2 Aralık 2022 Cuma

KALDIĞIMIZ YERDEN


Hayatta baş edilmesi en zor duygulardan biri hayal kırıklığıdır.  İnandığın, bildiğin, sandığın her şey bir anda yerle bir olur! Toparla toparlayabiliyorsan. 

Geçen yıl, 2021’in son günü, bir yılı daha kapatırken.. Beraberinde çoktan kapatmam gereken bir kapının da olduğunu biliyordum artık. Hayal kırıklığı, öfke ya da gururdan ziyade, aslında artık bir yere götürmediği ve götürmeyeceği için. Yılbaşı kazağımı giydim. Mumlarımı yaktım. Yeni yıl dileklerimi yazdım ve geçmişi ait olduğu yere bırakmak için düğmeye bastım. Böyle yazdığıma bakma şimdi. Elim titremedi değil. 

Bırak gitsin. Olduğun gibi iyisin. Bazen kendini seçerek bir döngüyü kırabilirsin. 

2022’nin ilk 6 ayı şaşırtıcı derecede çok iyi gitti. Çünkü özünde nesneler bizim onlara yüklediğimiz anlamlardan ibarettir. İnsanlar da öyle. Hepsi bu. Sessizliğimizi hak eden insanlara, dikkatimizi, sözcüklerimizi ve zamanımızı boşa harcamamalıyız. Ruh sağlığımız için bu bazen gereklidir.

Ancaaaaak, yılın ikinci 6 aylık virajını alamayıp, seri taklalarla devrildim. Nakavt!

Devamında, keskin bir U dönüş!

Kendimi, o kapattığım kapının tam da önünde buldum. Yeniden. 

İlâhi bir zamanlamayla, ilâhi bir hediye. Kabul etmek istemesem de. 

Bazen affetmek, verdiğin değeri azaltmaktır diye diye teselli bulmaya çalışıyorum son 6 aydır. Azaltmayı denedim. Hâlâ da deniyorum. 

Ama azalmıyor. 

NOT

Sevgili Noel Baba, 

Geeeeel beeee! Hep holivudda ötüyor borun. 2023’de bu garibi de gör sevabına. Yap bi kıyak. Bul bi yolunu. Ben işin içinden çıkamıyorum.

Sen konuyu biliyorsun.

>>>

Seninle Başım Dertte

13 Haziran 2022 Pazartesi

BENDEN ADAM OLUR MU?



Bugün de tıpkı son üç haftadır yağdığı gibi, yağmur yağıyor. Aslında nerdeyse her gün güneşli başlıyor. Öğlene doğru sıcak iyice bastırıp, bunaltıyor. Akşama doğruysa, birden ortalık karışıyor. Gri bulutlar çoğalıyor. Öyle bir gürültü kopuyor ki, inanamazsın. Ve sonrasında birdenbire şaaaar diye üşütmeyen, ılık bi yağmur iniveriyor. Bazen biraz uzun sürse de, çoğunlukla kısa süreli bi yağmur bu. Sonra hava sakinleşiyor. Batmaya yakın yeniden açan güneş, daha da bi yeşeren çimler ve toprak kokusu. 

Kırkikindi diyorlar buralarda adına. Bilir misin? Bilemezsin. Sizin oraların yağmurları farklı.  Kırk gün boyunca ikindi vakti yağan bahar/yaz yağmurları bunlar. Ne kadar da şairane bi giriş yaptım, değil mi?

Küçük tesadüflere büyük anlamlar yüklemekte üstüme yok. Ah, ne çoraplar ördüm başıma. Bir bilsen. Bilmesen daha iyi ama. Çok kızarsın kesin bana.  ‘Ah be Çaylak, ne yaptın sen?’ dersin. ‘Niye böyle bir şey yaptın ki?’ dersin. ‘Keşke yapmasaydın.’ dersin.  ‘Yanlış yapmışsın.’ dersin. ‘Hem de çok yanlış…’ Bu söylemlerinin yumuşatılmış versiyonları tabi. Ağzını kesin bozarsın çünkü. Biliyorum. Haklısın. Bozulmayacak gibi değil. Ama sen yine de bozma. Buraya ayıpçı şeyler yazmak istemiyorum şimdi. Biiiiipliyorum. 

