28 Mart 2021 Pazar

KAHROLSUN BAZI ŞEYLER!


Hello. 

Was masht du? 

I’m fine and you? 

Yorgunum. Ama yorgun olmam değişik muhabbetlere burnumu sokmayacağım anlamına gelmez. Yani, ‘dilim damağım kurudu ama parmaklarım hâlâ kanlı canlı’nın ispatı bir post olacak bu! Hazırlan sevgili okur! 

Son zamanlarda o kadar çok bilim kurgu/polisiye okudum, öyle bir uçtum ki, o kadar çok öldürmek istediğim insan vardı ki, ya okumayı bırakacaktım ya da seri katil olacaktım. Ben de dedim ki, biraz klâsik okuyayım, içim değişsin. Huzur bulayım.

Karnın açsa, ve ekonomik olarak diplerdeysen dünyanın en anlamsız alanına dönüşen, karnı tok sırtı pek, gerçek bir zengin uğraşı gibi gelirdi bana hep Felsefe.

Çünkü, Felsefe dediğin, laf cambazlığıydı, başka bir şey değil. 

Ama ARTIK öyle DÜŞÜNMÜYORUM! 

Çünkü anladım ki kötü filozof yok, az votka var. 

ŞAKA ŞAKA. 

Çünkü herhangi bir filozofu değil, Epiktetos okumaya başladım. 

Ya da belki sadece ondan da değil. 

Her şeyi yeniden düşünüp, yeniden yorumlamam gereken bir zaman dilimindeyim şu an. 

Bilemiyorum. 

Doğruya ulaşmak için, akıl yürütmem gereken bir an. Zihnen güçlü olmam gereken bir zaman. Yine yollardayım. Sorular, cevaplardan daha önemli. Belki yeni bir kaçış kapısı. Huzur bulmak için. Kişisel gelişimden çok daha fazlası. Uçurumun kıyısında, dinlendiren. Akıl sağlığımı koruyabilmemin, şimdilik tek yolu. 

Dönüp dolaşıp geldiğim, ‘ya bu Instagram olmasaydı, insanlar hayatlarını nasıl devam ettirecekti?’ isimli fiks geyiğim, birinci sıradaki yerini artık başka sorulara bıraktı yani senin anlayacağın.

Sanırım Instagram’a dönmem, bana pek iyi gelmedi. Son bir haftada, bu gözler neler gördü neler! 

Beni az çok tanıdın sevgili okur, bunca zamanlık hukukumuz var. Geyik muhabbetini severim, biliyorsun! Ama çok geyik bir post olmayacak bu, söz veriyorum. Yani, elimden geleni yapacağım. 

Otur kalk, otur kalk lö dünya! Tepinip dursam da, ikâmet kağıdımda hep dünya yazacak. Muhtar ve aza tayfası orda, gidin sorun. Bildiğin dünyalıyız. Acı ve sevinçleriyle. 

Benim gibi tepinenleri de düşünen birkaç bilim adamı ve madamı sağolsun, Mars’a yerleşecek gönüllüler arıyorlarmış.  Bunu öğrenince daha bi kara kara düşünmeye başladım. Kapıyı çalıp sorsalar, ‘Efendim, talihli siz oldunuz. Pılınızı pırtınızı toplayın, hadi gidiyoruz’ diye... Gidebilecek miydim? Kaç bavul alabilirdim? Tulum peyniri? Burnum tıkanır ve bademciklerim şişerse diye yanıma Vicks almalı mıydım mesela? Ya buraları özlersem? Bilet, tek mi yoksa çift yön müydü? 

Siz görmeyeli, ben iyicene kafayı yedim. Eneeee!  

Tıpkı Epiktetos gibi, ben de her zaman Yaradan’a inandım. Hâlâ da inanıyorum. Ama biz insanların uğraştığı şeylerle uğraştığını pek düşünmüyorum. 

Tökezlediğim anlarda, Yaradan’ın bana bir şey söylemek istediğinde, bunu bir insana söylettiğine de pek çok kez tanık oldum. Özellikle, hayatımızın bir döneminde mutlaka kendimize hep sorduğumuz o soru vardır ya hani; benim de kendime sorduğum o soru, zor zamanlarda; gitmeli miyim, kalmalı mıyım?

Her ilişki sonsuza dek sürmek zorunda değildi. Bazı ilişkiler, gelir, öğretir, giderdi. Bizi üzen şey çoğu zaman olanlar değildi, onlara yüklediğimiz anlamlardı aslındaO yüzden bazen gitmek en iyisiydi. Yüklediğimiz anlamların altında kaldığımız zamanlarda, gitmeliydik. 

Ah ahh, çıldırmış bu Epiktetos adam. Kendi çıldırmakla kalsa iyi. Peki benden ne istiyor? İllâ iki duble içmeden bırakmam diyor. 

Çünkü, gitme vakti gelip de gitmediğimiz her yerde, iliklerimize kadar hissederdik o değersizlik hissini.

Giden değil, kalan taraf  da olabilirdik bazen. Hayat bu. Öyle zamanlarda, o çok sevdiğimiz ama geri döndüremediğimiz kişiler, her hatırladığımızda tekrar tekrar terk ederdi bizi. İster arkadaş olsun, ister akraba ya da sevgili. 

İşte, geride kalansak, aslında kaybedecek bir şey yoktu. Biz ‘o şeyi kaybettim’ demeyi bırakıp, onun yerine ‘o şey geldiği yere geri döndü’ dediğimizde başlıyordu huzur. Gün geliyordu, karganın bile uğur getirdiği oluyordu. İyiye yormak, iyilik getiriyordu. Olumlamak yaşamın asıl özü, asıl gayesi olmalıydı. 

Ruhumun G noktasını hedef kitle tayin eden bu laflarının benim karaciğerimden istediği nedir, ey Epiktetos efendi?

Dışarıdan gelecek bir yardım yoktu. Aradığımız derman içimizdeydi. İrademizde. Kendimize güvenip, iyiyi istemeliydik. Kendimize ne kıymet biçiyorsak, pahamız oydu. 

