28 Kasım 2023 Salı

NE iSA NE MUSA


  

1 ay sonra 1 yıl bitiyor. Aylar önce, epeyce bir kaygılı ve aklımda deli sorularla, en sağlıklısından bir yıl olmasını dilediğim 2023’ü, bir heyet raporuyla kapatıyorum. 

Gazdan ayağımı çektim. Konuşmadan ve yazmadan varoluyorum. İçtiğim her bir bardak su için, ağızdan beslenebildiğim her bir lokma için, yatmayıp oturabildiğim için, tuvalete gidebildiğim için, attığım her bir adım için, uyuyabildiğim her bir gece için, umutlu uyandığım her bir sabah için, bana bu hayatı bahşeden yaratıcıya çok ama çok minnettarım. 

Bu yıl hayatımdan çıkan insanlar var. Hayat onlar olmadan da çok güzel. Konuşmalar, ilişkiler, insanlar, ilgi ve sevgi. Hiçbirini zorlamaya gerek yok. Uğruna savaş verdiğine değmiyor. Akan akıyor. Olacak oluyor. Olmayacak olan zaten olmuyor. Neyse o. 

Her gün yüzlerce insanla karşılaşıyorum. Belki bazılarının hayatına değiyorum ama çoğunluğu teğet geçiyorum. Bilmem kaç bin yıllık insanlık tarihinde, onlarca farklı dil, bir sürü medeniyet, milattan öncesini mi ararsın milattan sonrasını mı… Milyonlarca insan, milyonlarca ihtimal. Denk gelmeyebilirdik. Birbirimizi bilmeden. Tanımadan. Bir yere varmadan. Geçip gidebilirdik. Olmadı. Ne o türlü ne de bu. 

Arkama bakmayacağım. İleride iyi insanlar var. İyi insanların varlığına inancım hâlâ var. 

2024’den sağlık, iyilik ve güzellikler diliyorum; benim, sevdiklerim ve kalbi iyilikle atan tüm dünya insanları için. 

Tüm okurlara, sevgilerle. 


5 Eylül 2023 Salı

OLAAAAY KOCALAR

Ekonomi fena halde canımı sıkıyor, acayip yolsuzum. Siyasi gündem malum, sirk gibi. Çok umutsuzum. Dünya desen, bir avuç iyi insanın yüzü gözü hürmetine hâlâ dönse de, her geçen gün biraz daha pisliğe batıyor. Karamsarım. 

Ondan sebep, magazin takılıyorum farkındaysan son postlarda. Yine öyle takılcam. Aşko kuşkolu bi yazı olcak bak bu, baştan söyliyim. Ona göre devam et ya da çek arabanı, ey yolcu! 

Burcu Esmersoy isimli sunucu / manken kişisi evlenmiş. Allah mesut etsin. Başımı nereye çevirsem çarşaf çarşaf haberi, türlü çeşit mecradan gözüme sokuluyor günlerdir. Hatunun 3. evliliğiymiş. Düğün İtalya’da olmuş. 3 farklı gelinlik giymiş. Nikah töreninde göz yaşlarına boğulmuş filan fıstık. 

İnsanlar hala neden evleniyor, onu zaten anlamıyorum ama bizler gibi sıradan bir hayat yaşama zorunluluğu olmayan, hali vakti yerinde, istediği adamla istediği şekilde yaşayabilme özgürlüğüne sahip böyle bir hanımefendi neden evlenir, üstelik 3. kez neden evlenir, gerçekten anlamak çok zor. 

Celebritylerin renkli dünyasında, seversin, sevişirsin. Heyecandır. Elektriktir. Yaşanır, biter. Herkes yoluna gider. Amenna. Sıradaki aday? Sonraki? Sonra bi sonraki?  Evlenmek nedir ya?  Siz aşağı mahalleden Osman ile Halime değilsiniz ki. Zaten birlikte yaşıyorsunuz. Mahalle baskısı, aile terörü, gelenek, töre sizi gram bağlamıyor. Evlenmek niye? 

Hadi kadın kısmı evlenmeye, gelinlik giymeye oldum bittim meraklı diyelim. Biyolojik saat, kadınları evliliğe mecbur ediyor bir yerde. 47 yaşındaki Burcu da öyle, fabrika kapanmadan bebek istiyor olabilir. Kadın evlenmezse olmuyor. Sorun oluyor. Niye? Evlenmek zorunda mı kadın? Bekar anne olamaz mı? Aaaaaaa! Böyle şey olur mu? Ya, niye olmasın peki? Bizim ülkemizdeki kültür, maalesef kadınların yararına bir kültür değil. Kadınlara karşı bir kültür. Adamların yararına da değil aslında. Çünkü kadın bir erkekle çoğu zaman ünü için, konumu için ya da parası için evleniyor. Bu aşk değil ki. Bir ticaret. Bir adamı olduğu gibi seven ve evlenen kadın neredeyse yok.

Genelde paralar evleniyor, bazen hırslar, korkular ya da makamlar. Aşıkların evlendiği nadiren oluyor. 

Allah baba erkeklere öyle bir torpil geçmiş ki, adam hemen her yaşta baba oluyor. Erkek adam asla yaşlanmıyor. Robert de Diro geçenlerde, tam 80 yaşında baba olmuş! Yok artık! O yaşta ben artık içine kaçıyor sanıyordum. Tamam abartmayalım, Burcu, ama çocuğun babası şöyle yaşı yaşına bi bey olsa daha iyi olmaz mıydı yavrum? Evlendiğin adamın daha kendi çocuk. 