Ah ahh! Duygularımı ve paramı asla kontrol edemiyorum. İkisi de çok gereksiz yerlere gidiyor. Ne yapıcam ben böyle ya büloog ? Kurtar beni, nolursun. Yalvarıyorum. Nolur. Resetle beni. Fabrika ayarlarıma geri döneyim. Pliiiiizzz. 

Sersem sersem dolanıyorum ortalıkta. 

>>>>


Dinle, ey yolcu! Madem buralardan geçiyorsun, sen de dinle. Başıma yeniden ördüğüm bir başka çorap da bu. Neden mi? 

Kırkikindilerde, pişmanlıklardayım. 












 



21 Mayıs 2022 Cumartesi

CONİ’SİN SEN!

Üzülüyorum Coni sana be oğlum. Hem de çok üzülüyorum. Hiç bi zaman fanatiğin olmadım. Gençlik zamanların da dahil, hiç bi zaman çekici gelmedin bana. Neden bilmem. Hiç bi filminde düşmedim sana. Düşünüyorum şu an. Niye? Yakışıklı olmaya yakışıklısın ama… Serseri sokak çocuğu triplerin bana çok uzak. Efendi adam severim ben. İt kopukla işim olmaz. Bi de, sanırım, bi neden de hala bi Oscar’ının olmaması. Onca yıl, onca film. Ayıp be. Kusura bakma. Ha, her türlü giderin var. O yüzden üzülüyorum senin için. Şuna bak. Ne hallerdesin. Ah be Coni. 

Sayko bi hatun bu, çok belli. Her şeyi göze almış. Dişe diş kana kan. Bir hukuk savaşının içindesin. Kaybettiğin milyoncuklar şöyle dursun, bunca yıllık kariyerin bitme noktasına gelmiş. ötü başı dağıtmana ramak kalmış. Ama sen son kavganızda sırf ‘bir daha gözlerimi göremeyeceksin’ dediğin için, mahkeme salonunda hatundan gözünü kaçırıyor, duruşmada güneş gözlüğüyle oturuyorsun. Geberiyorum olaya ya! Bu neyin kafası be oğlum? Bu neyin romansı? Ne arabesk duygulardasın! Hala seviyor olamazsın bu hatunu! Yapma! Hayatını mahvetmiş bu hatun senin! Duygusal ceza mı veriyorsun? Ergen misin oolm sen? ‘Tribüne oynuyorum yavrum. Jüriye saplamanın bi parçası bu, saçmalama yahu, ne alaka, ne aşkı!’ de. Allah’ını seviyorsan de! Nolur de! Yoksa bu davayı anca Freud paklar. Bense centilmenliğine ve klas adam oluşuna vermek istiyorum bunu! Israrla. 

Gerçekten kafan mı kırık? Rol mü yapıyorsun? Anlamadım ki. Hala önemsiyor gibisin bu hatunu. Halinden tavrından belli oluyor. De, nolur de! ‘Alakası yok, yavrum!’ de. 

Hey Allah’ım! Aptallık etme! Sen Coni’sin! Kendine gel! Bugün belki haritadaki yerini dahi bilmediğin bu okyanus aşırı ülkenin, bu şehrinde, sokaktan geçenlere rastgele sorsak, ‘Aga, holivuddan bi jön ismi de bağak’ diye, kesin ilk 3’desin! 

58 yaşına gelmişin be oğlum, tamam Coni’sin falan da, artık kadayıfdan hallicesin. Şurda Azrail gardaşın olsa bile, yaşasan yaşasan daha kaç yıl yaşarsın ki? Kapıldığın hatunsa sadece 28’inde! Kendinden 30 yaş küçük bir kişi ile ilişki kurma kompleksinin sonucu işte bu. Sağlıklı bir ilişki beklemek tuhaf olurdu, valla kusura bakma. Ne de olsa kızın yaşında. Hatunun manipülasyonu bariz, ama öyle anlaşılıyor ki sen de pek masum değilsin. İkiniz de birbirinize şiddet uygulamışsınız. Envai çeşit hem de. Çok net. Toksiğin dibinin dibi bi ilişki. Yazık. Coni’sin oğlum sen ya, nasıl böyle bi tufaya gelirsin? 