Kendimizle konuşmalıydık zaman zaman. Çünkü kendimize söyleyeceğimiz ya da soracağımız çok şey vardı.

Kader, eninde sonunda günahlarımızın bedelini önümüze koyardı. Görünen ya da görünmeyen zaman içinde, hepimiz, günahlarımızın bedelini öderdik. 

Karaciğer, omurgalı ve bazı diğer hayvanlar için hayati bir organdır Epiktetos beyefendi! Aklında bulunsun! Bir daha öyle yaz! Hick! 

Bazı şeyler seçimdi. Ama çoğu şey kontrolümüz dışındaydı. Kaderin elbette bir bildiği vardı. Hayat, zar oynamak gibiydi. Bahtımıza ne çıkarsa. Ancak önemli olan, zarlar dağıtıldıktan sonra bahtımıza çıkanla ne yapacağımızdı. Kim olduğumuzu belirleyen tercihlerimizdi hiç kuşkusuz. Seçimlerimiz güzelse, biz de güzel olurduk. Her ne kadar, zamanı durdurmak istediğimiz başka yer, kişi ve an’lara ait olsak da. 

Mutluluk gidilen yolun üzerindeydi, asla sonunda değil. Bugündü, yarın değil. Akıllıysak, sahip olmadığımız şeyler için üzülmezdik. Sahip olduğumuz şeylerin ise değerini bilirdik, sevinirdik. Çünkü, bize ait olmayan şeyleri ararken, bizzat bize ait olan şeyleri kaybederdik. 

Yaww, Epiktetos dayı! Yapma, etme! Basma artık bamtelime! Allah’ına kurban gardaaş, de git yoluna! Yalvarıyorum! 

Güneşin, Ay’ın, yıldızların, yerin ve denizlerin tadını çıkaran kişiysek, ne yalnızdık ne de çaresiz. 

Annemizin gülüşünü görüyorsak, hayat hâlâ güzeldi. 

Çünkü; bir cesedi sırtlamış ufacık birer ruhtuk hepimiz. 

Ölümlüydük. Ölüm daima gözlerimizin önünde olmalıydı. O zaman asla adi endişelere düşmez, hiç bir şeyi fazla hırsla arzu etmezdik. 

Hepsi buydu. Hepsi bu. 

Tamam tamam, fazlasıyla felsefi & duygusal olan bu Pazar konseptinden artık çıkmanın zamanı geldi, sevgili okur! Haklısın, fazla uzattım! Tıraşı kesip, sadede geliyorum. 

Epiktetos Baba, 

Büyük adamsın! M.Ö. 50-130 yılları arasında yaşamışsın. Nasıl biriydin acaba? Nasıl böylesi sohbeti güzel, sorgusu güzel, kalbi güzel olabildin? Hiç hayatında kavga ettin mi? Başarısız olduğun zamanlarda bunu nasıl kabullendin? Düştüğünde, nasıl yeniden ayağa kalktın? Aşık olduğunda ne yaptın? Matbaa yok, internet yok. Kendini nasıl böyle geliştirdin? Sana saygım sonsuz. Gerçek bir bilgesin. Nasıl acılar yaşadın ki, acıyı böylesine yüceltip, acınla mutlu olabildin? 

Günümüzden 2000 yıl önce yaşamana rağmen, benim hayatıma nasıl böyle dokunabilip, yoluma ışık olabiliyorsun? Bu kadar şeyi nasıl bilebiliyorsun? Keşke seninle aynı zamanda yaşayıp, tanışmış olsaydım. 

Ama hiç değilse, o sonbaharda Atina’da, geç de olsa hatıralarınla tanışabilmiştim. Bu da bana teselli olsun. 

İyi ki geçmişsin dünyadan, Epiktetos

Lycabettus Tepesi, 2019. 







22 Mart 2021 Pazartesi

ÇİRKİNLER, YALLAH TWITTER’A!

Bu hafta ders içeriği gereği sosyal medya hakkında epeyce bir çaldık ve söyledik. Konu elbette daha çok gençler tarafından en çok kullanılan uygulama olan, Instagram çevresinde büyüyüp gelişti; Reels videoları, story atmak vs. post atmak ve Instagram'da flört dili ana başlıkları oluşturdu. Öyle olunca, yeni yazımın içeriği de kaçınılmaz olarak böyle oldu sevgili okur! Sana da nasiplenmek düştü, hadi yine iyisin. Çok iyi yere dükkân açtın valla bak. 


Instagram hesabımı bir süredir aktif şekilde kullanmıyordum. O nedenle bazı gelişmelere yabancı kalmışım, mesela Reels çılgınlığı! Hadi, ilk onunla başlayalım! 

Kızlar arasında çok daha popüler olsa da, erkekler arasında da hiç yabana atılmayacak bir reytingi var. Öyle olunca, Instagram hesabıma yeniden döndüm, bu Reels denen şeyin tam olarak ne menem bir şey olduğunu anlayabilmek için. Gençler anlattı aslında üç aşağı beş yukarı, ama ben bir de yerinde göreyim istedim. 

Akışıma düşen Reels videolarına şööööle bi baktım. İçerik adına hiçbir şey olmayan, çöp, kısa videolar aslında. Ekseriyetle kadın kullanıcılar, aşırı saçma şekilde zıplayıp kıyafet değiştiriyorlar. Sağa sola sallanıyorlar. Ağızlarını garip garip açıp kapatıyorlar. Bu arada video bahane, bacak-meme-popo şahane bir durum var! Gelsin marka kıyafetler ve işbirlikçiler! 

Üstelik bu kadın kullanıcılar, kendilerini modaya yön veren influencer'lar olarak lanse ediyorlar. Zaten Instagram'da şöyle az biraz eli yüzü düzgün her kızcağız influencer'lık iddiasında!

Hele bir tanesine denk geldim,'ilk reelsim, çok heyecanlıyım, çok güzel bir manzara seçtim bla bla bla...'yazıyordu. Çok ciddi anlamlar yüklüyorlar bu videolara. CV muamelesi çekiyorlar. Komik. Anlamsız. 

