28 Kasım 2021 Pazar

İŞTE

AÖF sınavlarının olduğu bu sabah saat 7:00’de kalkıp, 20 dolar kazanmak için kampüse doğru yola çıktım. Ben sınavı bitirip eve dönünceye kadar bu tutar 19 dolara düştü. Bugün kazandığım bu para, hesabıma yatıncaya kadar da muhtemelen 16 dolara gerilemiş olacak. Bu işin maddi boyutu.

Boşuna uğraştığının farkına vardığın bir kırılma anı vardır hani. Kendini kandırırcasına çaba harcayıp, oldu sandığın anlarda bile aslında olmadığını ve hiçbir zaman olmayacağını fark ettiğin o an. Aradaki mesafenin asla kapanmayacağına kanaat getirdiğin o an. Yokluğunun hiç hissedilmeyeceğini kavradığın o an. Kalbinden gelen o kırılma sesini ciddi ciddi duyduğun bir andır bu aynı zamanda. Bırakıverirsin debelenmeyi. Garip bir ağırlık gelir üzerine. Vazgeçersin. Bu da işin manevi boyutu. 

Maddiyatım mı maneviyatımın gerisinde, yoksa maneviyatım mı maddiyatımın? Karar veremiyorum. 

Çok uzun yazamayacağım. 

Siyah beyaz günler. 

Bugün de öyle bi Pazar işte. 

Brice Davioli- But It’s Over


Kampüs/Göl Cafe, Kasım 2021



17 Kasım 2021 Çarşamba

ÖNÜMÜZE BAKICAZ

N’aber?

Olmaz. Önce ben sordum. Beni çok merak ettin demek. Vaayyy! Yalanın batsın. Nerdeyse inancam. He hee. Ben de sana karşı boş değilim işin tuhafı. Seni düşünmek, seni düşünüp mutlu olmak, sana yeni lakaplar bulmak hoşuma gidiyor. 

Blogcan. 

Lö blög.

Bilög. 

Eine Blög. 

Bilog. 

Bülog. 

Blogiringen. 

Sana taktığım bu lâkapları hacılamasınlar diye, notere gidip isim hakkı almayı bile düşünüyorum inan. 

Çok garip be biloog. 

Sanki zaman durdu. Bütün o parlak renkler birden soldu. Kuşlar uzaklara uçtu. Müzikler sustu. Yemekler lezzetsizleşti. Öyle bir hal. 

Hayatım bir anda öyle boş bir hale geldi ki, ben kimim, ne için yaşıyorum, amacım ne gibi bir takım varoluşsal sorular içinde debelenirken buluyorum kendimi zaman zaman. Boşlukta yürüyorum sanki. 

Yürümek hep iyi gelirdi bana halbuki. Ama artık iyi gelmiyor. Ne alaka bilmiyorum, beynim fazla mesai yapıyor yürüyünce. Bi noktadan sonra da devrelerin yanması kaçınılmaz oluyor. Düşün düşün, sonrası malum. 

Buzdan sanılır bazı kalpler. Bilmek istemezler, ama buz da kırılır. Sonra erir, ve yok olur. Hangisi sebep, hangisi sonuç, bilemezsin bazen. Kaçabilirsin belki, ama saklanamazsın her zaman. Evrende asla kesişmeyecek paralel doğrular vardır. Bir de tüm ihtimalleri bir bir yok eden gerçekler. Gökten haşa Allah inse, olmaz dese, yine de inanmak istemezsin. Gözlerinle görmen gerekir bazen. Bazen seni, kendi silahlarınla vuran birileri çıkar karşına. Yenilmezsin, ama yenemezsin de. Zaten önemli olan katılmaktı demekten başka bir şey gelmez elinden. Der, ve yoluna devam edersin. Bu da bir tür yenilgi değil midir? Aldık, kabul ettik. 

Eyvallah. 

İnsan, kaybettiğinde evine dönmek ister. Benim evim ise artık başkasının evi. Dönemiyorum. 

Ne diyordum? Haaa. 