14 yıllık hayat arkadaşın ve iki çocuğunun annesine nikah kıyma, kadir kıymet bilmeden kızın yaşındaki bu hatun için onu terk et, bi de üstüne tut bu yeni hatuna nikah kıy! Hiç yakışıyor mu? Yaşadığın dramı kendin yaratmışsın resmen. İster karma de, ister ilahi adalet de. Allah’ın gökten inen sopası de. Ne dersen de. Gül gibi de hatunmuş! Evlatlarının annesi. Çok ayıp etmişsin. Bi yerde müstehak bu yaşadıkların belki de sana. 


Nasıl asil bir hatunsa, hala da arkanda duruyor. ‘14 yıl boyunca mükemmel bir birliktelik yaşadığım bu adam bi karıncayı dahi incitmez. Bana ve çocuklarımıza karşı her zaman çok sevecen oldu’ diyebiliyor. Kahrolabilirsin iyicene vicdan azabından artık. 


Yola çıktıklarını yolda bulduklarına değişirsen, yolunu kaybedersin işte böyle Coni efendi. 

İster Coni ol ister Acun, her şey bi noktada biyoloji. Karşındaki sana bu kadar yaş farkına rağmen, yaklaşıyorsa sebebi ya psikolojiktir ya da ekonomik. Yani sentetiktir. Günün sonunda ne olacağı da aşağı yukarı bellidir. Arınmak lazım bu post antropoz komplekslerden. Bak Keanu’ya. Adam kendiyle barışık. Özgüvenli. Kafası çalışıyor. İşi olmaz çoluk çocuk yaşındaki hatunlarla! 


Onca ortaya dökülen mahremiyete ne demeli peki? Yok parmağımı kesti, yok soda şişesini bilmem naptı, yok votka şişesini şeyime şaaptı! Vay anam vay. Hatun bir kavganızda ‘Oğlun belki üvey babasından erkeklik öğrenir, sende olmayan şey’ dedikten sonra, daha başka artık neler neler dediyse, seni çıldırtmış ve sen de onu duvardan duvara çarparken ‘Yeterince sert miyim şimdi?’diye sormuşsun ya, ses kayıtları ortada. Ha, tape mi? Tape tape! Montaj, şantaj di mi? Ah be Coni. Sen bu hallere düşecek adam mıydın? Uluorta erkeklik organın konuşuluyor.. yuh! Yetmedi, hatun bi de yatağınıza .ıçmış! Sana şişko, yaşlı adam diyor. Hatundaki özgüvene bak! ‘Dior sana niye işbirliği teklif etsin ki, tarzın yok’ diyor. Oğlum sen Coni’sin ya! Seninle nasıl böyle konuşmasına izin verebilirsin? Ey zaman, çok acımasızsın.

Sana ha bire köpek çektiğini korumalarından tut, tüm set çalışanlarına kadar herkes biliyor. Sana vurmuş. Seni pataklamış. Seni hırpalamış. Nasıl oyuncak oldun böyle histerik bi hatunun elinde? Oğlum, sen Coni’sin yaa!! 

Tamam, anladık. Bu şöhretle baş etmek kolay değil. Alkol ve madde bağımlısısın. Ama o camiada temiz kalmayı başaran nerdeyse yok, herkes senin gibi. Yolun sonuna da gelmişsin artık. Neyine güvendin de yarı yaşında bu hatuna kapılıp nikah kıydın? Bi de nikah kıymışsın! Nikah? Oğlum sen Coni’sin! Ne nikahı? Tüm hatunlar senin. Bırak kendi sahanı, deplasmanda bile, belki de yine aynı okyanus aşırı ülkenin yine bu aynı şehrinde dahi havalandıramayacağın tek bi file yok! Her gece, farklı bi hatunla, her istediğin şartta birlikte olabilecekken… Evlenip tek bi hatuna tabi olmak nedir? Ahmet, Hamdi, Osman değilsin ki sen. Coni’sin ya!!!