Bir de böyle kameranın karşısında durup, sadece saçlarıyla oynadıkları 10 saniyelik videoları çekip atan kız çocukları var! Evet, sadece bundan ibaret tüm video! Yazık, akıl sağlığımızı giderek kaybediyoruz. 


Ancaaaaak, ‘kız kıza gezelim'li, kızların sosyalleştiği reelsleri izlerken ise herhalde en az bir saat harcamışımdır. Beynim resmen eridi. İçine girince, kayboluyorsun. Çıkamıyorsun. Tam bir tuzak. Yalan yok, güzel hatun olunca bir durup, neymiş bu laaaa diye bakıyorsun. Ben böyle kalakaldım, testesteron deposu yiğidolar n'apsın? Düşünsene, adam işteyken sigara/kahve molasına çıkıyor, bi instaya bakayım diyor, ahan da dekolte! Ya da, otobüste, işten eve dönüyor. Instayı bi açıyor, üff dekolteee! Ne bileyim, ya da bu defa da adam cenaze evine gidiyor, öyle kıyıda köşede sıkıntıdan instaya sarıyor, bir de ne görsün, bu defa komple dekolteee!

Özetle, bu reels videolarında, bol müzikli, dekolteli, yemeli, içmeli kareler var... Özellikle yabancı olanlarında, sürekli bikinili, seksi kızlar dans ediyor. Kadın doğasının tüm dünyada, yerli-yabancı farketmeksizin aynı olduğunu görmek açısından basit ama ilginç bir örnek: ilgi çekmek ve değer görmek için çabalamak


Pek çok kişi bunca zamandır boşu boşuna fotoğrafçılık ile uğraşıp, basit bir post için saatlerini boşa harcamış meğerse. Yarı soyunuk dans edin geçin, bu kadar basit! Bu reels videoları Instagram'ı resmen Posta gazetesinin arka sayfasına çeviren bir yenilik olmuş! Bu da benim tespitim. 

Ha, sadece hemcinslerim değil, erkek kullanıcıların da hatrı sayılır sayıda Reels videoları var! Yalnız burda içerik yelpazesi hatunlar kadar geniş değil, hatta tek tip; lüks araba seyir halinde iken, genelde er kişi arabada çalan dertli türküye eşlik ediyor. Bu arada, araba direksiyonundan, bu lüks arabanın logosu ya da hız göstergesi gösterme teması erkek kullanıcı Reels videolarının olmazsa olmazı!

Gelelim, üzerinde en çok konuştuğumuz ikinci konuya: story atma çılgınlığı. Günümüzde gençler, post atmak yerine story’yi tercih ediyorlar. Öyle ki, post atan 25 yaş altı kullanıcı neredeyse yok! Çünkü post atmak için fazlasıyla mükemmeliyetçiler. Hele kızlar, aşırı kasıyorlar! Kendileriyle yeterince barışık olmadıkları için, türlü türlü filtre ve makyaj uygulaması kullanmak zorunda hissediyorlar. Kendilerince çok harika bir fotoğrafları olmadıkça -ki bunun için özellikle erkekler çok üşendiklerini itiraf ediyor-post atmayı tercih etmiyorlar. Onun yerine, daha az emek isteyen, daha eğlenceli, paylaşımı görüp/göremeyecek kişileri ayrıca seçme opsiyonu sağlayan, belli kişi ve gruplara nispet yapabilme özelliğini böylece beraberinde getiren ve 24 saatin sonunda hiçbir şey olamamış gibi silinip giden story atma aktivitesi revaçta. At tüket! At tüket! 

Her gün onlarca story atabilme potansiyeli olan kişilere ise dişi deniyor! Kadın kullanıcılar, bu konuda yine erkeklerin çok çok önünde! Instagram’ın rağbet gören türlü çeşit story temalarıyla ilgili de tespitlerim olmuştu bir ara, kaçmaz bkz. burda, bu konuyla ayrıca ilgilenenler için. 


Story atma, daha üzerinden çok geçmeden hemen Instagram’da flörte evrildi, çünkü anlaşıldı ki kadın/erkek kullanıcılar asıl olarak beğenilen/ hoşlanılan hedef kişi görsün diye, genelde o kişiye göndermeli olarak story atıyorlar! Mâlum kişinin hikâyeyi görmesi kadar görmemesi de mesele! 


Gençler arasında, story’ye bakmama tribi diye bir şey var! Kadın ya da erkek kullanıcı fark etmeden. Günümüz teknolojisinin bizlere sunduğu bir başka trip çeşidi, ilişkilerdeki hâli hazırdaki tripler yetmezmiş gibi. 


Trip mevzu bahis olunca, ‘Paylaşana görünmeden, Instagram story’sine bakmak’ diye bir sektör oluşmuş! Valla, inanamadım! İşsizlikte bu kaçıncı level, bilemedim. Tamam, yerine göre hepimiz stalk yapıyoruz ama gerek yok bu kadarına da! Pes! Ha, bunu anlatacak olmam ayrı boş-beleş bir iş ama olayların nasıl çığrından çıktığını bilmeyi sen de hak ediyorsun ey değerli okur. 

Şimdi, soru şu: Bir kişiyi takip ediyorsan, story’sine bakmak kadar doğal bir şey yok. Neden gizli gizli bakasın ki? Bu neden mesele oluyor? Cevap: Seninle ilgilenmiyorum/ seni iplemiyorum havası yaratmak için! Trip atmak için yani bir yerde. Bakın, ülkenin dertlerini okurken, neye rastladınız! Devam devam, iyi kafa dağıtıyor! 

Valla, genç bir arkadaşım anlattı da anlattı, telefonu uçak moduna alıp, aç-bak-kapat’lı bir şeyler! Detaylar aklımda değil. Böyle yapınca, paylaşana görünmeden, Instagram story’sine bakmayı başarabiliyormuşsunValla, çok saygı duydum! Taşı sıksa, suyunu çıkarır. Bu kafalar var ya, zehir zehir! Ama gel gör ki boş/beleş işlere çalışıyor! Elbette, ilgi-ihtiyaç meselesi. Gerçekten değmez, hayat kısa değmez bir kıza, Allah başka dert vermesin desem de, gençlere dinletemedim. Başka bir evrende yaşıyorlar, başka bir tür paralel evren! 