Günler ne kadar da hızlı geçiyoooo, diğğğ mi bülog? % 50’ye varan indirimlerin zamanı çoktaaaan gelmiş bile. AVM’lerden sıtkımı sıyıralı epey oldu. Ama SMS’ler yakamı bir türlü bırakmak bilmiyor. Ne de olsa, sadece hatırlı değil, yağlı bir müşteriy(d)im. 

Tüketim toplumunun alışverişi azdırma tekniklerinden başlıcası bu yüzde elliye varan lafı yeminle! 

Girer bakarsın, o yüzde elliye varan bir kaç ürün ya vardır ya da yok. Ama hepimiz, bilhassa dişi camiası, bu çarkın yolcuları olduğumuz için bu azdırma tekniğinin albenisine yenik düşeriz.

Her ay kredi kartı ayrıntısını karşımıza alıp kendi kendimize, önümüzdeki ay bişe almıycam diye sözler veririz. Ama o çok sevdiğimiz dükkanın o camında yazan %50 yazısını bi kere es geçeriz, hadi iki kere es geçeriz… Ama diğer hafta camda % 70 yazınca, hepimiz adeta birer Amazon oluruz! Allah Allah nidalarıyla dalarız mağazaya, kapanın elinde kalan, tek renk/ tek beden o son ürünleri bir bir doldururuz alış veriş sepetine! 

Kendimize verdiğimiz o sözler falan, hepsi hoooop uçar gider! Bu ayakkabıları görünce mesela, skinny jeanlerle süper olur bunlar! denip yola devam edilir. Hiç şaşmaz. Zaafım var kuzum, napiiim?  

Da-ya-na-ma-dım. 

Üstelik daha sadece % 30’da. Ama daha şimdiden tek numara kalmış! Al-dım git-ti! İade edip etmemek arasında hâlâ gidip geliyorum. Tipik ben.

Çok yorgun olunca dinliyorum onu. Tıpkı bu postta olduğu gibi, ha bire değişen duygu durumuma en iyi onun müziği geliyor bugünlerde. Duyguların insanı. Ne zaman dinlesem Nirvana’ya ulaşıyorum! Eserleri büyük acılarla beslenmiş olsa da, insanlığı notalarla tedavi eden kutsal bir aziz bence kendisi. Dehası ise arşta. Mozart getir götürünü yapar, Bach diz çöker tövbe çeker, Vivaldi sen bi uzak dur bu tartışmadan kardeşim. Günümüzün autotune’lu saçma şarkılarına değinmeyeceğim bile. 

Pişmanlıklar, alışkanlıklar, yarım kalanlar ve unutulanlar. Sevmediğin halde yapmak zorunda oldukların. Ve aslında yapmak istediklerin. Sonsuz bir keder. Sonra tüm şelaleler senin için akar. Sonra tüm yıldızlar senin için aydınlatır geceyi. Bilirsin, güneş doğacaktır yine sabah. Nasıl yan yana geldi tüm bu notalar?

Hayatı boyunca hem hiç sevilmeyip, hem de çok sevilmeyi başarmış bir zât-ı muhterem kendisi. 

Belki hissediyordur onu ne çok sevdiğimi. Bu ara kendisine çok düşüp, onu ne çok dinlediğimi. Ve bana çok iyi geldiğini. 

Çok teşekkür ederim. 

Bir gün anavatanın Rusya’da, bunun canlı ve en güzel performanslarından birini izlemek en büyük hayallerimden biri. 

O zaman, 

Dinle, ey lö yolcu! 

>>>>>>>>

Tchaikovsky-Swan Lake










7 Kasım 2021 Pazar

ÖBERİM!

Ne güzel bir Pazar! Güne gülerek uyanmak, gülerek duş almak, YouTube’da en sayko videolara kahkahalarla gülmek ve köpüklü olsun diye yaparken yırtındığım törkiş kahvemi içerken; içimi kaplayan bu Isparta gülleri gibi mis ortamı neye borçlu olduğumu düşünmek… Peki, neye borçluyum sahi? 

Tabi ki o tokata! 

