27 Mart 2022 Pazar

WHAT a WINTER, huh?


Ne zaman pencereden dışarı baksam, kar yağıyor. Nerdeyse bir aydır, Allah’ın her günü. Oturup izlemesi güzel. Öyle güzel ki. Böylesine güzel bir gökyüzünün altında, bu kadar kötü insan nasıl yaşıyor, akıl sır erdiremiyorum bir türlü, tıpkı Dostoyevski’nin de erdiremediği gibi. Kulakları çınlasın diyeceğim ama artık öbür tarafta kendisi. Rahmetli. Bir gün hepimizin gideceği yer. Sanki hiç gitmeyecekmiş gibi, bu dünyaya kazık çakacakmış gibi bulaşmadık pislik bırakmasak da, olay bu. 

An be an sona yaklaşmaktayız. İnsan bedeni zamanın karşısında yok olmaya programlanmış. Kaz ayaklarına botoks da bassan, beyazlarını önce tek tek dibinden kesip, sonra zamanla sayıları artıp baş edemeyince boyamaya da başlasan, hormonların terk ediyor vücudunu… Yavaştan ama istikrarla. Ki seni sen yapan, o hormonlar aslında. 50’ne geldiğinde, kendine o zamana kadar nasıl iyi bakmış olursan ol, dışardan mihrap hala yerindeymiş gibi dursa da, içten içe bitmiş oluyorsun. Organlar bir bir teklemeye başlıyor. Sonrası… Sonrası artık biraz genetik miras, biraz kader, biraz şans, biraz bakım… Sonrası ise yine malum. Dikilen nallar. Dört kolluyla kapanış. Bir avuç toprak..  Kaçış yok. 

Peki niye biz insandan daha pisliği yok bu dünyada? Neyin hırsı bu, neyin kibiri? Neyin öfkesi? Bu dünyaya geldiğimiz andan itibaren kum saatimiz geriye doğru akmaya başlıyor. Hepimiz biliyoruz bunu. Eeee? Niye bile bile lades? Neyse ki hepimizin suçu yıkabileceği bir günah keçisi var; içimizdeki şeytan. Aynı zamanda bir Sabahattin Ali romanı. Kulakları çınlasın diyeceğim ama yine mümkün değil. Nalları dikenler kervanına kendisi de katılalı çok oldu. Tıpkı sevdiğim diğer bazı değerleri insanlar gibi; Albert Einstein, Vincent Van Gogh, Mevlana Celaleddin Rumi, Leonard Cohen, Franz Kafka, Pyotr İlyich Tchaikovsky, William Shakespeare, Müslüm Gürses, Sigmund Freud, Barış Manço, Oscar Wilde, Stanley Kubrick, Mustafa Kemal Atatürk, Robin Williams, Jimi Hendrix, Nazım Hikmet Ran, River Phoneix, Ferdi Özbeğen… ve daha nicesi. Ama Havva anamızı da unutmamak gerek. Adem babamıza elmayı yedirmeseydi şu an ne biz olacaktık, ne bu dünya, ne de bu içimizdeki şeytan. 

Kar güzel.. Güzel ama. Sahi, ne zaman bitecek bu kış? Zenginin damına yağarken, fukaranın bilin bakalım neresine yağıyor? Tabi ki zam, zam, zam da, zam zamlı doğalgaz faturalarına. Maddi sıkıntın yoksa, dağda, kayakta kış güzel. Bu sezon dağda Nisan sonuna kadar sürecek gibi. Güzel de.. Şehir hayatında bir süre sonra leş bir şeye dönüşüyor. Üşümekten ve ıslanmaktan yoruldum. Endorfinim, serotoninim yerlerde. Kaymadan, düşmeden, çanağı kırmadan işe gidip gelebildiğim bir hafta daha bitti. 

Güneşe ateş eden Adana’lılara kırgınım. Gerçekten vurdular galiba. 