Peki ya eşi beyefendiye ne demeli? Abicim, daha 30 yaşındasın.  Tipin de, ailen de, halin vaktin de bir hayli yerinde. Böyle bir profil, neden evlenir? Her insan evladı gibi o da günün birinde evlenecek, yuva kurup, soyunu sürdürmek isteyecek diyelim. Öyleyse bile, neden kendinden 17 yaş büyük bir hanımefendiyle evlenir insan? Sevmek, sevişmek, aşık olmak, tamam. Yaş sınırı yok. Allah’ına kadar! Ama evlilik çok başka bir olay. Denklik mühim. Uzun bir yolculuk bu. Çok daha genç, doğurgan, kendi çağında, kendi akranı, kendini daha iyi anlayıp, daha kolay uyum sağlayabilecek hanımefendiler dururken, neden Burcu? Adam 40’ına geldiğinde Burcu 60’lık granny olcak. Ha, çocuk belki reklam olcak, camiada tanınacak. İstediği bu. Yine bile anlayamıyorum. 

Böyle bir karın ağrısı var ama, biliyorum. Aşk diyorlar adına. Sen de bilir misin, ey yolcu? Hiç başına geldi mi? 

Üç harflilerin hem en güzeli hem de en korkulması gerekeni. 

Yaşanır, anlatılmaz derler. 

Bilmeyene yalan gelir derler. 

Aşkın ateşi yakarmış ateşi derler. 

Aşk, bir tesadüfe yenilmektir derler. İnsan sevdiği şeylere yenilir. 

Dünyanın en riskli kumarı. Ufacık bir sevilme, mutlu olma ihtimaline karşı çok şeyi ortaya koyarsın. Kaybedersen, bu kayıpları yerine koyman çok zordur. Hayatımda 2 kere aldım bu riski. İkisinde de kaybettim. Kalbim hala bazen acır. 

Burcu ve çıtır mı çıtır kocasının hikayesinden çok daha bombastik bir benzeri aşk hikayesi ise Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve kendisinden 24 yaş büyük olan, OMG! müstakbel eşi Brigitte’e ait. Evet, tam 24 yaş. Hanımefendi, Macron’un lise öğretmeni. 

Macron, evli ve 3 çocuklu öğretmeniyle tanıştığında sadece 15 yaşındaymış. Ergen lise öğrencisi. O yıllarda platonik aşık olduğu öğretmeninin yıllar sonra yeniden karşısına dikilip ilan-ı aşk etmiş. Seviyorsan candan, boşan gel kocandan demiş. Kadının eşinden boşanmasından sonra da, onunla evlenmiş. İnanılır gibi değil, ha? Bu ne sevgi, ah! Bu ne ızdırap! İnsanlar hocalarına aşık olabilirler. İlişki de yaşayabilirler belki, bu onları bağlar. Gönül bu. Aklın işi değil. Aşkın işi. Tamam. Ama evlenmek? 

Şimdi, bunu neyle açıklayacağız? Bir adam neden kendisinden 24 yaş büyük bir kadınla evlenir? Macron’a ne diyeyim ben? Herhangi bir adam da değil. Fransa ondan soruluyor.  Hem genç, hem başarılı, hem de yakışıklı. Elini sallamaya dahi gerek kalmadan, bir bakışıyla en az elli çeşit hatun kapısında yatar. Ama sen tut, annen yaşında kadınla evlen. Sana çocuk veremeyecek yaşta üstelik. Aşk mı bu, bilmiyorum. Nasıl bir hayranlıksa artık adamın kadına duyduğu, tarihte örneği az bulunur cinsten. Ama burda bir patoloji var. Kesin.

Bi kere 20. yüzyılda insan çocuğunun adını hala nasıl Emmanuel koyar?  Nasıl bir ana- babaya sahip, varın gerisini siz düşünün. Bu adamı bir türlü ciddiye alamıyorum. Adından mı, bu yaptığı akıl almaz evliliğinden mi? Bilemiyorum. E, Allah yazmış. Yakışmışlar da. Yaş farkları valla hiç belli olmuyor. 24 yaş farka rağmen, abla çıtır duruyor. En azından, dışardan öyle. Bize laf düşmez. Mutluluklar diliyorum kendilerine. 

Aşk işte bazen böyle bir akıl tutulması, böyle bir karın ağrısı olabiliyor. Hele de Macron’unki gibi platonik olanı, en uzun süreli ve süründürme garantili. Tahrip gücü yüksek, parça tesirli. Hiç bitmiyor. Öylece kalıyor aklında. Belki yıllarca. Yaşamayanımız neredeyse yoktur. Kavuşamadıkça, gözünde ve gönlünde, büyüdükçe büyüyor. Kavuşunca da bitmemiş her nasıl olduysa. Bu Macron ne ayak, ben çözemedim valla.

Dünya olarak, hocamdı kocam oldu repliğine okeyiz. Adamlar kendilerinden 20-30 yaş küçük hatunları çatır çutur götürürken sorun yok. Bak Acun’a. Adam 18’lik seviyor. Prensip sahibi.  Bak Leo’ya. 20’lik seviyor. Öyle ki, daha 25 yaşına bastığı gün, çıktığı kızı terk ediyor. Ama iş tam tersine döndüğünde, dumura uğruyoruz.  Ayıplıyoruz. Mummy issues diyoruz. Odipus’un kulaklarını çınlatıyoruz. Olgun hatun- çıtır adam kavramı hâlâ bize çok uzak, çok çok yabancıyız. 