Düşün, ey sevgili okur! Gözünde canlandır. Birisi otuz fotoğrafın içinden dudağını en iyi büzdüğünü seçip atıyor, öbürü de ona bakmak istiyor ama baktığı görülmesin ki-böylece şekli yürüsün, hedef kişi story’ime neden bakmadı diye delirsin-bunun için oturup kafa yoruyor, ar-ge’sini yapıyor, buna özel app’ler varmış meğerse, onu indiriyor filan. Ve başarıyor! Paylaşana görünmeden, Instagram story’sine bakmayı başarıyor! Helâl olsun valla! Uzun zaman story’lere bakmazsan, içeriğini açmadan anasayfadan da görünebiliyormuş bir de, ha unutmadan. Aklınızda bulunsun, gün gelir lâzım olur. Bu kadar kasmak istemeyen tembel stalk’cular için! 

Neden hep birilerini üzmek için var o paylaşımlar, sevgili okur? Ha, hiç düşündün mü? Ve neden üzülüyoruz, hem o çok sevip hem de üzülsün istediğimiz mâlum kişi, bizim paylaşımları görmeyince? Bu kadar hesap-kitap, taktik, strateji... Viyana’yı mı kuşatıyoruz? ....diye sordum gençlere. Olmaz dediler, gerekirse taş üstünde taş kalmamalı! 


Günümüzde artık ilişkiler Instagram üzerinden başlayıp, ordan yürüyüp, ordan da bitiyor! Öyle bir lanet çağ, bu çağ. Kadın/erkek fark etmeksizin, herkes DM’den birbirine yürüyor. Herkes eş zamanlı mutlaka birden fazla kişiyle flört ediyor ve DM havuzunda mutlaka yedekte birilerini tutuyor, artık oltaya hangisi gelirse. 

Son olarak, Instagram’da flört dili diye bir şey var, yazılı olmayan bir el kılavuzu bu, kadın/erkek fark etmeden, hemen hemen herkes için işaretler aşağı yukarı aynı. Aklın yolu bir mi? Hiç bilemiyorum. Sen karar ver, sevgili okur. Açacak olursak, şöyle maddeler var meselâ bu kılavuzda:

*Beğendiğiniz kişiyle takipleşmeye başlar başlamaz, attığınız story’lere bir saati geçmeden bakıyorsa kesin sizinle ilgileniyor demekmiş! Ulaşılması zoru oynayıp, bir süre tepkisiz kalabilir ya da counter atak yapıp, hemen peş peşe üç fotoğrafını beğenebilirsiniz. Ne kadar aceleniz olduğuna bağlı. Üç fotoğrafı üst üste beğenmek, kesin iş atmak anlamına geliyormuş ama, aklınızda olsun. Allah’ın hakkı 3! 


*Story’lerinize bakmakla kalmayıp, bir de emoji atıyorsa, ya da postlarınızı like’ladığı yetmezmiş gibi bir de yorum bırakıyorsa, ‘ben burdayım, beni gör!’ diyormuş, ya da ‘beğendiğimi illâ duy’demek istiyormuş. (Bunu sallamış da olabilirim, tam hatırlamıyorum) 

*Özel olduğunuzu size ima etmek için, yakın arkadaşlar listesine alma hamlesi varmış bir de! Vaaay! Yakışır kardeşime! Artık yeşil halkanın içindesiniz, hadi vatana millete hayırlı olsun! Arkası gelen olsun! 

*Adam story’ye baksa bir türlü, bakmasa bir türlü. Misâl, tüm story’lere bakmıyor, özellikle arka arkaya attıklarınızın birine bakıp diğerini/diğerlerini atlıyorsa, dikkat çekmeye çalışıyor demekmiş! (Bence ise tam tersi, artık çok sıkılmış, attığınız story bolluğundan şişmiş demek ama, neyse! ) 

*Eğer bir ilişki başlamış, ama daha sonra birden story’lerinize bakmamaya başlamışsa, kasıtlı olarak bakmıyormuş ki siz ona daha çok çekilesiniz! Kaçan kovalanır hesabı! Vaaay çaakkaal! 

* Postlarınızı hep beğenirken, birden beğenmemeye başlarsa, kessiiin en son paylaştığınız fotoğrafta onu kızdıran/kıskandıran bir şey olmuş demekmiş. Dön, bi özeleştiri yap kendine, ey okuyucu! 


*Paylaşılan şarkıların sözlerini cımbız cımbız mutlaka ortaya getirmek, ilişkinin geleceği açısından büyük önem arz etmekte. ‘Son postuna like atmadım ya, dertlendi yazık, ondan bu acılı şarkıyı dinliyor’ tespiti hiç kaçmıyor, tabi ki kadın kullanıcılar arasındaAdamların bence de böyle şeylerle işi olmaz! Biz karı milleti, gerçekten gerizekalıyız! 

* Artık ne post, ne story hiç bir şekilde sizinle bir bağ kurmuyorsa, ama takipten de çıkmıyorsa sizi kıskandırmaya çalışıyormuş! Bunun için de kesin havuzda bekleyen yeni birini takibe almış, kim olduğunu anlamak için son takipleştiği kişilere bakmanız gerekiyormuş! 

*Siz de onu kıskandırmak için, ikili şarap kadehi koyup paylaşın ki, hayatınızda sanki biri varmış imajı çizebilesiniz. Böylece karşı taraf ‘Köprüden önce son çıkış, hadi yürü bana’ mesajınızı alıp, yanlışından dönsün, kopup size gelsin. Tespitin böylesine, yazıklar olsun! 

*Çok sık Instagram kullanan biri olmasına rağmen, birden ara vermişse ve ortadan kaybolmuşsa, kesin ya hayatında ciddi birisi varmış ya da hayatında yolunda gitmeyen bir şeyler olabilirmiş. Tüh, n’apsak ki? 