Tokadı yemeden gelmiyo lan bu huzur! İyi ki! İyi ki! Allah atandan bin razı olsun! Başka türlü düşmezdi benim jeton! Öyle köşeli! 

Hayat tuhaf bi denge üzerine kurulu, yemin ediyorum bak. Oh be! Nihayet düze çıktım. Mustafa Ceceli kadar huzur dolu bi sıfatım var artık. Ahan da böyle! Evet, bu görseldeki hatun temsili benim! 


Bazı şeyler yoluna girince, çocuk gibi seviniyor ve umutlanıyorum. Bu hep böyle olmadı mı ki? Bildiğin ben. 

Tanrı beni shake your bon bon, shake your bon bon yapıyor arada, tıpkı bi kokteyl gibi sallıyor. Bu ritim bazen beni çok yoruyor aslında. Hırpalıyor resmen. Ama shake yaparken bazen mucizeler sunduğu da oluyor ve ben buna bayılıyorum. 

Her zaman bekleriz! 

Shake meeeee! 

Shake me moreeeeee! 

Bu ara hır gür yok. Mevzu yok. Sular duruldu. We are the world we are the children yani bi yerde. Huzurun dibi. Oh be. 

Ayrıcana; kim, nerde, napiyo? Bilmiyoreee. İlgilenmiyoreee. Umursamıyoreeee. Al sana kombo huzur! Magazin turuna çıkmıyorum. En son kim kime atladı? Bilmiyorum bak misal. Oh, mis! Kafam rahatladı yemin ediyorum. Hatta işi o kadar ileriye götürdüm ki; çekmeyen internetin hastasıyım bu aralar. İnternet yoksa, huzur var orda yemin ederim. Bir tatlı huzur almaya geldim ah çekmeyen ağlardan, ah çekmeyen ağlardan! Gerçi bu postu şu an yazıp yitekliyor oluşumu mobil verimin çekiyor olmasına borçluyum. O ayrı mevzu. 

Olsun! Şimdilik iyi gidiyorum. Aferin bana. Özsaygı hepimize lâzım. Hepimize. 

Hatta dün yakın sayılabilecek bir mesafede olan şahane bir vadiye kalbimi bırakıp geldim. Ahan da görsellerden de anlaşılacağı üzere: muazzam bir sonbahar yaşanıyor Türkiye, her nerede yaşanıyor ve yaşatılıyorsan! Reha Muhtar’a bi selam çakiimZamane bebeleri bilmez tabi adamı, o yüzden Works Cited vermek zorunda kalıyorum ha bire. X ve Y kuşağı okurlar leb demeden leblebiyi anlıyorlar neyse ki! Can onlar, can!





Güne güzel ve huzurlu uyanamadan geçen onca zamandan sonra, kulağımı çekip tahtaya, taşa, neye bulursam vuruyorum parmağımın büktüğüm ilk boğum yerini. Hem kulağım çekmekten sarksın, - nerdeyse 2 yıldır maske takmaktan kepçeden hallice oldu zati-, hem de parmağımın boğum yeri vurmaktan nasır tutsun istiyorum! 



Bu arada baya baya enternasyonel takılmaya başlamışım. Blogu tıklayan siz sevgili lö okurlar; nerdeyse dünyanın her yanındasınız! Ahan da bu haftanın istatistiği! Bu nasıl oluyor, beni ve bu blogu nasıl bulup okuyorsunuz, hiç anlamıyorum! Valla bak! Çünkü lö blög’ün reklamı için hiç bişe yapmıyorum. Hatta tam tersi, beni tanımayan, bilmeyenler okusun istiyorum özellikle! Çünkü kasmıyorum öyle olunca. Kim hakkımda ne düşünür, takmıyorum. Gelişine yazıyorum. Paşa gönlüm her nasıl isterse. Kim okuyacak? Bilmiyorum. Bilinmezliğin verdiği o heyecan hiçbir şeyde yok.

Bugünkü wiş listim bu kadar! 
Öberim all of yu! 

Üstelik musikili. Sevildiğinizi bilin. 

>>>