22 Ekim 2020 Perşembe

TV BAŞINDA


Hiç televizyon izleyen biri olamadım. Nedeni elbette ki gün içinde yoğun çalıştığım için vaktimin olmaması. Vaktimin olması ise ya hasta ve raporlu olmamla mümkündür -ki onda da zaten yatar uyurum, hâlim olmaz- ya da yıllık izin almışımdır -ki onda da tatilde, şehir dışında olurum zaten, TV ile işim olmaz.-

Her ay yok Tivibu, yok Netflix, hepsine bir dünya para bayılıyorum ama bir sor, oturup izliyor musun? Hayır. Birkaç güzel film kanalı var, bir iki de belgesel. Kırk yılda bir belki onlara takılırım Tivibu’da. Netflix’e gelince, sadece pandeminin patladığı geçen bahar, birkaç ay biraz hakkını verebildim. Netflix gerçekten hiçbir işi olmayan, boş beleş adam işi. Ha, keyifli mi? Evet. Sevdim mi? Hem de çok. Çünkü yapacak daha iyi bir işim yoktu. Hep evdeydim. Çok az dersim vardı, çalışmıyor gibi bir şeydim. Dışarısı soğuktu. Sosyalleşebileceğim tüm mekânlar da kapanmıştı. Sokağa çıkma ve hatta şehirlerarası seyahat yasağı gelmişti. Eş, dost, akraba, herkes birbirinden kaçıyordu zaten. Hani mezardan dedemiz çıkıp gelse, yüzüne bile bakmayacak, hatta yolumuzu değiştirecek kıvâmdaydık hepimiz, bu Covid belâsı yüzünden. Yalan mı? Salgın daha yeni çıkmış, neyin ne olduğunu bilen yok. Endişe tavan. Öyle günlerden geçiyorduk. 

Sonra zaten yaz geldi, attım kendimi açık havaya. Parklara, bahçelere, dağlara, taşlara, kırlara, bayırlara. Evde kim durur? Hava mis! Akademik yılın başlamasıyla yine döndüm tâbi kürkçü dükkânına. Ayağımın biri hâlâ dışarıda olsa da -güzel giden havalar sağolsun- çoğunlukla evdeyim, online derste, Zoom’da, sizi de beklerim bir gün. Çıkın çıkın gelin. Yalnız bir şartla;  yüz yüze eğitimde telefonuyla oynayanlara gıcıktım, burda da kamerasını ve mikrofonunu açmayanlara. O yüzden kameranızı ve mikrofonunuzu açıp gelin. Yoksa Waiting Room’da bekletiyorum,‘Admit’ e hasret. Oh olsun! 

Ders programım bu dönem öyle delik deşik ki, gözümü televizyona sapıtmak için yeterince boş vaktim oluyor bir sonraki dersi beklerken. Bir de dersimin çok yoğun olduğu günlerde, -ki online dersler bence yüzyüze derslerden çok daha yorucu oluyor-gerçekten kafamı dağıtacak bir şeylere ihtiyacım var. O güzel kafamı daha fazla yormamak için, yine açıp arada televizyon izliyorum.  

Gündüz kuşağı programları malesef reyting uğruna birbirinden saçma programlarla dolu. Ve malesef hedef kitle kadınlar olduğu için, içerikler moda, temizlik, güzellik ve bakım,alışveriş, dekorasyon, yemek, evlilik üzerinden ilerliyor gibi görünse de aslında özünde lâf sokma, çemkirme, çirkefleşme, dedikodu, ağzının payını verme, kıskançlık, iftira, kavga, yalan, aldatma ve hakâret yüceltiliyor. 

Yasaklara karşıyım, hiçbir zaman yasakçılardan yana olmadım ama bu kadınlara yönelik programların nasıl zıvanadan çıktığını, geldikleri son noktayı görünce, özellikle  bazılarının yayından kaldırılması gerektiğini düşünüyorum. Ülkemin o güzelim kadınlarına, emektâr ve çilekeş annelerimize bu programlar reva görülemez. Görülmemeli. Kıt bir aklın biz kadınlara biçtiği bu değer gerçekten çok üzücü. Bu formatlara bakınca, eski dönem, annemin izlediği Esra Ceyhan’la A ‘dan Z’ye resmen belgesel inanın! Ayşe Özgün ise ana haber! Bilinçli bir şekilde cahilleştiriliyoruz yıllardır adeta ve televizyon programlarının bunda etkisi çok büyük! Bu amaca hizmet ediyorlar resmen! 