*Artık çok yorulmuş, bağı koparmak istiyorsanız, siz ya da o, takipten çıkarmışsınız. Hatta, artık sizi göremesin, kudursun diye engellermişsiniz. 

*Ölümüne plâtonik ama çok kırgınsanız, sizler için de izlenecek yollar var kılavuzda elbet, merak etmeyin. Mesela, mevcut tüm postlarınızı arşivlemekle işe başlayacakmışsınız önce, 0 gönderi bırakıncaya kadar. Öne çıkan story’leriniz filan varsa onları da kaldıracakmışsınız. Açıp bakacak ki malum kişi, bomboş bir sayfa! Arada büyütüp, profil fotoğrafınıza bakarak dertlenmekten başka bir seçenek kalmıyormuş böylece karşı tarafa. Bir tür cezalandırma. Çok ince gören bir tespit! 

Devamında paylaşımlarınızı da kısıtlayacakmışsınız ki, size hasret kalıp, başını vuracak taş arasın! Bu arada, sizin de görüp etkilenmeyeyim diye, sessize almanız gerekiyormuş o malum kişiyi. Ama kimin yemini çalı dibine kadardı, siz çok iyi biliyorsunuz. 


Böyle ilişki mi olur? Ben yazarken, sen okurken darlandın, değil mi sevgili okur? Zaman aktı, gün bitti, ay doldu, yılı geçti çoktan. Şimdi söyle bana, biz senle ne olduk? 

Söyle bana, biz seninle hâlâ emojilerle, bu stalk dünyasında mı yaşayacağız? 

O zaman, dinle >>>>>


15 Mart 2021 Pazartesi

HAYAT KİME BANDO-MIZIKA Kİ?


Bugün kişisel gündemim öyle yoğun ve yorucuydu ki, ne dünya ne de ülke gündemine sıra gelmedi. Ha, sağlık olsun tabi ama yine de Pazartesi’leri sevmek, sanırım hiç bir şekilde başaramayacağım, belki de bu yılki bucket list’imde beni en çok zorlayan madde! 2021’in üçüncü ayı çıkmak üzere ve ben bu konuda daha bir arpa boyu bile yol alabilmiş değilim. Pandemi dönemi ve online eğitim birlikteliği, bu dileği çok ama çok zora koşan, talihsiz bir pişti! 

Memlekette eğitimin hâli içler acısı, her kademede. Özel ya da devlet okulu ayırmadan, her yerde. Herkes ayrı mağdur. Öğrencisi, öğretmeni, idaresi, velisi. 

Bugün o kadar şiştim ki, ne yemek yiyebildim, ne oturup bir şey okuyabildim. Müzik bile dinlemeyi kafam götürmedi. Saçımı dahi taramayı canımın istemediği bir günün akşamında, çıkıp bir boy yürüyeyim bari dedim. 

Delirmemek için. 

Neden yola çıktığımı unutuncaya kadar yürüyecektim. Ama; anormal bir akşam trafiği, herkes birbirini boğazlayacak kadar sabırsız, herkes bir yere yetişmeye çalışıyor sanki kaderinden kaçabilecekmiş gibi, koş koş, koştuğun şey nasibin aslında haberin yok...bir türlü yeşile dönmeyen kâbus gibi trafik ışıkları, bitmek bilmeyen yol çalışmaları, yağan yağmurdan mütevellit çamur çığnak kaldırımlar. Davaronun biri boydan, bir güzel de ıslattı üstüne beni! Yürümesem bundan iyiydi valla diye söylenip, adama söverken birden onu gördüm karşımda. 

D Ü Ş L E  A M A  D Ü Ş M E. 

Bir kamyon arkası yazısı için fazlasıyla sofistike, diğer taraftan ise üç kelimelik hayat dersi.

Sen nasıl kamyoncusun aslanım yaw? Bu resmen post-doc bir tespit! Oxford’dan terk misin? Ne ayaksın sen? 

Demesi kolay kamyoncu gardaaaş!

Ama öyle olmuyor. 

Düşlemenin freni yok ki! Kaptırıp gidiyorsun tüm şeritleri yuta yuta. Yolun sonunda ise serbest düşüş kaçınılmaz. Ne düşmek ne de düşmemek elimizde değil. Hem de hiç. Allah’ın dediği oluyor. Ve düşmez kalkmaz yine bir Allah! 

Bazen bekle bekle, soluyorsun. Bekleyen her şeyin bir gün mutlaka solup, öldüğü gibi. Bu bir çiçek de olabilir, bazen umut da. 

Yanımdan o sırada, içi hınca hınç dolu bir belediye otobüsünün geçmesi, içinde en az üst üste 100 kişinin olduğu o otobüsün tüm umutlarımı soldurup gitmesi gibi. Pandeminin aslında hiç bitmeyeceği gerçeği bir kez daha gözüme sokuldu. 

Yıkıla yıkıla eve döndüm. 

Son bir yılın en umutsuz günü belki de benim için bugün. Allah beterinden esirgesin! Çok çok şükür, sağlığa varlığa! 

Korona bitmiyor, cehâlet bitmiyor, pahalılık bitmiyor, online eğitim ucubesi bitmiyor, taciz-tecavüz-şiddet bitmiyor, birbirinden kötü gündemlerin hiçbiri bitmiyor. 

Ama neler bitti neler. Üstelik bazıları daha başlamadan! 

Bu Balık yeniayı çok elektrik yüklü! Kendinizi kollayın. 

>>>> 

PJ Harvey feat. Thom Yorke-This Mess We’re In


13 Mart 2021 Cumartesi

GÜNDE 1 KİLOSUNA BANA MISIN DEMEYENLER?

Portakaldan daha sevecendir, daha yakındır. O yüzden soyarken başparmağınızı göbeğine sokabilirsiniz. Öyle meyve salatası jönlüğünde asla istemem mandalinamı, soyulmuş ikram edilirse yemem! İllâ ben soyacaam! 