Ama aşkın gerçekten yaşı olmuyor. Birine gerçekten tutulduğun zaman, kaç yaşında olduğu, ne kadar uzakta yaşadığı, boyu ya da kilosu veya her ay kazandığı para aptal bir sayıdan ibaret oluyor. Ne olursa olsun, seviyorsun. İstiyorsun. Bedeli ne olursa olsun, koşup sürükleniyorsun arkasında. Belki artıyorsun. Belki eksiliyorsun. 

Burcu ve Brigitte, altın kızlar; 

Kocalarınız olaaaay, şekerim. Gidin, tadını çıkarın. 

Şapka çıkarıyorum auralarınıza, dişil enerjinize, bu çıtır adamları çarpan cazibenize ve ben dahil pek çok kişiye dert olan aşklarınıza. Valla bravo. Helal size bu yollar, bu adamlar. Yürüyüüüüün! 

Onca gençliğe, güzelliğe, kariyer ve diplomaya rağmen evde kalan hemcinslerinize, doğum belgesinden başka belgesi olmayan, ne idüğü belirsiz, toksik adamların arkasından ağlayan nice hatun arkadaşlarınıza da ibret olsun hikayeleriniz. 

Ha, evlilik bir başarı mıdır? Asla! 

Sonuna kadar A Ş K olsun. Hep A Ş K olsun. 

Öptüm. Görüşürüz. 



 


12 Ağustos 2023 Cumartesi

#instos #isbirligi #reklam

İnstoşta hiç normal bi insan kalmamış be biloog. Takipte olduğum sıradan vatandaşlardan uzun zamandır post atan zaten bir Allah’ın kulu bile yok. Atanlar da story atıyorlar, gayet bilindik, gayet sıradan, bkz. instoş story temaları Onun dışında tanıdık/ tanımadık kim varsa nerdeyse herkes içerik üreticisi olmuş. Vay vay vay. Herkes mutlaka birileriyle bir #isbirligi içerisinde ve #reklam veriyor. 

Ha bire ticari içerik paylaşıp duruyorlar. Postlarda skala çok geniş; kozmetikten memeye, saç düzleştiriciden yine memeye, glütensiz tariflerden popoya, seyahat rotalarından tekrar popoya. Ama ne olursa olsun, #isbirligi ve #reklam etiketli hesapların hemen hepsinde, üç beş edebi sözün ardından iş mutlaka dönüp dolaşıp meme-popo kombosuna gelip dayanıyor. Meme ve poposuna güvenmeyenin bu mecrada işi yok senin anlayacağın. 

Bugün şöyle bi durup düşündüm instoş akışıma bakıp, ben burda napıyorum diye. Sahi, neden kullanıyorum ben instoşu? Soruyorum an bu an kendime. Ben, hiçbir içerik üretmeyici.  Hesabıma yatan bi para yok. Cebime giren bi kuruş yok. Ne bi sponsor, promosyon, ne bi çekiliş, açılış, lansman, ne bi hediye. Ben niye instoştayım ya? 

Gezdiğim gördüğüm bi yerin sevdiğim bi fotoğrafını çektiysem paylaşıyorum. Bolca çiçek, bulut, manzara, ağaç. Sevdiğim bi şarkı varsa, onu. Sevdiğim bir kolye/ boncuk cıncık/ kılık/ayakkabı belki. Mutlu olduğum bir an varsa, eş dostla, onu. Janti bi pozum varsa belki arada.  Kankitolarımla gülmelik reels videolarını attı tuttu yapıyoruz. Eeee. Başka? Peki paylaşmasam nolur? Kim küser? Niye paylaşıyorum? Ne için, kim için paylaşıyorum? Takipçilerime ne vaat ediyorum ki beni takip etmeye devam ediyorlar? Beni takip edenler ne kazanıyor, takip etmeyenler ne kaybediyor? Böyle bir takım pragmatik sorular içinde debelenip duruyorum bugün. 

Peki, şimdi bir sonraki soru geliyor. Belli bi içerik üretmediğim ve ne #reklam ne de #isbirligi içinde olmadığım halde, niye her gün nerdeyse 1-2 saatimi harcıyorum burda? Yoga hesapları var faydalandığım. Evet. Ama olmasalar da olur. Kaydediyor ama hiçbirini yapmıyorum. Resim/ çizim/moda/nakış/ sanat hesapları? Akışıma estetik ve güzellik katıyorlar, hepsi bu. Yemek tarifleri? Daha bir tanesini bile denemedim. Takip ettiğim/ sevdiğim/ takibe değer bir celebrity de yok bu camiada. Peki ben ne halt ediyorum o zaman burda eğer ekmeğimi de kovalamıyorsam? Günün sonunda benim elime geçen ne? 