Bir nesil bilginin cezalandırıldığını ve cehâletin saadet olduğunu öğrenerek yetişiyor. Bir sonraki nesil ise cahil olduğunu bile bilemeyecek, çünkü bilginin ne olduğunu hiç bilmeyecek. 

Bugün, yeni bir formata denk geldim, Fazlası Zarar, bir TRT şaheseri. Bir benzeri daha yok. Oldukça şahsına münhâsır. Yarışmacı teyzeler ev sahibi teyzenin evini dip köşe karıştırıp, ne bulurlarsa ortaya döküyorlar. Neyin eksik, neyin fazla olduğuna karar veriyorlar. Fazla eşyaları yığıp, ev sahibini utandırıyorlar. Evinde en az gereksiz eşya olduğu puanlanan yarışmacı 10 bin liralık ödülü alıyor. Şöyle tespitler yapılıyor misâl: 

*’Bir evde üç yorgana ne gerek? Bu devirde yatılı misafirlik mi kaldı? İsteyen otele gitsin!’

*’Aynı boy iki tencereye ne gerek var? İşiniz bitip yıkayın, tekrar kullanın! Ayrıca az yiyin, az! 

*’Niye fiyatı uygun diye ikinci bir yağı aldınız? Teki yeter. Bedava mezar bulsanız yatacak mısınız yani?’

* Kırmızının her tonu oje ne alâka? Ne yapıyorsunuz bu kadar ojeyle? Kuaför salonu filan mı işletiyorsunuz?

* 24 tane su bardağı bulundurmak neyin kafası? Her saat başı yeni bir bardakla su içmeye utanmıyor musunuz? 

Allah akıl fikir versin! Yahu kimin evinde neyin fazlalık olduğuna başkaları nasıl karar verebilir? Evde bir Allahın kulunu yatıracak olsak, ceket mi atacağız üzerine yorgan niyetine? Aynı boyutta iki tencere olamazmış! Yani birinde pilâv, diğerinde karnıyarık yapamaz mıyız? Bir gün kırmızı, diğer gün pembe, sonraki gün bordo ya da paşa gönlüm ne renk oje isterse, süremez miyim? Bardak dediğin nedir ki, iş edinip sayıyorsun bir de! Bulaşık makinesi içini bardakla doldurmak için var! Bu öyle uzayıp gider! 

İzlerken kendi adıma düşündüm, zayıf yanım ayakkabılarım. Benim ayakkabıları görseler ne derlerdi acep? Kurşunlara gelmem lâzım bu formata göre! Yatacak yerim yok, o derece!

İsrâfı kötülüyor, tasarrufa özendiriyor gibi görünse de, alâkası yok! Salondaki kitaplara fazla, sunta masaya ahşap olduğu için gereksiz pahalı diyen yarışmacı modelleri var. İsrâf nedir, ne değildir, sunucu da bilmiyor bence. Ev ekonomisi dersleri verme havasında, ama kendi evi ne âlemde, bir görmek lâzım. Sunucusu ayrı itici, yarışmacısı ayrı! Ne gerek var diye diye, maske, sosyal mesâfe, gibi unsurları da programdan çıkarmışlar. Hastalıktan ülkece kırıldığımız bu günlerde örnek olmaları gerekmez mi oysa? 

Hayır, amaç tam olarak nedir, verilmek istenen mesaj? Anlamadım. 

Ey Türk halkı, 

A) ‘Minimalizm candır!’

B) ‘Halinize şükredin. Kanaatkâr olun!

C) ‘Kemerleri sıkın!’

D) ‘Nefes alın, yeter!’

Halkın olması gereken imkânları kaymak tabaka tüketirken, böyle formatlar lâzım oluyor demek ki!