Emekli olup sakin bi hayat yaşamak dururken…Naptın sen be oğlum? Sırf genç ve seksi diye. Değer mi şu hatuna? Kendini bulduğun şu duruma bak. Kapana kısılmış bir fare kadar çaresiz görünüyorsun. Hey gidilerin Coni’si. Üzülüyorum sana. Çok hem de. 


Davayı kazansan bile, bütün bu olanlar çok üzücü. Yerle bir olan gururunu, dağıttığın kariyerini ve karizmanı geri alman çok zor. 

Ah be Coni. 

1 Mayıs 2022 Pazar

SEVER GİBİ YAP(MA)

Yılın bu zamanlarında oluyor hep. Hiç ummadığım bir anda birden ortaya çıkıp, beni benden alıyorlar. Öyle ki, bu tesadüflere büyük anlamlar yüklüyorum. Yüklüyorum; çünkü bir tür iç sesim oluyorlar. Yine oldular. 

Kim mi bu yiğidolar? Bkz.  SEVİLDİĞİNİZİ BİLİN BEYLER

Timing ne enteresan bir mevhum ey güzel allahım. Yer, zaman  ve mekân. Aynı duygular. Geliyor, beni buluyorlar. 

Bazen bir insan öyle özlenir ki; bilse bu kadar özlendiğini, utanır yokluğundan. Ama asla bilmez. Bilemez ki. Nerden bilsin? 

Yıkık değil ama kırık. 

Umutsuz değil. Ama umutlu da değil. 

Neşeli mi? Hiç değil. Ama karamsar da değil. 

Pişman mı? Elbette değil. 

Üzgün? Sanki. 

Ama tam olarak o da değil. 

Sitemli. Evet. Sitem dolu. Her cümlesi ayrı sitem. 

Gönül koymak da diyebiliriz. 

Sitem; bir kimseye; yaptığı bir hareketin ya da söylediği bir sözün üzüntü, alınganlık, kırılganlık vb. duygular uyandırdığını öfkeye kapılmadan söylemek. 

Etmek istersin, ama haddin değildir. 

Dostlara sitem edilir, yabancılara değil. 

O yüzden sessizdir.

İçine doğru kırılmasıdır insanın. 

Kalp ağrısıdır. Bir ağrıyanlar bilir ne menem bir şey olduğunu.

İçinde kopan fırtınaya rağmen sitem edemiyorsan, terazinin diğer kefesi boş demektir. 

İşte bu yüzden, sevgiden gelir ama zamanla sevgiyi de alır ve uzaklara gider. 

Bir tür hayal kırıklığı. 

İnen perdeler. 

Bir devrin bitişi. 


Aynı ağaç 

Dinle >>>>

Madrigal- Geçme Artık Sokağımdan

Değerli lö okur, 

Bu posttan çıkarılacak kıssadan hisse ne diye soracak olursan;  

Yabancıları ne sev ne özle, ne de onlara sitem et. 

Sonra da bu şarkıyı uzun yolda dinlenecekler listene ekle. 

Bu kıyağımı da unutma. 

Mutlu bayramlar! 



27 Mart 2022 Pazar

WHAT a WINTER, huh?


Ne zaman pencereden dışarı baksam, kar yağıyor. Nerdeyse bir aydır, Allah’ın her günü. Oturup izlemesi güzel. Öyle güzel ki. Böylesine güzel bir gökyüzünün altında, bu kadar kötü insan nasıl yaşıyor, akıl sır erdiremiyorum bir türlü, tıpkı Dostoyevski’nin de erdiremediği gibi. Kulakları çınlasın diyeceğim ama artık öbür tarafta kendisi. Rahmetli. Bir gün hepimizin gideceği yer. Sanki hiç gitmeyecekmiş gibi, bu dünyaya kazık çakacakmış gibi bulaşmadık pislik bırakmasak da, olay bu. 

An be an sona yaklaşmaktayız. İnsan bedeni zamanın karşısında yok olmaya programlanmış. Kaz ayaklarına botoks da bassan, beyazlarını önce tek tek dibinden kesip, sonra zamanla sayıları artıp baş edemeyince boyamaya da başlasan, hormonların terk ediyor vücudunu… Yavaştan ama istikrarla. Ki seni sen yapan, o hormonlar aslında. 50’ne geldiğinde, kendine o zamana kadar nasıl iyi bakmış olursan ol, dışardan mihrap hala yerindeymiş gibi dursa da, içten içe bitmiş oluyorsun. Organlar bir bir teklemeye başlıyor. Sonrası… Sonrası artık biraz genetik miras, biraz kader, biraz şans, biraz bakım… Sonrası ise yine malum. Dikilen nallar. Dört kolluyla kapanış. Bir avuç toprak..  Kaçış yok. 

Peki niye biz insandan daha pisliği yok bu dünyada? Neyin hırsı bu, neyin kibiri? Neyin öfkesi? Bu dünyaya geldiğimiz andan itibaren kum saatimiz geriye doğru akmaya başlıyor. Hepimiz biliyoruz bunu. Eeee? Niye bile bile lades? Neyse ki hepimizin suçu yıkabileceği bir günah keçisi var; içimizdeki şeytan. Aynı zamanda bir Sabahattin Ali romanı. Kulakları çınlasın diyeceğim ama yine mümkün değil. Nalları dikenler kervanına kendisi de katılalı çok oldu. Tıpkı sevdiğim diğer bazı değerleri insanlar gibi; Albert Einstein, Vincent Van Gogh, Mevlana Celaleddin Rumi, Leonard Cohen, Franz Kafka, Pyotr İlyich Tchaikovsky, William Shakespeare, Müslüm Gürses, Sigmund Freud, Barış Manço, Oscar Wilde, Stanley Kubrick, Mustafa Kemal Atatürk, Robin Williams, Jimi Hendrix, Nazım Hikmet Ran, River Phoneix, Ferdi Özbeğen… ve daha nicesi. Ama Havva anamızı da unutmamak gerek. Adem babamıza elmayı yedirmeseydi şu an ne biz olacaktık, ne bu dünya, ne de bu içimizdeki şeytan. 

Kar güzel.. Güzel ama. Sahi, ne zaman bitecek bu kış? Zenginin damına yağarken, fukaranın bilin bakalım neresine yağıyor? Tabi ki zam, zam, zam da, zam zamlı doğalgaz faturalarına. Maddi sıkıntın yoksa, dağda, kayakta kış güzel. Bu sezon dağda Nisan sonuna kadar sürecek gibi. Güzel de.. Şehir hayatında bir süre sonra leş bir şeye dönüşüyor. Üşümekten ve ıslanmaktan yoruldum. Endorfinim, serotoninim yerlerde. Kaymadan, düşmeden, çanağı kırmadan işe gidip gelebildiğim bir hafta daha bitti. 

Güneşe ateş eden Adana’lılara kırgınım. Gerçekten vurdular galiba. 

İçimizdeki şeytanın bir sonucu da bu işte, küresel ısınma. Küresel ısınma hep yanıcaz anlamına gelmiyo. İçinde ısınma geçiyo diye hep öyle anlıyoz. İklim krizi demek aslında. Donmak da buna dahil. Tıpkı ayrılıkların da sevdaya dahil olması gibi. Çünkü ayrılanlar hala sevgili. Bir başka sevdiğim rahmetli, büyük şair Atilla İlhan’ın o ölümsüz dizesindeki gibi. Ve daha nicesi demiştim, değil mi? Şimdi yeri geldi, Atilla’cığımı da ekledim. Kimbilir bu yazı bitinceye kadar daha kimleri kimleri eklerim listeye? 

Ha, yaz gelince napıcaksın ki Çaylak de. Para mı var gezmek için? Yaz da zengine güzel anasını satiim. Bu bozkır sıcağının altında yandım Allah yandım diyip durcam. Yangınlar, virüs, savaş, ekonomik kriz… Peki ya o hayal kırıklıkları? O yüklediğimiz anlamların bir bir altında kalışımız? Hem de bir kez değil, kimbilir kaç kez. Ama bu sonuncuydu. Son kez. 

Gökyüzünün masmavi olduğu, güneşin içimi ısıttığı, kuşların cıvıldaşıp uçuştuğu, çiçeklerin mis gibi koktuğu bir bahar gününü hiçbir şeye değişmem. 

Özledim. 

Bak bi de ne dinliyorum bu ara, bu yağan kara bakarken; 

Dinle >>>>> 


Çok ama çok başarılı olmuş. Bergen filmine gitmesem de, kendisinden kaçış yok. Albümün kesinlikle en güzel şarkısı. Elinde kağıttan fotoğraf tutan tüm neslime gelsin! 


14 Mart 2022 Pazartesi

HAZİN KIRMIZI



Birini sevdiğin zaman, onun da seni aynı şekilde sevdiğini umuyorsun. İkinizin de aynı duyguları yaşadığını sanıyorsun. Ama işin gerçeği bambaşka işte. Onun kalbinden geçenleri asla tam olarak bilemiyorsun. Ve asla seninkiyle birebir örtüşmüyor. 

 Ferzan Özpetek, İstanbul Kırmızısı 


Gerçekten de öyle. Tam olarak öyle. Kelimesi kelimesine öyle. 

Zamanında önce romanını alıp okuduğum, sonra da sinemada izlediğim bir filmdi İstanbul Kırmızısı. Ancak tam anlayamadığım, bunda belki de ilk seferde anlaşılacak bir film olmamasının veya anlaşılabilir bir film olmamasının, hatta ne anladıysan o kadar bir film olmasının payı da inkar edilemez. Filmi bir hazmetme süresi var. Dün yine denk geldi televizyonda, tam da başlarıydı. Yapacak daha iyi bir işim de yoktu. Oturdum, bir kez daha izledim.

Hani bazı resimlere bakarsın, kendinde olduğu kadarını görürsün. Resimle arandaki duvar ressamdır. Üstünden atlayıp, ardını göremezsin. Sadece hayal edebilirsin. Tahmin edebilirsin. Kurabilirsin. 

Ferzan Özpetek de bu filmi kırılmaz, incecik bir duvarla örerek yapmış. Bilerek ve özellikle kendi için yapmış. Duvarın ardındakileri de her seyircinin kendince kurmasını istemiş. Metaforlarla dolu. 

Sevgiye dair çok derin göndermelerin yapıldığı, insanların birbirini sevmeyi beceremediği bir atmosferde geçen, bazılarının gerçekten çok anlamlı olduğu replikler var. Buna daha önceki izlediğim seferlerde takılmamıştım pek. Eee, insan yaşadığını biliyor. 

Tabi ki filmin en can alıcı kısmı -bence- İstanbul’un hiç olmadığı kadar güzel göründüğü, ruha dokunan o sahneleriydi. Yeniköy sahili, Galata Kulesi, Boğaz, Kariye Müzesi…

Ferzan Özpetek filmlerini ne kadar çok sevdiğimi, hepsini nasıl da çok severek izlediğimi- hatta bazılarını pek çok kez-, bir tek Ferzan Özpetek’in kendi bilmez. 

İstanbul Kırmızısı güzel; hem İstanbul’u hem de kırmızısı. Bir Karşı Pencere ya da Cahil Periler olmasa da. 

İzlememiş olanlara da duyurulur. 

Bergen filmi postu beklerken, ne buldunuz değil mi? Dijitale çıkınca belki. Bir sinema bileti olmuş 50 lira! 


6 Mart 2022 Pazar

DOSTOYEVSKİ’NİN SUÇU NE?


Aşağılık bir dünyada yaşıyoruz, mâlum. Kötülüğün baş tacı edildiği bir dünya burası. İnsanı insanlığından utandıran bir başka savaş daha başladı. Bu kez Ukrayna’da. Bosna’da tecavüze uğrayan, Irak’ta aldatılan, Suriye’de görmezden gelinen, Afganistan’da vahşetin zirvesini görmüş olan insanlık, bu kez de Ukrayna’da ölüyor. Bu bir işgal. Tarihsel, ekonomik, güç gösterisi… Her ne olursa olsun, menfaatlerin savaştığı, silah tüccarlarının kazandığı, masumların öldüğü bir başka kıyım bu. Siz hiç bir mezara bir avuç toprak attınız mı? Hiç bir tabuta omuz verdiniz mi? Bu ölenler birilerinin annesi, babası, eşi, çocuğu, sevdiği. Hem asker, hem sivil. 