Kış akşamı ve mandalina iletişimi başka bir şeydir. Ne portakal, ne kestane ne de salep türü kışsal rakipleri bu frekansı asla yakalayamaz. Böyle bi terapi kafası da vardır; üzerinde bulunan lifleri temizlerken dalıp gitmeler ve mandalinayı jilet gibi yapmalar... milleti dinler gibi yapıp ama aslında sadece mandalinaya kitlenmeler vardır mayasında. Birbirine yapışmış dilimleri elle açıp, ilk defa yapışık dilim görmüş gibi bakmalar, en ciks ortamda bile o dilimi ısırıp, suyunu çekmeler filan fıstık vardır.

Bu tangerine mevzusu başka bir şey arkadaşlar. Turunç-ül hipnoz diyoruz biz buna. Soyduktan sonra, ikiye üçe bölüp eş-dostla paylaşmanın mutlu edici bir etkisi de mevcut. Veren el alan elden üstün! Mandalinayı olduğu gibi ağzınıza da sokabilirsiniz, asla yadırgamam ve gerekli yerde ilkyardımımı da yaparım. 

Herneyse, bu mandalinaya veda yazısıydı. Ne de olsa artık ona ayrılan sürenin sonuna geldik. Önümüzdeki kışa kim öle kim kala. Töbe diyim yine de! Ama öyle, hayat bu. Töbe töbe sübhâneke! Daha nice mandalinalara! Çekirdekli, çekirdeksiz, kokulu, kokusuz daha nice! Koca bi yaz mandalinayı beklemek aşkların en güzeli. Biraz daha yazarsam ağlıcaaaam! 

Sayın okur, kış dostuma bir vefa borcu yazısı bu. Bana en iyi gelen. Soyma sanatıyla sakinleştiren. Ve artık yaz yaklaşırken, yerini koruyucu aileliğini yapacağım Absolut Mandrin’e bırakacak olan kış yavru kuşu! Bay bay! 

İllâ C vitamini istiyorsan bunu dinle: 

>>>Frank Sinatra-Tangerine

Ah bu C vitamini kriterine göre çok yavaş, takviye yap diyorsan bundan çak: 

>>>Led Zeppelin- Tangerine

C vitaminini doğrudan damardan daya diyorsan, haftalardır beklediğim o en sevdiğim klâsik ve nihayet bu akşamki ağlatan performansı için, bunu dinle! 

>>> Yalan

İbo, sesinde yine o eski tını. Bu gece sanki yeniden doğdun! Allah seni var etsin! Sezonun bu son mandalinası senin şerefine soyup yiyorum! Büyüksün! 





9 Mart 2021 Salı

ROYALLERİN DERDİ BENİ GERDİ

Bu ara Türkiye gündemi öyle canımı sıkıyor ki, biraz kafamı dağıtayım diye malum kişilerin verdiği o meşhur röportajı izledim. İzlemez olaydım! Tam yerli aşk dizisi kıvamındaydı. Devrelerim yandı.Yazmayayım diyordum, ama yine dayanamadım. Bu sıradan vatandaş halimle o kadar kızdım, o kadar sinirlendim ki, kraliyet ailesinin ne halde olduğunu, hele ki nenem Elizabeth’i düşünemiyorum bile! 

Gelmiş geçmiş en iyi caps! 

Evet, yaşananların tam göbeğindeymişçesine yorum yapmak milletçe en sevdiğimiz şey. Yarım saatlik royal belgeseli izleyen herkes kendini kraliçenin baş danışmanı sanıyor. Her şey bir kenara, hiç The Crown’da mı izlemediniz? İngiliz Kraliyet ailesi özel ilgi alanıma girdiğinden, özellikle Lady Diana sevgisi annemden bana bir yâdigar, kadının ölümü hâlâ kalplerde bir yarayken... İlgili şahıslar ve röportajla ilgili düşüncelerimi naçizane ifade etmek boynumun borcudur. 

Hadi başlayalım! 

Kraliyet bin yıldır orada! Ne oldukları, ne yapacakları belli! Üstelik eskiye nazaran kaideler konusunda baya gevşemiş durumdalar! Ama ablamız ‘isyeeeeaaaannnn’ durumunda. Pes! 

Sen tut ‘evlenmeden önce kraliyet ailesini araştırmadım, nasıl bir aile olduğunu bilmiyordum’ gibisinden son derece talihsiz bir açıklama yap! Bu nasıl bir samimiyetsizlik? Bu nasıl bir insanların aklıyla dalga geçme?

Bırak tüm dünyaya malolmuş İngiliz kraliyet ailesini, yolda biriyle karşılaşsak bile, adını googlelamadan, sosyal medyada seceresini çıkarmadan görüşmüyoruz.  Bir de utanmadan Diana’nın hayranı olduğunu söylüyor! Hiç mi açıp onunla ilgili vikipediden bir şeyler okumadın ya bacım? Dünyanın hiç bilinmeyen bir köyünden çıkmış da kraliyetten hiç haberi yokmuş triplerine girmen inanılmaz derecede samimiyetsiz geldi. 

Yok efendim hamileyken intiharın eşiğine gelecek kadar kötü zamanlar geçirmiş, dışlanmış, doğacak bebeğinin ten rengi mesele olmuş! En dandik aileye girerken bile kurallar murallar oluyor. Evlenirken aileler de evleniyor diye kılı kırk yarıyoruz. Normal şartlarda hiç bir aile seni bayıla bayıla gelin almaz! Ya ne olacağıdı? Evlendiğin adam prens ayol! Gerçek bir sarayda yaşıyor! Doğuracağın bebe de kraliyet tahtına bilmem kaçıncı sıradan resmî olarak aday! Ablam onu da düşünememiş! Bu ne salakça bir mağdur edebiyatı? 