3 yorum:

  1. Bayıldım!!!
    Yazının sonuna kadar gülmekten ağzım ağrıdı. Yine mükemmel bir noktaya değinmişsiniz. Maalesef ben de bazen bu tür programlara maruz kalabiliyorum istemeden. Allah insanlarımıza akıl fikir versin. Zamanın değerini bilmiyorlar ve böyle saçma sapan şeylere o değerli vakitlerini veriyorlar çok üzülüyorum gerçekten. Mesela ben her gün pişman olmaktan alamıyorum kendimi. Bir dilek hakkı verseler geçmişe giderek kullanırdım o tek hakkımı. Yapamadıklarımın pişmanlığı bu elimde fırsat varken Yapamadıklarımın...
    Ama işte dünyaları da versen geçmişi geri getiremiyorsun. Bunu çok geç anladım maalesef :(
    Belli ki siz de farkındasınız zamanın değerinin. Şanslıyız:)
    Değerli vaktimin bir kısmını bu güzel yazıyı okuyarak geçirdim. Siz de değerli vaktinizden çalıp yazınızı bizimle paylaştınız bunun için teşekkür ederim ve iyi günler dilerim.

    YanıtlaSil
  2. Her gün bir sürü hayal kuruyorum gelecekle ilgili ama çoğunu gerçekleştiremiyorum. Kurduğum hayallerin gerçekleşeceğine körü körüne inandırıyorum kendimi olmayınca da üzülüyorum haliyle. Sanki hayalini kurduğum hiç bir şey gerçekleşmiycek gibi hissetmeye başladım artık sanki hayalini kurduğum için olmuyor gibi yani kurmasam olur gibi.
    Sonra düşünüyorum neden olmuyor cevapları hep aynı. Bazıları benim elimde değil, bazıları imkansızlıktan, bazıları da yeterince çaba sarf etmediğimden gerçekleşmiyor. Sonra başlıyorum hayıflanmaya bu yaşıma geldim hala dilediğim hayatı yaşayamıyorum. Kendimi hiç mutlu olamayacağıma inandırıyorum daha doğrusu inandırıyodum bu da beni içinden çıkılamayan bir depresyona sürüklüyordu. Ancak son bir kaç aydır düşünce yapımı değiştirdim okuduğum bir yazı sayesinde:'bekledikçe güzelleşir'.
    Şarap örneğin yıllarca bekletiliyo bekledikçe daha da güzelleşiyor, turşu mesela:)
    Sonrasında umutlandım bir gün ben de mutlu olacağım çok geç gelicek belki ama gelecek çok güzel gelecek:)
    Belki de bu yaşadıklarımı yaşamam gerekiyordu, dönüp baktığımda görüyorum ki evet çok üzüldüm ama hepsinden bir ders çıkardım. Geleceği hiç birimiz bilmiyoruz ve bilemeyiz hep 'keşke' diyoruz üzülüyoruz ama hiç düşünmüyoruz belki de yaşamamız gerekiyordu ileri ki mutluluklar için...

    Genelde ketum biriyimdir derdimi düşüncelerimi kimseyle paylaşmam bir kağıda yazar sonrasında yırtar atarım.
    Ama insan hiç tanımadığı birine içini dökünce rahatlıyor, gevşiyor.Sizi tanımasamda düşünce yapınızı seviyorum kendime yakın hissediyorum. Bu yeni nesil insanlar hep aynılar hepsi birbirine benziyor hepsi aynı şeyleri yapıyo hepsi aynı şeylerden hoşlanıyor kimse kendisi gibi değil hepsi özenti birbirlerine özeniyorlar. Klonlanmış gibiler sanki.Bu benzer insan topluluğundan farklı kişileri bulmak oldukça zor siz de onlardan birisiniz farklısınız, bişeylerin farkındasınız.
    Belli ki derin şeyler yaşamışsınız. Sabredin ben inanıyorum sabredenler, bekleyenler mutluluğa ulaşacak.
    Sevgiyle kalın...

    YanıtlaSil
  3. Belki sizi hiç tanımasaydım bu yazıların bir öğretmen tarafından yazıldığını hiç bilmezdim. Hiç sizi görmeseydim mutlaka tanımak isterdim. Hazırlık sınıflarında kısa bir süre geçirdik ama yazılarınızı okuyunca hala derste gibiyim bir şeyler öğrenmek, farklı düşüncelerle karşılaşmak, farklı hikayeler okumak. Derse katılan bütün arkadaşlar için geçerli midir bilmem ama ben o hazırlık sınıfında dersi beklediğim gibi yazılarınızı her hafta bekliyor olacağım. Hiç kimse okumuyor zannetmeyin yazılarınızı ben bazen bir yazınızı iki kere okuduğum bile oluyor.
    Iyi günler dilerim hocam.

    YanıtlaSil