İnsani koridorun açılması için tarafların ateşkes ilan ettiği bugün, önüme öyle görüntüler, öyle haberler düşüyor ki; çok, çok üzülüyorum. Malesef durum çok daha kötüleşebilir. İşin rengi değişebilir. Küresel düzende, taşlar yerinden oynayabilir.  

Hiç değilse başımıza bombalar yağmıyor, en azından şimdilik, bu da bir şey ey güzel Allah’ım diyerek, kendimi avutuyor, kendi derdimi unutuyorum. Sonra da utanıyorum. Kendimi düşündüğüm için utanıyorum. 

Ekonomik bir savaş veriyoruz memlekette, o ayrı bir konu. Her şey el yakıyor, enflasyon içimizden geçmiş durumda. Hele ki bir de bu savaş ayağına, akaryakıt fiyatları hepten çıldırdı. Ama yine de vatan toprağındayız, evimizde, sevdiklerimizle, güvendeyiz. Bir şekilde gelecekten umutluyuz. Bombalarla güne uyanıp, sığınaklarda sabahlayıp, her şeyini bir kalemde geride bırakıp, kolay değil öyle bir trene atlayıp bir bilinmeze gitmek. 

Hastalıklı zihinlerin ürünü olan bu savaşın, farklı bir boyuta taşınıp büyümeden, nükleer bir başka felâkete dönüşmeden bir an önce sona ermesini diliyorum. Önünde sonunda, Rusya kazanacak gibi duruyor. Ama kazandıkları, kaybettiklerinin yanında devede kulak kalır mı? Bunu zaman gösterecek. Rus rublesi daha şimdiden % 50 değer kaybetmiş durumda. Daha pek çok yaptırım da kapıda. Ekonomik olanları anlıyorum da, Dostoyevski eserlerinin yasaklanması ne alaka? Çok büyük bir değer, sadece milli değil, bir dünya değeri. Kuşkusuz hepimizin hayatına dokunmuş, insanlığa pek çok şey öğretmiş olağanüstü bir yazar. Belli ki; öğretemedikleri de olmuş. Nefretin insanları getirdiği bu nokta çok düşündürücü. 

Barış kazansın. 

İyilik kazansın

İnsanlık kazansın. 


1 Şubat 2022 Salı

GÜLÜM @- -,- -


Ona ayırdığın zamandı ya hani senin gülünü değerli yapan… Öyle diyordu Küçük Prens’te, hatırla. Sen gülleri seversin.  Gülse gül, zamansa zaman ulan! Kaç zamandır uğraşıyorum emek emek. Al sanaaaaaaa! Ekle Pinterest’ine!

Her şey vaktini beklerdi ya hani, ne güneş vaktinden önce doğar ne de gül vaktinden önce açardı. Sen bilmezsin ama; beklersen, senin olan sana gelirdi. Bak, geldi. Al işteeeee! Al sanaaaa! Adrese teslim! İstersen dövdür bir yerine.  

Küle döndüysen, yine güle dönmeyi beklemeliydin hani. Geçmişte kaç kez küle döndüğünü değil de, kaç kere küllerin arasından doğrulup gül olduğunu hatırlamalıydın ya… Seni belki de açmaz, ama beni çok açar bu konu. Al işteeee! Al sanaaaaa! 

Mafya-gül ilişkisi enteresan. Ne alaka, bilmiyorum. Biliyorsan söyle. Neden bir lâle değil? Hadi o çok saraylı, tamam. Peki ya karanfil? Menekşe? Papatyanın günahı ne?

Neden guns n’ roses? Hadi, söyle.

Kıroca belki, ama seviyor(d)um! Olsun! Var mı diceeeen? 

Gülüüüüm beniiiim! 

Gülün ömrü az olur derlerdi. Hakkaten öyle de oldu. Söyle, sevdik de ne oldu! 

Sana kopardığım güller soldu. 

Sevgisizliğine bir kalp verdim diyenler…

Şşşşt, hepiniz; buraya! 

>>>>

Müslüm Babaaaaaa-Nilüfer

20 Ocak 2022 Perşembe

HAFİF-LE


Yokluğumda önceki yazılara baya bi rağbet olmuş. 

Bir best of yapmanın zamanıdır o vakit. Geçmişin ekmeğini yemek ya da tembellik de diyebiliriz buna. 