Ha, bir de düğünleri bunlara ait olamamış filan fıstık. Kimin düğünü kendisine ait ki, seninki olsun bebeeem? Tüm düğünler fesat akrabalara ve bayat pasta hazırlayan firmalara ait. Sahnede göbek atarken, öndüç çeyrek altınların hesabı yapmaktan başımıza ağrılar giriyor. Hepimiz düğünümüzde başkalarını memnun etmeye uğraşıyoruz ve üstelik en kötüsü de kolumuzdaki ‘şey’ bir prens değil! Bu nasıl bir cehâlet, nasıl bir akıl tutulması, bu nasıl bir vizyonsuzluk, anlamak mümkün değil. 

Üstelik başından daha önce bir evlilik geçmiş, prensten yaşça büyüksün ve siyahisin. Yani, Türkiye’de yaşayan standart bir Türk oğlan anasının bile öğrendiği an tekli koltuğa yığılıp, alnını ıslak tülbentle sarmak suretiyle, dizlerini dövmeye başlayacağı tüm niteliklere sahipsin. Gelin gittiğin dünyanın en zengin ailesi. Zengin derken, karadenizli müteahhit zenginliğinden bahsetmiyorum! Sen istiyorsun diye dünyanın en kendini beğenmiş, en kibirli ve ırkçı monarşisi yolunu, yönünü mü değiştirecekti? 

Adamların binlerce yıllık düzenini yok eltim beni ağlattı, yok kaynım kocama şunu dedi, kaynatamla anlaşamıyoruz diye aşamazsın. Onu en son Trabzonlu, ihale peşinde koşan müteahhitle evlenen, SefaMerve’den giyinen, Ravza Nur taktik bellemişti. Sonra boşanırken Nissan Qasqai artı bir miktar parayla aileden ayrılmıştı. Yanlış yoldasın bacım! Diana’ya kıyan bu royal family’yi bile bana savundurttun ya! Pes! Daha ne diyim sana ben! 

Prense gelince; anasından ötürü yüreği yarım diye hepimizin sevgisi ve sempatisi ile büyümüştü. Hep o acı hatırayla yaşadı. Babasının metresiyle evlenmesini sineye çekti. Her zaman abisinin gölgesinde  kaldı. Gençlik yıllarında piçin en önde gideniydi. Karı-kız ayağı, içki alemleri, dumanlı kafa, hepsi bundaydı. Sonra, yardırıp Afganistan’a gitmiş, orda yıllarca askerlik yapmıştı. Herkesi şaşırtmıştı. 30 yaş üstü tüm dünya kadınlarının idolüydü. Umuduydu. Hem prens, hem boylu poslu, yakışıklı, hem deli dolu, kendine özgüydü, seviliyordu. Para, pul, ünvan, tip, güç, imaj! Ne ararsan vardı! Peki o ne yaptı?

Göreceli olarak pek çok erkeğe göre, pek de güzel olmayan, üçüncü sınıf bir dizi oyuncusu için tüm bunları terk etti. Sussex Dükü’yken, düdük oldu. Meteliğe kurşun atar bir halde, geçimini sağlamak için Netflix’le anlaşmak zorunda kaldı. Parasızlıktan gözü dönmüş.Ne bir mesleği var, ne de kendine bunca yıldır yaptığı herhangi bir yatırım. Tek gider tarafı, ‘royal’ olması.  Artık o da yok. Bunun adı aşk mı, aptallık mı bilemedim. Buradan, ‘Sen Bihter Ziyagil’sin...’Pardon, yanlış oldu! ‘Sen Prens Harry’sin, aptallık etme!’ demek istesem de, sanırım artık çok geç. Karısı ve çocuğuyla, sıradan bir hayatı yaşamayı çoktan seçmiş durumda. Hanımcılığın en ‘royal’hali kendisi. 

Ablacım, bir öpücükle bu prensi etrafında dört dönen, her dediğini yapan, ait olduğu aileden koparak, sahip olduğu onca ayrıcalığı bir kenara iten romantik bir fino köpeğine dönüştürmeyi başardığın için, her ne kadar seni sevmesem de önünde saygıyla eğiliyorum. Helâl olsun! 

Kızlar, bu ilişkiye iyi bakın. Burada size büyük şifreler var. 

Kaç gündür gavur basınını meşgul eden bu röportajla ilgili düşüncelerimin sonuna gelmiş bulunuyorum. Bir haftadır elâlemin aile içi mevzuları üzerine Instagram’da sonu gelmez spekülasyon yapanlara, tüm Kate’cilere ve Meghan’cılara akıl fikir diliyorum. 

7 Mart 2021 Pazar

NASİP



Kayıtlara geçsin; karlı dağ yalnızlığı diye bir şey varmış! 

Müzikseverim. Ayırt etmeden dinlerim. Elbette çok sevdiklerim var, fena değil dediklerim var, belki ancak bi kırk yıl durursam anca aklıma gelip, ‘bi açiim da dinleyeyim’ diyebileceklerim de var. Benim için önemli olan o an içinde, -mutlu, neşeli, keyifli, üzgün, kırgın, ya da yorgun- beni yakalayıp, alıp götürmesidir. Bazen melodisi olur bu, bazen de sözleri. Ama müzik formasyonundan gelmediğim için, sanırım sözler hep bir tık ötede. 

Rock olur- eskiden punk-heavy metal daha ağırlıklıydı, daha bi Brit rock şimdilerde- pop olur, -dream pop olursa daha iyi olur- indie olur, yerine göre klâsik olur, elektronik olur, latin olur. Hatta hip hop ve country bile olabilir. Bir tek caz ve blues beni pek açmaz, hadi bi dinleyeyim demem kolay kolay, bir kaç kült müzisyen dışında. 

Ancak bu topraklarda doğmuş, büyümüş, yaşamış biri olarak türkülerden ya da arabesk kültürden ayrı düşmek de pek mümkün değil. O yüzden onları da sever, yerine göre dinlerim. Özellikle ruhumun arabesk tarafına dokunan çok değerli sanatçılar ve eserler vardır; gönlümde taht kurmuş nadide klâsikler. 