İçimizdeki şeytanın bir sonucu da bu işte, küresel ısınma. Küresel ısınma hep yanıcaz anlamına gelmiyo. İçinde ısınma geçiyo diye hep öyle anlıyoz. İklim krizi demek aslında. Donmak da buna dahil. Tıpkı ayrılıkların da sevdaya dahil olması gibi. Çünkü ayrılanlar hala sevgili. Bir başka sevdiğim rahmetli, büyük şair Atilla İlhan’ın o ölümsüz dizesindeki gibi. Ve daha nicesi demiştim, değil mi? Şimdi yeri geldi, Atilla’cığımı da ekledim. Kimbilir bu yazı bitinceye kadar daha kimleri kimleri eklerim listeye? 

Ha, yaz gelince napıcaksın ki Çaylak de. Para mı var gezmek için? Yaz da zengine güzel anasını satiim. Bu bozkır sıcağının altında yandım Allah yandım diyip durcam. Yangınlar, virüs, savaş, ekonomik kriz… Peki ya o hayal kırıklıkları? O yüklediğimiz anlamların bir bir altında kalışımız? Hem de bir kez değil, kimbilir kaç kez. Ama bu sonuncuydu. Son kez. 

Gökyüzünün masmavi olduğu, güneşin içimi ısıttığı, kuşların cıvıldaşıp uçuştuğu, çiçeklerin mis gibi koktuğu bir bahar gününü hiçbir şeye değişmem. 

Özledim. 

Bak bi de ne dinliyorum bu ara, bu yağan kara bakarken; 

Dinle >>>>> 


Çok ama çok başarılı olmuş. Bergen filmine gitmesem de, kendisinden kaçış yok. Albümün kesinlikle en güzel şarkısı. Elinde kağıttan fotoğraf tutan tüm neslime gelsin! 


14 Mart 2022 Pazartesi

HAZİN KIRMIZI



Birini sevdiğin zaman, onun da seni aynı şekilde sevdiğini umuyorsun. İkinizin de aynı duyguları yaşadığını sanıyorsun. Ama işin gerçeği bambaşka işte. Onun kalbinden geçenleri asla tam olarak bilemiyorsun. Ve asla seninkiyle birebir örtüşmüyor. 

 Ferzan Özpetek, İstanbul Kırmızısı 


Gerçekten de öyle. Tam olarak öyle. Kelimesi kelimesine öyle. 

Zamanında önce romanını alıp okuduğum, sonra da sinemada izlediğim bir filmdi İstanbul Kırmızısı. Ancak tam anlayamadığım, bunda belki de ilk seferde anlaşılacak bir film olmamasının veya anlaşılabilir bir film olmamasının, hatta ne anladıysan o kadar bir film olmasının payı da inkar edilemez. Filmi bir hazmetme süresi var. Dün yine denk geldi televizyonda, tam da başlarıydı. Yapacak daha iyi bir işim de yoktu. Oturdum, bir kez daha izledim.

Hani bazı resimlere bakarsın, kendinde olduğu kadarını görürsün. Resimle arandaki duvar ressamdır. Üstünden atlayıp, ardını göremezsin. Sadece hayal edebilirsin. Tahmin edebilirsin. Kurabilirsin. 

Ferzan Özpetek de bu filmi kırılmaz, incecik bir duvarla örerek yapmış. Bilerek ve özellikle kendi için yapmış. Duvarın ardındakileri de her seyircinin kendince kurmasını istemiş. Metaforlarla dolu. 

Sevgiye dair çok derin göndermelerin yapıldığı, insanların birbirini sevmeyi beceremediği bir atmosferde geçen, bazılarının gerçekten çok anlamlı olduğu replikler var. Buna daha önceki izlediğim seferlerde takılmamıştım pek. Eee, insan yaşadığını biliyor. 