En çok okunan 5 post’u ve okunma sayılarını bırakıyorum buraya. 

1. Çirkinler Yallah Twitter’e ( 421)

2. Vazgeçme Eşiği ( 301) 

3. Dankeşööön Ekşi ( 299) 

4. Kahrolsun Bazı Şeyler ( 234) 

5. Money Talks Canlarım ( 226) 

Neden en çok bu 5 yazının okunduğuna dair bir süre kafa yormak sanırım bana iyi gelecek. Kafamı dağıtacak yeni şeylere ihtiyacım var, zira. 

Kafa dağıtmak demişken; her şeyi anlayabilirim. Survivor izleyenlerinizi bile anlayabilirim, ama bunu izleyenleri anlamam mümkün değil. Yok. Iıh ııhh.  

Evet, bildin! Ara tatil kısmen başladı ve ben bugün öğle kuşağında evdeydim. Zap yaparken denk geldim. 


Programın programı. Ciddi ciddi konuşuyorlar, sanki politika ya da ekonomi konuşur gibi;

Engelli koşu vs. zıplamalı koşu. 

Gizem’in halka küpeleri. 

Puzzle oyunu olmasa ne olur? 

Top mu atmak iyi, yoksa halka mı? 

Ödül oyununda lahmacun mu daha motivasyon artırıcıdır yoksa hamburger mi? 

Bi de böyle kendi aralarında geriliyorlar falan. Alla’m! Ellerinde kalem, önlerinde kağıt. Not alıyorlar. Ahşap, yuvarlak bir masanın etrafındalar. Ne konuşuyorlar bunlar ya? Neyi masaya yatırıyorlar? Survivor’ın kendi ne ki analizi ne olsun? İnanılır gibi değil. 

Ya, bilmem kaç yaşına gelmiş insanlarsınız. Kalıbınızdan utanın. Onu geçtim. Ananız babanız da mı hiç demedi size, evladım ne iş yaparsan  yap ama el alemi kendine güldürme diye. 

İçlerinden biri de Acun ünlüsü Şeyma’nın ablasıymış. Diğerleri daha önce Survivor’da yarışmış, boş beleş tiplerse bile hiç değilse iyi kötü bir fikirleri var konuştukları şeyle ilgili. Ama bu abla tın tın, sadece baldız baldan tatlı kontenjanından ötürü orda oturuyor ve konuşulanlar hakkında hiçbir fikri yokmuş gibi görünüyor. Arada ‘hee he, evet, tabi’ filan diyor. 

Bari iyi çalış dersine be ablacım, otur izle eski/yeni oyunları ve oyuncuları az biraz da olsa saçmalayabilmek için. Bu kadar da gevşek olunmaz ki. Tamam, Şeyma ile aynı genetik kodlara sahip olmanın getirdiği bir şey bu 3XL haller ama Acun’un da bi yerde bi itibarı yok mu? Ekmek yediğin kapıya da bu yapılır mı? Hem de ne kapı, çok yağlı kapı! Valla ayıp ediyorsun. 

Boş beleş para kazanmanın bu kutlu yolunda, bu kadar vasıfsız olmalarına rağmen, oturup saatlerce konuşarak IQ’dan yedirdikleri için bu insanlara kızsam mı, yoksa ben şahsen çok zor para kazandığım için onları ölümüne kıskansam mı, karar veremiyorum. 

Bir de reklam arası veriyorlar. Dehşet içindeyim. Acaba bölüm başına mı para alıyorlardır yoksa kabala mı anlaşmışlardır? Sorması ayıp, kaç paradır bu işin günahı? Ödeme kur korumalı TL mi yoksa döviz cinsinden midir? 

Ağrıya direnmek yardımcı olmaz, bilirsin. Sadece rahatsızlığı artırır. Ağrı şu an varsa, gerçektir. Varlığını kabul edip, onu içeri almak, acıyı hafifletir. 

Hafiflemek… 

En çok istediğim. 

Kanaviçe: bir tür kafaya takmama sanatı. Ya da hafiflemenin
 bir başka yolu. 

Bir de bu. 

Lissın vit miii; 

Starsailor- Poor Misguided Fool