Ama öyle bir şarkı var ki, bir klâsik olmamasına rağmen, bu sabah kendimi ilk kez mırıldanırken buldum. İlişkimiz çok yeni. Aslında daha önce duyduğum ancak sadece nakaratını bildiğim bir şarkı. Radyo ya da televizyonda denk geldiğim, hepi topu birkaç kez dinlediğim bir şarkı. Bana şu ahir ömrümde, ilk ve belki de son kez Özcan Deniz dinlettiren bir şarkı. Evet, hoş bir şarkı. Ama hepsi buydu, bu kadardı.. Düne kadar! 

Bu haftaki İbo Şov’da Niran Ünsal yorumuyla öyle bir hafızaya aldım ki şarkıyı, ilk kez dikkat ettim sözlerinde ne dediğine. Tüylerim diken diken! Şarkının gerçekten hakkını veren bir yorumdu. Öğrendim ki, her ne kadar Özcan Deniz yorumuyla piyasaya çıksa da, aslında kadının sözü ve müziğine kadar kendi şarkısıymış. Belki de o yüzden bu kadar içli söyledi. Yaşadı ve yaşattı söylerken. Ağlattı. Bugün defalarca dinledim... Defalarca. Sonunda ezberledim! 


...yangın her aşkın yolu...
...gözlerin karanlık kuyu, düştüm öldüm... her şeyin başlangıç noktası. Sahiden de hep öyle başlamıyor mu? 

....yok hiç sitemim derken aslında en büyük sitemi etmiyor mu? İnsanın içini parça parça edip, canından can alan bir şarkı. Yazılmış olmak için yazılan değil, gerçekten yaşanmışlıklarla dolu olduğu çok belli bir şarkı. Zamanı durduran bir şarkı. 

....hayatta her şey kısmet büyük bir kabulleniş cümlesi. Öyle böyle değil. En büyüğünden bir yenilgi. 




....nasip değilmiş vuslat derken, insana adına kader denen ve değiştiremediği illeti hatırlatıyor. 

....rahat uyu yâr sana hakkımı helâl ettim... bu arada şöyle affedici, her haltı evrene gönderebilen hümanist insanlara hayranım!  



Şarkının belki de en vurucu kısmı ise dinlediğiniz üzere şöyle: 

....ah gönlün şimdi başka yâre mesken....

...bense karlı dağlar misâli yalnızım


Niran Ünsal’ın şimdiye kadar yaptığı tüm saçmalıkları ve çalkantılı özel hayatını bir kenara koyun. O alıp götüren sesine odaklanın. Müzisyen yönüne bakın. Tabi ki orkestranın da hakkını teslim etmek lâzım bu performansta! Şahaneler! Ulan İbo! Ne adamsın! Bu nasıl orkestra! 

Bünyelere zarar olsa da, dinleyin ve dinletin efendim! Böyle güzel bir yorumu/şarkıyı duymak, daha çok yüreğe NASİP olsun. 









6 Mart 2021 Cumartesi

KUTLU CUMARTESİ


Kısıtlamanın kalktığı ilk Cumartesi gününde, sokaklar öyle kalabalıktı ki bugün, Covid’e yer kalmamıştı inan blog. Mahşer provası gibiydi. ‘This is Spartaaaaa!’ diyen kendini sokağa atmıştı adeta. Hatta bir yerde, polis nerdeyse tazyikli su sıkacaktı kalabalığı dağıtmak için. Trafiğin anasına da olan olmuştu. O derece! İstanbul’u filân düşünemiyorum artık bile. 

En çok da böyle elinde, omzunda sandalyeyle gezen tiplere gıcık oldum. Kaldırıma bile açıp oturan vardı. Peki ya kavşakta mangal yakanlara ne demeli? Yuh! Bu kadar mı öldünüz arkadaş yawww? Sanırım ilk ve son ‘Şartlı Tahliye Cumartesi’si bu olcak. Harita hepten pörtlemiş çünkü. Vaka sayıları haftaya en az 2’ye katlar! N’apcaz yaw blog? N’olcak bu işin sonu? Bi sonu olcak mı? Haaa?

Biz de birkaç yakın arkadaşla bu sözünü ettiğim Spartaaaaa’lı akıncılara kısa bir süreliğine takılıp, sonra kendimizi civar bir köye attık. Kendimi pedal çevirerek ödüllendirdiğim güzel bi gün oldu. Özlemişim. Hamlamışım. Şu an peeertingen şıtrayzeee bi durumdayım. 

Nerde olursa olsun, o köy evlerinin sakinliği insanı büyülüyor. Devasa şehir binalarına karşı direnen o mis kokulu evler. Yaşlı insanların yaydığı o güven ve sıcaklık. Nerde olursan ol, bu böyle. Hep orda, bir köy var uzakta huzuru. Eskiden misafir de olurduk. Ne yedirip içereceklerini şaşırırlardı. Öyle candan insanlar. 

Buraların bence en güzel evi 1 saat mesafe uzaklıkta, onu da bugün buldum. Hava ısırsa da, az da olsa güneşliydi. Bahar kokusu vardı her yerde. Çok çok iyi hissettiğim zamanları hatırlattığı için belki de... İçim kıpır kıpır. Yüzümde yerli yersiz bir gülümseme, hani aşık olunca olur ya. Ölen doğanın dirildiği, sonsuz umut veren mucizevi mevsim, bahar, enerjisiyle artık kapıda. En sevdiğim.

Ateş yaktık. Rüzgâr, ağaç, kuş sesi dinledik. Yedik/içtik. Çok iyi geldi. 

Hayat kısa, kuşlar uçuyora bağlayarak bitireceğim blog. 

Seviyorsanız, gidin konuşun. Neyi seviyorsanız, onu yapın. Sağlıklı olduğunuz her anın tadını çıkarın.. Sevdikleriniz hayattayken onlara sarılın. Öpün. Koklayın. Hiçbir şey için üzmeyin tatlı canınızı. Koyun, gitsin! Her an sakata gelebiliriz. Covid’den önce de bu hep böyleydi aslında ama Covid’den sonra daha bi dank etti. 

Bugün var yarın yokuz. 

Kalın sağlıcakla!