Temmuz maaş zammı daha gelmeden gitti. Yatan maaş farkını harcamışım bile, ruhum duymadı. Ayın son günleri, nakite sıkışmış durumdayım. Bi içerik üretip yolumu bulamayacaksam, ne işim var benim İnstoşta? Kim benim sıradan hayatımı neden merak etsin ki? Herkes bi şekilde bişi üretiyo, ben niye bi tür içerik üretici olmuyorum? Neden ufaktan yolumu bulmuyorum? Koskoca Sabancıların gelini bile #isbirligi ve #reklam peşinde çok ihtiyacı var gibi. Takma tırnaklarını, designer çantalarını, çekim kalitesi kötü mü kötü makyaj videolarını paylaşıyor. Yazık. Demek ki milyoner de olsan, vizyon başka bir şey. Eksiğim yok fazlam varken, ben neyi bekliyorum? Memeyse meme, popoysa o da var en alasından. Elhamdülillah. Edebiyat desen, tillahi var. Döktürürüm. Hadi beni motive et de ya kolları sıvayıp ben de bir tür içerik üreticisi olayım ve parayı kırayım ya da tası tarağı toplayıp hepten çıkayım bu mecradan. Yoksa kafayı yicem. Gerçekten. Bu ay çok züğürtüm. Bildiğin gibi değil. 

Ama sen her türlü, cansın can biiilogcan. Senin yerin çok başka. Kendini instoşla filan kıyaslama sakın. Getir götürünü yapar anca o. Uzun ara vermişim yine. Sorry. Ama hep kalbimdesin. Tüm yollarım sana çıkıyor. Bak bugün de öyle oldu. 

Sana geliyor bak  Caaaanııııımmmm biloooggggcan. 

>>>>

Müslüm Gürses-Senden Vazgeçmem


19 Haziran 2023 Pazartesi

BABAAAA!

Ne Sokrates ne Aristoteles! En büyük filozof vallahi de billahi de Müslüm Gürses! Nerdeyse her gün mutlaka babanın bir şarkısını dinlediğim zamanlardan geçiyorum. Üstelik bunca yıldır dinlememe rağmen, hâlâ yeni keşfettiğim şarkıları oluyor!

Şimdilerde öyle bir eşikteyim ki; hiç düşünmediğim kadar düşünüyorum babanın şarkılarındaki hem kafa hem de kalp açan o sözleri. Öyle ki; en az yoga pozları kadar etkili! Sesiyle yatıştıran, derinlere yolculuk yaptıran, babaların babası. 

Enstrüman zenginliği, o yaylılar, o vurmalılar…Sesinin derinliği… Dalga dalga büyüyen, o sesi. Sesinin rengi! Offfff! Herkesin malumu, ŞAHANE. Tıpkı bir çağlayan gibi. Ama o sözler, ah o sözler… Beni benden alıyorlar. Felsefenin dibi! 

Karanlıklar ülkesindeyim, ışıklarım hep sende kalmış. 

Bu kadar çaresiz bırakma beni. Bağlandım bir kere, çok sevdim seni. Senden istediğim çok şey değil ki. Uzaktan uzağa bir gülsen, yeter. 

O durmayan yolcu, sen garip hancı. Hesabı vermeden gidecek bir gün. 

Özlerim ben seni, seninle bile. Vuslat mı hasret mi adını sen koy. 

Gülmek bizim hakkımızdı, yaşıyorsak bu dünyada.  Neden ayrı kaldık bilmem, ölesiye seviyorsak. 

Gençliğine gücenme, yıllar alıp gidecek. Dünyada ikimize hatıralar yetecek. 

Sevgisizliğine bir kalp verdim, artık geri ver. Geri ver aldıklarını, artık geri ver. Geri verilmez hiçbir yanılgı. Sen de emanet et benden kalanları. Her şeyi al.  Bana beni geri ver, bir şansım olsun.  Başka yer, başka zaman. Sensiz ömrün olsun.

Bizim gönlümüze hasret düşüren, şu geçit vermeyen dağlar utansın. Bizi bizden alıp, yabancı eden, şu uzayıp giden yollar utansın. 

Sevda yüklü kervanlar, senin kapından geçer. 

Aşk tesadüfleri sever, kader ayrılıkları. Yıllar geçmeyi sever, insan aramayı. 

Gönlüm bir sevdanın peşine düşmüş; aklı yok, fikri yok, deli misali.

Kaç kadeh kırıldı sarhoş gönlümde, bir türlü kendimi avutamadım. Kaç gece ağladım böyle sessizce, ne yaptıysam seni unutamadım. Her şeyde sen varsın, unutamadım. 

Hasretin bölerken uykularımı, çaresiz gizledim duygularımı. Seni kaybetmenin korkularını, bir yenebilsem ah bir yenebilsem. 

Bugün batarsa güneş, yarın yeniden doğar. Her gecenin sonunda bir sabah vardır evlat. Sakla umutlarını, yıkılıp kalma sakın. Ümitsiz, gayesiz yaşamak zordur evlat. Dürüst ol, insancıl ol. Düşün öbür dünyayı. Bir karıncayı bile incitme sakın evlat. 

Hasret rüzgarları çok erken esti, savrulduk sevgilim dertlerden yana. 

Bak yine soldu güneş, yine akşam oluyor. Ömrümün kadehine sensiz bir gün doluyor. 

Böyle bir aşk görülmemiş dünyada. Ne geçmişte, ne de bundan sonrada. Arasalar bulamazlar rüyada. Göremezler, seni yazdım kalbime.

Issız bir köşeye serdim postumu. Yağmurla rüzgarla örttüm üstünü. Unuttum düşmanı, hem de dostumu. Alıp vereceğim kimse kalmadı. Dostum diyeceğim kimse kalmadı. 

