16 Ekim 2020 Cuma

LEYLÂ


Bir vakti var her şeyin. Doğum olsun, ya da ölüm. Saati var. Eşref ya da eşşek türünden. Mevsimi var. Bağ bozumu ya da kırlangıç fırtınası. Leylâ olmanın da bir yaşı var, öyle her yaşın harcı değil. 

Gençken cahilliğine veriyorsun da, yaş kemâle erdiğinde o kadar kolay olmuyor sevda yükünü atmak üzerinden. Hata yapma lüksün neredeyse yok. Bırak Leylâ’lığı, Leylâ’lıkdan geçme faslında olman gerekiyor. Ne de olsa ‘az zamanın Leylâ Abla’sı değilsin’ artık. 

Yaşıtların ya hâcda ya umrede! 

Yaşına yakışanı yapmalısın, yaşından bekleneni. Örf de, adet de, kültür de. Ne dersen de! Adını sen koy. Demem o ki, yaşını başını alana Leylâ’lık bile haram. 

Demezler mi ki  ‘Mevlâ’yı bulma yollarına düşmen gerekirken bre kadın, yaşından başından utan!’ ya da ‘Bu yaştan sonra azanı artık teneşir paklar!’. 

Sevda gençlerin harcı! 

Sahi, senin neyine Leylâ olmak? Çoktan geçmişsin o köprüden. Çok sular geçmiş o köprünün de altından. Hakkını da vermişsin hani zamanında, ne gemiler yakmışsın ne gemiler! Ama gönül bu işte, ferman dinler mi? Dinlemiyor. 

Hiç beklemediğin bir zamanda, en olmayacak bir bağlamın içinde, o köprünün başında bir kez daha buluverebiliyorsun kendini. Hem de olabilecek en zayıf halka olarak!

Çok zaman geçtiği için olsa gerek, Leylâ’lık derinden sarsıyor bünyeni. Unutmuşsun, ne menem bir şey olduğunu. Sen, eski sen değilsin ki artık! Mihrap hâlâ yerinde dursa, aynalar sana hâlâ dost da olsa, genç olmak başka, genç görünmek başka! Hiç hissetmediğin kadar hissediyorsun bunu, tâ iliklerine kadar. Hiç takılmadığın kadar takılıyorsun o yaş engeline, çünkü Leylâ olmanın da bir yaş sınırı var. Hadi bir şekilde oldun diyelim, Leylâ olmanın bir de raf ömrü var. 

Pat diye yaşını söyleyebilen o kendiyle barışık sen gidiyor, başka bir sen geliyor. Suskun. Düşünceli nicedir. Eee, Leylâ olmak hiçbir zaman kolay değildi ki! Hele bir de şimdi olsun! 

Yediği zıpkını çıkarmaya çalışan bir balık, renkleri yeniden öğrenen solgun bir gökkuşağı, yolcusunu almak için yeniden gara dönen unutkan bir tren gibisin. Her şeye yeniden başlayacaksın. Leylâ olmak işte böyle meşakkatli bu yaşta.

Dalların tomurcukla dolsa da, biliyorsun ki sende mevsim artık hazan. Kolay aldanamıyorsun ondan sebep. Ne Leylâ olabilirsin artık lâyığınca, ne de Leylâ’lıktan vazgeçebilirsin. İşte bulunabileceğin en kötü eşik! Arâftan bile bin beter! Bâhtının saçlarından bile kara, kapkara olduğunu fark ettiğin yer.

Bir yaştan sonra Leylâ olmak, sapsız bir bıçak gibi iki tarafı da kesen, tutmak isterken. Sonuç mâlum, kan revan. Binlerce parçalı bir yapbozun sadece birkaç parçasını bulup koyabilmek gibi, parçaların çoğu eksik ve elinde örnek resim yokken. Öyle kayıp, şaşkın ve yönsüz. 

Leylâ, varıp varabileceğin en son nokta. Mecnun ise yol. Çok iyi biliyorsun artık bunu. Eee, bu saçları değirmende ağartmadın. Yola çıkmadan, o köprüde onca gemiyi yakmadan evvel, Leylâ kıymetliydi. Yani gençlikte. Şimdilerde ise artık yol bittiği için olsa gerek, Mecnun çok daha kıymetli. 


Sevda bir yük değil, ilâhi bir hediye. Çok iyi biliyorsun artık bunu. Birinci elden. Kaç kez düşerdi ki kalbe bir ömürde? Bir, bilemedin iki. Ama Allah’ın hakkı üç. Ondan, hadi üç olsun! İşte bu yüzden sıkı sıkı tutmak istemiştin onu ansızın bulduğunda elinde. Hâlâ bile öyle. Onu kaybettiğinde önce gözün ağlamıştı, şimdilerde ise özün. Çünkü anladın ki sonunda, ne sen Leylâ’sın ne de o Mecnun.

‘Olmak ya da olmamak’ kadar evrensel, en az onun kadar dermansız bir dert bu. En iyi çekenler bilir elbette. 

O zaman, onların şerefine! 

Ferdi Baba- Sen de mi Leyla




1 yorum: