Bu ara sıkça onu düşünüyorum. Sıkça onu özlerken buluyorum kendimi. Yurt dışı aktarmalarda kısa süreli ya da günübirlik bulunuşları saymazsam, tam 3 yıl olmuş gitmeyeli. Bu ‘Galata Kulesi’ni de o son gidişimde almıştım. Ofisteki kitaplığımda dururdu hep, severdim ara ara. Nasıl olsa giderim, bir haftasonuna bakar diye diye öteleyip durduğum İstanbul özlemim, bir süredir kazandığı yeni anlamıyla, hem sevdâlım hem belâlım artık. Kendimle ha bire belâya kaldığım bir sevgili. Sevgili. Uzak ve yasak. Bir koşmak, bir kaçmak istediğim tuhaf bir rota. Karışık. Bu pandemi yazında, kafam da kalbim de her zamankinden daha karışık. Ne düşüneceğimi, ne hissedeceğimi bilemiyorum. Üstünden adresi silinmiş bir mektup gibi bazen, bir hücre gibi bazen de, anahtarı kayıp gardiyanlarda olan. Bilinmez. İstanbul. Uzak mı yakın mı, bilemediğim. Bir yabancı. Uzaklığında içimin ezildiği, İstanbul. Onca olmaza rağmen, sevdiğim. Öyle derin.
Brazzaville’in Bosphorus şarkısını bilirsiniz ya da eminim duymuşsunuzdur, çalınmıştır kulağınıza bir gün, bir yerde. Enteresan bir hikâyesi vardır şarkının. İstanbul aşığı bir Türk kızının, bir gün vapurla karşıya geçerken, parmağındaki yüzüğü boğazın sularına bırakıp, kendisini İstanbul’la nasıl nişanladığını anlatır sözleri. Artık ne yaparsa yapsın, nereye giderse gitsin, kimi severse sevsin, dönüp geleceği böylece hep İstanbul olacaktır. Boğazın dibini boylayan o yüzük, sigortasıdır aşklarının ne de olsa. O yüzük orada durdukça, onun kalbi de hep İstanbul’da, İstanbul için atacaktır. Şarkının sözlerini bir de böyle dinleyin, o zaman daha bir depreşiyor sevginiz, sadece şarkıya değil, İstanbul’a da. İşte burda!