Gitmeseydi onun kulu olurdum. Çiğneyip geçtiği yolu olurdum. Bir ömür aşkıyla dolu olurdum. Ne yazık bunları bilmeden gitti. 

Gel bahtımın kar beyazı. Çekilmiyor bu yalnızlık, gel. 

Yarım kalan sevgiye, şu emanet gülmeye, yaşamadan ölmeye itirazım var. 

Hasret yollarında geçerken ömrüm, bir de senden hasret gelmesin bana. 

Zamanla her şey değişir. Gününü gün et. Hayatı gördüğün gibi, öyle kabul et. 

Güzelmiş, çirkinmiş ne fark eder? Deli gibi sevmek ruhumuzda var. 

Nereden sevdim o zalimi, hayatımı yıkıp da gitti. 

Yakarsa bu dünyayı, garipler yakar. 

Tadın sinmiş suyuma, taşıma toprağıma. Bu şehirde ne varsa, hepsi sana benziyor. 

Sende açsam da gözümü, yoktu bu aşkın çözümü. Zaman avutur gönlümü, hasretine alışırım.

Öyle günler geçirdim, ne yaşadım ne öldüm. Kadeh kadeh sevgilim, seni kalbime gömdüm.. 

Şimdi suya hasret çöller gibiyiz. Ayrı dünyalarda eller gibiyiz. Bir zalim gururun son eseriyiz. 

Kırk yılın başında halim hatırım, sorulsa ne yazar sorulmasa ne.

Beni ta kalbimden vurdu gidişin. Bütün umutlarım ağır yaralı. Aklımdan çıkmıyor veda edişin. Bütün duygularım ağır yaralı. 

Hayalle yaşarken gerçek dünyada, zamanı içmişiz haberimiz yok. 

Konuşsana birtanem, neden hep susuyorsun? Susmak neyi halleder? Neden anlatmıyorsun? Gizleme ne olursun, saklama hislerini. Sen de bana aşıksın hem de deliler gibi. 

Döndür, sapmayacak sandığım yolumdan beni döndür. Söndür, içimdeki bu yanan kör inadı aşkınla söndür. Hadi beni döndür, yolumdan döndür. 

Çünkü sen, çölüme yağmur oldun.

Ben böyle çaresiz, sen başla kollarda. Ne diyeyim sevdiğim, her şey gönlünce olsun. 

Bu topraklarda doğup büyümüş, ekmeğini yemiş suyunu içmiş her insan evladı babayı mutlaka dinlemiştir. Herkesin sevdiği bir baba şarkısı vardır illa ki.  Belki benim yazdıklarımdan, belki de değil. İşte o, hangisiyse… sizlere armağanım olsun. Açın, dinleyin. 

Benimkisiyse; Sende Kalmış, o da benden size bir başka armağan. Linke bi tıklamanıza bakar.

Neredeysen, bi haber gönder. Diğer yarım yanında kalmış. Yaşayamam gelmezsen eğer. Yarınlarım hep sende kalmış. Ellerimde sıcaklığın, saçlarımda baharların, yüreğimde umutların, gözlerimde gözlerin kalmış

Baba, seni ne çok sevdiğimi biliyorsun. Bana hep çok iyi gelirsin. Her zaman iyi geliyorsun. Çok başkasın, çok büyüksün. Şarkılarına ruhunu veriyorsun. 

Yattığın yer seni incitmesin. 

Karanlıklar ülkesinde, ışıklar içinde uyu. 





1 Haziran 2023 Perşembe

HAZİRAN

Buddha baba bi keresinde şöyle kallavi bi laf etmiş:

Zihin maymun gibidir, kendi haline bırakırsan daldan dala konar

Güzel Türkçemizde bu durumu anlatmak için maymun değil de tilki uygun görülmüş, eee coğrafya kader ne de olsa. 

Aklında 40 tane tilkinin dolaşması, 40’ının da kuyruğunun birbirine değmiyor olması. 

İster maymunlu olsun, ister tilkili; zihni susturmak önemli. İster Buddha babanın ekürisi olsun, ister bizim atalar, valla çok doğru söylemişler.

İğde Ağacı, Kampüs, Yaz 2023. 

İşte bu yüzden, zihnin eline bir oyuncak vermek gerekir ki onunla oyalansın, sussun da bi motoru soğusun. Bu oyuncak da Buddha babanın aleminde; nefes. Ancak böylece geçmişi ve geleceği bir kenara koyup, anda kalabiliyorsun. Anda kalmanın sırrı bu. Anda kalmak önemli. Anda kalmak şifalı. Çünkü bu hayata seni bağlayan şey nefesin. Nefes aldığın sürece varsın. Hayat yolculuğunda, sana ev sahipliği yapan bedenine yapabileceğin belki de en büyük iyilik, onu nefesinle beslemek. Nefesinle derinleştirmek. Nefesinle iyileştirmek. Zihnin konuşurken bunu yapman öyle zor ki. Düşünceler tüm enerjini sömürüyor. İşte bu yüzden maymunları ve tilkileri bi güzel postalamak gerek. 

Ve hatta, geldikleri an, geldikleri gibi; Hoşgeldiniz, güle güle!!! şeklinde. 

Eski yöntemlerle mümkün olmamışken ve yeniler henüz oluşmamışken…Yeni bir şeye başladığında, yazgı niyetini test edermiş. Yeni bir yola girmeye karar mı verdik, yoksa her an eski hayatımıza geri dönecek gibi miyiz? Bu iradenin ve kararlılığının bir testi. Bu testte, nefes benim her şeyim. Anda kalmak. Akışta. Durmaz akarken, akmak. 

Eğer başarabilirsem, kapılar duvarların olduğu yerden açılacak. Evet, tam da oradan. 

O ağacın altı, Kampüs, Yaz 2023. 

Ve ben gerekiyorsa önce ölüp, sonra dirilip ve sanırım devamında becerebilirsem yeniden doğacağım.

İyice sıyırdın artık kafayı, Çaylak ha! mı diyorsun? İpsiz sapsız konuşuyorum, ne dediğim belli mi değil? Haksız da sayılmazsın. Daha makara takara şeyler yazmama alışıksın sen. Pek iyi olmadığım bir gerçek. Ama çok daha kötü günlerim de olmuştu. Bilirsin.  Dibin de dibi. 

Bugün Haziran, en sevdiğim. Ve kesinlikle bir işaret, gelecek güzel günlerin varlığına! 

Nolur, öyle olsun. 

Hadi, aksın. 

Yüzyüzeyken Konuşuruz-Durmaz Akar


14 Mayıs 2023 Pazar

YERLE YEKSAN


Seni az tanıyorum. Az. Sen de fark ettin mi? Az dediğin küçücük bir kelime. Sadece a ve z. Sadece iki harf. Ama aralarında koca bir alfabe var. O alfabeyle yazılmış onbinlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de söyleyemediğim sözler de o iki harfin arasında, biliyor musun? Biri başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. Yan yana gelip de birlikte okunmak için. Ama hiç kolay değil. Hem de hiç. Hatta imkansız. Evet, imkansız o aradaki her harfi teker teker aşmak. Onları aşıp, birbirine kavuşmak. Çok geç kalmışlar birbirlerine. Sen ve ben gibi. 

Başka hayatlarda, başka şartlarda, geri dönülmesi imkansız yollarda yürüyoruz. 

İşte bu yüzden, kim bilir kaç kez dönüp gitmek istedim. Yine de gidemedim. 

Bu defa sahiden gidiyorum ama. 

Yaşanan an ne kadar kötü olursa olsun, zaman durmadığı sürece bu da geçecek.

Geçsin. Nolur.

>>>

10 Nisan 2023 Pazartesi

YOGİ AYDINLANMASI

Kaç yıl sevilir bir insan? Kaç yıldan sonra unutulur? Gidince mi? Ölünce mi? Başkasını sevince mi? Kaç geceye sığınılır? Kaç şarkıya? Ne soğutur yüreği? Kaç bahara aldanılır? İşte böyle ya biloog. Kafamda dönüp duran sorular bu aralar böyle böyle. Cevapları da yok. Belki cevaplara artık gerek de yok. Haydaaaaa! Bak, konu yin yogadan nerelere nerelere geldi, değil mi? Yogiler dağından bildiriyorum. 

Bir yoga öğretisi der ki; karanlık aydınlığın yokluğudur. Ego ise farkındalığın yokluğu. 

Bak bak, laflara bak.  Buddha mı oldun kızım başımıza? Dün bir, bugün iki.  Mevla’yı bulma yollarında mısın? Bari bi kamyon al, arkasına yaz bu lafları da araya gitmesin mi diyorsun? 

Fena fikir değil aslında. Ama önce, sen beni bi dinle. 

Bazen, bazı insanlar hiçbir şeyimiz değilken bile, yaşam destek ünitemiz olabilirler. Mavi bir gökyüzü ya da güneşli bir Pazar günü gibi içimizi açarlar. Uzayıp giden, sakin bir sahil gibidirler kimi zaman. Karnın toktur o varken, sırtın pek. Ağzında güzel bir tattır bazen de. Dünya dönüyorsa hâlâ, sanki sırf onun yüzü suyu hürmetinedir. Sıcacık bir soba gibidirler bazen hatta. Karşısında en güzel uykularını uyursun. Güzel bir koku, şehir ya da renk. Kendine en çok yakıştırdığın. Dinlemeyi çok sevdiğin, dilinden düşmeyen bir şarkı. Çalıp, duran. Hiç bıkmadan, defalarca. Bir içeçek belki. Böyle, en yanarlı dönerlisinden. Seni çarpan. Kafası güzel. Başını döndükçe döndüren. 

O dozu artık almaman gerektiğini bildiğin bir ilâç gibi de olabilirler ama bazen. Belki bir ağrı kesici. Hatta belki bir tür uyuşturucu. Gerçek algını değiştirip, her şeyi ters düz eden. Ama en azından o gün hayatta kalabilmen için gerekli olan. Bozulana kadar zevk alabilirsin hayatından; tıpkı bir bağımlı gibi. Yaşamaya çalışıyorum işte, bunun neresi kötü diye kendini kandırırsın. Aslında o küçük dozlarla idare edebiliyorsan, çok sıkıntı değildir. Kendini kandırmak istediğin sürece devam edebilirsin. Beynin öyle mantıksız, öyle işlevsiz bir hale gelebilir ki, hatta böyle sonsuza kadar yaşayabileceğini bile düşünebilirsin. Ama o küçük dozlar yetmemeye başlayınca, hırçınlaşıp saçmalayabilirsin de. Acı çekerek, bundan kurtulmalıyım diye düşünerek geçerken zaman, bir de bakmışsın ki bir tür altın vuruşla burun burunasın, işte burda. Yanıbaşında. Geçip karşısına konuşmak gibi. Hatta açmak gibi kalbini bazen. Bir tür son. Ya da başlangıç. Belki ikisi de. Adına sen ne dersen. 

