı, artık üzerimize kilitli. Hayırlı olsun. Madem gittin, ayağın göl, başın pınar olsun güzel kardeşim. Zaman kimseyi durup beklemez denir ya; gerçekten öylesin. Ama yine de benden sana zerre kem söz ya da beddua çalışmaz. Seni anlamanın bir yolunu hep bir şekilde buldum ben. Yine bulurum, merak etme. Sevmek böyle bir şey. Zevkler ve renkler tartışılmaz ama benimki de sanki biraz şey gibi. 

Yerler hep sarı yaprak. Hiç sevmem.Yeni akademik yıl kapıda. İşte bu yüzden, sırf bu yüzden işte, Eylül ayına hep gıcık olmuşumdur. Eğitim sektöründen son sürat düz devam ettiğim için, okulların açılıyor olması fikri, yıllar sonra bugün bile tüylerimi ürpertmeye yetiyor. Covid artık bittiği için, Sağlık Bakanlığı’ndan yana bi umudum yok ama Diyanet’ten üniversiteler açılmasın, yoksa zina artar fetvası bekliyorum. Yukarı Buckingham’da akşamüstü bu saatlerde biz hep rose içeriz. Efkarlı bünyeler. Bana biraz renk ver. 

Aşk ve hüzün kombosuyla romantize edeceğim bir Eylül yazısı yazmayı ben de çok isterdim. Eskilerden, ‘Eylül’de Gel’ şarkısının linkini vereyim, burdan tıkla, yaptığım aşk aforizmalarını oku isterdim. Aşk bu. Klişe ama her devirde sevilir. Mutlu aşk yoktur ya hani, ondan sebep ne olursa olsun mutlaka satar bu ikili. Gişesi hep iyidir. Ama öyle değil işte. Artık öyle değil. 

Eylül ayı, hüzün ayı değil; masraf ayı. Aşık olunca değil, veli olunca anlıyorsun. Hele bir ol da gör. Eğer bir de özel okul velisiysen, bambaşka bir boyuta geçiyorsun. Resmen başka bir tür paralel evren. Aylardır ödediğin onca okul taksiti yetmezmiş ve hâlâ bitmezmiş gibi, üstüne tüy dikercesine gelen astronomik kırtasiye harcamaları. Kitap değil de, Orhun Kitabeleri’ni veriyor sanırım okul. Vay anasını. Belki de ceylan derisi üzerine orjinal el yazmasıdır kitaplar. Böyle paralara aklıma gelen anca bu. Yetmez! Merdiven altı yapılmış dandik okul kıyafetlerine, Balenciaga limited edition ayarında biçilen fiyatlar da cabası. Sanırsın bulunmaz Hint kumaşından. Kafayı yemek üzereyim. Kredi kartımdan kıvılcımlar çıkıyor. İnan, aşk acısı çekmeyi tercih ederdim. 

Acısı bile güzeldir aşkın. Acıtıyorsa tadını çıkar. Hissizlikten ölüyor insanlar. Ama ben artık ne aşka ne de aşk acısına inanmıyorum. Aşık olacağına sarhoş ol ondan iyi, en azından kusunca geçer. Dünyanın en boş şeyi. Sen hiç 5 saat çalıştığın excel dosyasını kaydetmeden kapattın mı? Bir de bu acıyı dene. Ya da ödeyemeyeceğin kadar borç çek. Alemlerde bi güzel ye. Sonra taksit ödemeleri gelince aşk acısı neymiş görürsün. Duvara kafa atmayı da deneyebilirsin. Kallavi bir acı. Bol acılı 3 lahmacun, yanına buz gibi bir şalgam. Bi de fırın sütlaç. Ohh! Şimdilerde bu reçeteyle idare ediyorum ben. Nolcaktı ki? Bir balık öldü diye, deniz kurudu sanma. Aşk yalan, lahmacun gerçek. 

Ama bazen çektiğimiz acı, kaybettiğimizle aramızda kalan son bağdır. O yüzden o acıyı da severiz. Biraz da böyle bakıyorum ben, ama artık o tutunduğun şeyle vedalaşma vaktin sence de gelmedi mi? Acele etme, peki tamam, ama biraz da farkında ol. Kırmızı hapı al ve gerçek dünyaya uyan. Herkes çatır çutur götürüyor birbirini valla. Eminim o da. Ya da, ne bileyim ben, elbet bir gün kavuşacak da olabilirsiniz. Zeki Müren yalan söylüyor olamaz. Sen bana bakma. Kalbini dinle. 

2024 Yaz’ına dair hatırlayacağım bir diğer not da işte bu olacak:  


Kendimi çaresiz hissettiğim anlarda aşkı düşünürüm. Çünkü bizi kurtaran, her şeyi değiştiren, olanaksızı olanaklı, çirkini güzel, kabul edilir olmayanı kabul edilir yapan aşktır. 

                                Ferzan Özpetek 





5 Ağustos 2024 Pazartesi

AH İNSTOŞ VAH İNSTOŞ


Bir kez daha anladık ki, bu ülkede yaşıyorsan apolitik olma şansın yok. Siyaset her yerde. Arabanın benzininde, buzdolabındaki peynirde, telefonundaki app’de. Oysa bizim sıradan vatandaşlar olarak, sadece vergimizi verip, doğru düzgün yaşayabiliyor olmamız gerekiyor ama yok. Olmuyor öyle. 

Memlekette yıllarca süren Wikipedia yasağı oldu. Ara ara YouTube ve ekşisözlük’e erişim yasaklandı. Pandemi zamanlarıydı galiba. What’sApp’lada ters düşmüştük bir dönem. Tam başka alternatiflere yönelecekken, bir şekilde kriz çözülmüştü.  Geçen yılki depremlerden sonra, Twitter erişimi de kısıtlanmıştı. Ama en çok ses getireni ve tepki çekeni hiç kuşkusuz bir süredir devam eden İnstoş’a erişim engeli oldu.

Neden mi? Çünkü nüfusa göre uygulamayı en çok takip eden ülke Türkiye. Arkadan Brezilya ve Arjantin geliyor. Birçok şeyi anlatan bir istatistik aslında. Fakirin son kalesi de düştü. İyi kötü, biz fakirlerin vakit geçirdiği bir uygulamaydı çünkü. 

Çok üzüleni var. Güvenli olmadığı halde, VPN’lere hücum eden ve ne pahasına olursa olsun instoştan asla vazgeçemeyen, bir tür bağımlı kabul edebileceğimiz, genç ve çok kalabalık bir kitle bu. Z kuşağı bebeleri. 

İnstoş onlar için adeta ekmek/su gibi. Hayati. En çok onlar mağdur oldu sanki, instoşta ticaret yapan ve batan Türk firmalarından bile daha mağdur oldular hatta. Kim ne yiyor, ne giyiyor, nerde tatil yapıyor, haberleri yok. Olacak şey mi? Elleri her an uygulamaya gidiyor, çaresizce açıldı mı acaba diye. Sigarayı bırakmaya çalışmak kadar umutsuz. Sırf instoşa fotoğraf atamıcam diye tatilini hatta düğününü iptal edeni var. Gerçekten çok düşündürücü. Bu insanlar ülke sınır kapılarının açılışına, instoşun kapanışına verdikleri kadar tepki göstermemişti. 

Diğer taraftan, çok iyi oldu diyeni de var. Bunlar daha ziyade X ve Y kuşağından. İnstoş özenti yuvası, et pazarı, ahlak bozucu, gösteriş meraklılarının adresi vb.diyenler. Aslında bunlar da tam olarak neye iyi oldu dediğini bilmeyenler. Çünkü yasaklar hiç bir zaman çözüm olmamıştır. Hak ve özgürlüklere vurulan yeni bir darbe bu. Arkasından dur bakalım, daha neler gelecek dedirten cinsten. 

Varlığı bağımlılık yaptığı gibi, yokluğu da hasta edebilir cidden. Kapalı olmasının psikolojik etkileri illa ki olacaktır. Yaşayıp hep birlikte göreceğiz. 

Kapanmadan önce son gece, ben de birkaç tatil fotosu atmayı başarmıştım nihayet aylar sonra. Layklarıma ağız tadıyla bakamadan erişim engeli yemişiz meğer sabahında. 

Madem artık İnstoş yok, üç beş foto da buraya atayım bari. Kısmet ayağınıza geldi. Güzel bir yaz oluyor. 

Öpüyoreeeee!