Tabi ki filmin en can alıcı kısmı -bence- İstanbul’un hiç olmadığı kadar güzel göründüğü, ruha dokunan o sahneleriydi. Yeniköy sahili, Galata Kulesi, Boğaz, Kariye Müzesi…

Ferzan Özpetek filmlerini ne kadar çok sevdiğimi, hepsini nasıl da çok severek izlediğimi- hatta bazılarını pek çok kez-, bir tek Ferzan Özpetek’in kendi bilmez. 

İstanbul Kırmızısı güzel; hem İstanbul’u hem de kırmızısı. Bir Karşı Pencere ya da Cahil Periler olmasa da. 

İzlememiş olanlara da duyurulur. 

Bergen filmi postu beklerken, ne buldunuz değil mi? Dijitale çıkınca belki. Bir sinema bileti olmuş 50 lira! 


6 Mart 2022 Pazar

DOSTOYEVSKİ’NİN SUÇU NE?


Aşağılık bir dünyada yaşıyoruz, mâlum. Kötülüğün baş tacı edildiği bir dünya burası. İnsanı insanlığından utandıran bir başka savaş daha başladı. Bu kez Ukrayna’da. Bosna’da tecavüze uğrayan, Irak’ta aldatılan, Suriye’de görmezden gelinen, Afganistan’da vahşetin zirvesini görmüş olan insanlık, bu kez de Ukrayna’da ölüyor. Bu bir işgal. Tarihsel, ekonomik, güç gösterisi… Her ne olursa olsun, menfaatlerin savaştığı, silah tüccarlarının kazandığı, masumların öldüğü bir başka kıyım bu. Siz hiç bir mezara bir avuç toprak attınız mı? Hiç bir tabuta omuz verdiniz mi? Bu ölenler birilerinin annesi, babası, eşi, çocuğu, sevdiği. Hem asker, hem sivil. 

İnsani koridorun açılması için tarafların ateşkes ilan ettiği bugün, önüme öyle görüntüler, öyle haberler düşüyor ki; çok, çok üzülüyorum. Malesef durum çok daha kötüleşebilir. İşin rengi değişebilir. Küresel düzende, taşlar yerinden oynayabilir.  

Hiç değilse başımıza bombalar yağmıyor, en azından şimdilik, bu da bir şey ey güzel Allah’ım diyerek, kendimi avutuyor, kendi derdimi unutuyorum. Sonra da utanıyorum. Kendimi düşündüğüm için utanıyorum. 

Ekonomik bir savaş veriyoruz memlekette, o ayrı bir konu. Her şey el yakıyor, enflasyon içimizden geçmiş durumda. Hele ki bir de bu savaş ayağına, akaryakıt fiyatları hepten çıldırdı. Ama yine de vatan toprağındayız, evimizde, sevdiklerimizle, güvendeyiz. Bir şekilde gelecekten umutluyuz. Bombalarla güne uyanıp, sığınaklarda sabahlayıp, her şeyini bir kalemde geride bırakıp, kolay değil öyle bir trene atlayıp bir bilinmeze gitmek. 

Hastalıklı zihinlerin ürünü olan bu savaşın, farklı bir boyuta taşınıp büyümeden, nükleer bir başka felâkete dönüşmeden bir an önce sona ermesini diliyorum. Önünde sonunda, Rusya kazanacak gibi duruyor. Ama kazandıkları, kaybettiklerinin yanında devede kulak kalır mı? Bunu zaman gösterecek. Rus rublesi daha şimdiden % 50 değer kaybetmiş durumda. Daha pek çok yaptırım da kapıda. Ekonomik olanları anlıyorum da, Dostoyevski eserlerinin yasaklanması ne alaka? Çok büyük bir değer, sadece milli değil, bir dünya değeri. Kuşkusuz hepimizin hayatına dokunmuş, insanlığa pek çok şey öğretmiş olağanüstü bir yazar. Belli ki; öğretemedikleri de olmuş. Nefretin insanları getirdiği bu nokta çok düşündürücü. 

Barış kazansın. 

İyilik kazansın

İnsanlık kazansın.