Bundandır ki, hayatının bir yerinde, bir zaman, bir şekilde yolunun kesiştiği bazı insanlar seni büyütür, olgunlaştırır, farklı farklı bakış açıları kazandırır. Kendini tanımanı, sınırlarını öğrenmeni ve en önemlisi neler yapabileceğini görmeni sağlarlar. Bazen kendinden korkmanı. İlâhi bir hediyedirler, sık sık lan yoksa ceza mı diye seni düşündürdüğü zamanlarda bile. Hayatta hiçbir şey rastgele olmaz. Hiçbir şey tesadüf değildir. Bir an gelir, anlamını bulur. O yüzdendir ki; bazı insanlar sevilir. Neden diye sormadan. Sorduğun zamanlarda bile, cevabını bulamadan. Olduğu gibi. Öylece. Belki hiç tanımadan. Uzaktan ya da yakından.  Aklın sınırlarıyla değil, tüm kalbinle. Koşulsuz. Kuralsız. Hesapsız. Sorgusuz. Bazen sessiz ve dilsiz. Sonunu hiç düşünmeden. 

Sonunu düşünen kahraman olamaz ya. 



29 Mart 2023 Çarşamba

YOGİ BEN



Kitap alıyorum, okumuyorum. Giysi alıyorum, giymeyip her gün aynı şeyleri giymeye devam ediyorum. Yemek söylüyorum, yemiyorum. Puzzle alıyorum, yapmıyorum. Benim sıkıntım ne, para mı batıyor? Anlamadım.  Online dersler başladı, sevmiyorum. Yogaya başladım. Ama, bak onu seviyorum işte. Bana henüz öyle çok çok iyi gelmese de, gelecek. Potansiyeli var. Hissediyorum. Severek gidiyorum. Severek dönüyorum. Yoga hocamın ise hastasıyım. Eğil, doğrul, yat, dön, ger olayı değil(miş) bu. Hakikaten bir felsefesi var(mış). Bir tür içsel yolculuk(muş). Her gittiğimde başka başka güzergahlardan geçiyorum, farklı duraklarda mola veriyorum. Yin yoga daha çok hoşuma gidiyor, dişil, sakin ve yumuşak. Ceset pozunda bi ağlayasım geliyor nedense, ağladığım da oldu. Oluyor. Niye ağladığımı ise hiç bilmiyorum. Şimdilik tabi. Bi rivayete göre, kalbimi açıyor(muş) girdiğim pozlar. Oysa ben onu taştan sanıyordum. 

>>>>Dinle

15 Şubat 2023 Çarşamba

ACI


Bugün diyorlar ki, 30 bini geçti ölü sayısı. Çok kolay bir şeymiş gibi söylüyorlar bunu. Hiç sevdiklerini toprağa vermemiş gibi söylüyorlar. Öyle sıradan, öyle bilindik. Rakama indireyip silikleştirdikleri, binlerce sönen ışık. Ölüm varken bile, yokmuş gibi. Bu haberi verip, bir sonraki akışa geçiyorlar. Sanki çok normalmiş gibi. Bu yaşamlar birer sayı değil, hikâyeydi. Ansızın bitiverdiler. Sonsuz bir karanlığa gömüldüler.

Ve bilmiyorlar ki, ölüm, ölümün şekli, ölümü karşılama, ölüyü gömme, ölünün ardından taziyeleri kabul etme, hepsi ayrı ayrı acılar barındırır. Hepsi ayrı etkiler insanı, hepsi ayrı şekillendirir tutacağın yası. Bir ölüm vardır, bir acıtır; bir ölüm vardır bin acıtır. Bu yüzden “Allah ölümün de hayırlısını versin” diye bir dua vardır bu topraklarda. 


Bu fotoğraflara baktıkça canımız acısın. Baktıkça gözlerimiz dolsun. Dolsun ki, bu kıyamet gününü asla unutmayalım. Diri diri beton yığınlarının içine gömülmüş sevdiklerinden, bir ses, bir nefes bekleyen bu acılı insanlarımızı asla unutmayalım. 



Günler süren bekleyişten sonra, cesedine de olsa ulaştılar, çok şükür ki bir mezarı olacak diye yakınlarının ceset torbalarına sarılıp ağlayanları…


… ya da sevdiklerinin enkazdan çıkan cesetlerini gömmeye bile imkân olmadığından, o ceset torbasına sarılarak, onu kendine yastık yaparak uyumak zorunda kalan, bu evsiz barksız insanlarımızı asla unutmayalım. 

Yaşayan birer ölü olarak hayatına bir şekilde devam etmek zorunda kalan, kurtulduğuna dahi sevinemeyen bu insanlarımızın içinde, tüm ailesini, yakınlarını ve sevdiklerini kaybetmiş bebek, çocuk ve gençler de var. Yüzbinlerce yüreğinden yaralı insan. Yurtsuz ve yuvasız. Bizim insanlarımız. Haritalardan silinip giden yıkık şehirlerimizin insanları. 

Peki ya enkaz çalışmaları bitmesine rağmen, cesedine ulaşılamayan, mezarı dahi olmayan binlerce insan, enkazdan çıkarıldıktan sonra kaybolan ve kendilerinden haber alınamayan yüzlerce çocuk? Tarifsiz acılar bunlar. Unutmayalım. 

Talancı, yağmacı, aç gözlü müteahhitleri, bizim üzerimizden zengin olan arsızları, insanlarımızı yoksulluğa mecbur edenleri, evsiz, güvencesiz, çaresiz, umutsuz, kimsesiz geride bırakanları, sevdiklerimizi elimizden çekip alan, diri diri toprağa, enkaz yığınlarına gömen tüm sorumsuzları asla unutmayalım. 

Bu fotoğrafları beynimize kazımak, bu acılarla yüreğimizi dağlamak ve bu karanlık günleri asla unutmamak zorundayız. Güzel ülkemin güzel insanları, kadınlar, erkekler ve çocuklar, hiçbiri hak etmiyor bu yaşadıkları kıyameti. 

Unutmayalım. Unutturmayalım. Bir daha böyle bir acıyla kahrolmamak için. 

Deprem sabahı, bir Yunan televizyon kanalında, Türkiye’de deprem haberini ve ilk görüntüleri verirken çalan, boğazımı düğümleyen o Karadeniz türküsü de bir başka unutulmaz, benim için. 

İşte, burda. İzle. 

Ben seni sevdiğimi dünyalara bildirdim

Sesimizi duyan, bize yardım gönderen, acımızı paylaşan tüm dünya ülkelerine sonsuz teşekkürler.  Sizleri de asla unutmayacağız. 

Ve en büyük minnet, yine kendi insanımıza. Türkiye’nin dört bir yanından yüreğine ateş düşen, deprem bölgesine yardıma koşan, gönüllü ya da organize olarak arama kurtarma ekiplerinde çalışan, yardıma muhtaç insanlara çadır, battaniye ve erzak taşıyan, maddi yardımda bulunan, dualarını esirgemeyen milyonlarca Anadolu insanı. Hakkınız ödenmez. Asla unutulmayacaksınız. 



3 Ocak 2023 Salı

YES INSTOŞ NO STRESS

Vaaaaay vaaaaay! 2023 gelmiş, hoş gelmiş. Henüz ne hissedeceğimi bilmiyorum. Daha dün 1, bugün 2. Kim bilir  hangi maceralar bekliyor bizi bu yıl? Başıma ne çoraplar öreceğim bu yıl, kim bilir. Kendim edip kendim buluyorum yıllardır. Bazen kendimden korkuyorum. Olabileceklerden. Ya da yapabileceklerimden. Ne eski hayatım kaldı, ne de eski hakikatlerim. En çilelisinden bir yol bu. Başında değilse de, sonunda da değilim. Yine göbeğinde bi yerlerdeyim. Zorluk arttıkça, bir o kadar kıymete bindi destinasyon. Bindikçe bindi. Bindikçe anlam kazandı. Bir o kadar da vazgeçilmez bir hal aldı… Çıkışı kaçırdığım için 2023’de de yola devam ediyorum. Sürüklenmeye devam. 

Bu ara instoşta çokça vakit geçiriyorum. Bundan pek de hoşnut değilim aslında. Çünkü instoş beni bilimden ve insanlığa fayda sağlayacağım türlü türlü donanımlarımdan ayrı koyuyor. Resmen ilim ve fazilet düşmanı. Özellikle reels videoları çok zamanımı sömürüyor. Bir girdap gibi içine çekiyor beni. Çünkü çok gülüyorum. Gülmekten yarıldığım kimi videoları da eşe dosta gönderiyorum, onlar da nasiplensin diye. Aha, size de izletiyorum bak bi tanesini. 


Bu arada akışta sıkça rastladığım, Kısmetse Olur diye bişi de var, habire reklamı çıkıyor. Aşırı maruz kalıyorum. Eskiden de çekilmiş bir içerikmiş aslında bu. Bu yenisiymiş. Hayatımda ilk kez izledim. Şimdiye kadar böyle bir şeyi nasıl kaçırmışım? Mükemmel. 

Kısmetse Olur Aşkın Gücü tam adı, ama Dudak Dolgusunun Gücü dense daha doğru bir önerme olurmuş. Dudak dolgusu olmayan kadın yarışmacı yok çünkü. Kızlar ağızlarını bu hale getirmek için para veriyorlar ya. Bat dünya. Bat. Hakkında hiçbir fikrim olmamasına rağmen karakterlerin isimlerini bile ezberledim nerdeyse. Düşünün sosyal medyanın gücünü. Çok etkili. Formatından ötürü, kesin Acun’un kanalındadır diye düşünmüştüm. Cast, kurgu, kaos, gıybet, manipülasyon, kavga diz boyu. Ama günahını almışım adamın. Meğerse YouTube’da yayınlanıyormuş. 

Sözde evlenme niyetiyle bir eve doluşmuş kadınlı erkekli bir grup insan enteresan kılıklar, tipler ve akıllara zarar sohbetler içindeler. Kırmızı oda diye bi yer var ayrıyeten. Cilveleşmek istediğin tipleri oraya davet ediyorsun. Karşılıklı akıllara zarar diyaloglara giriyorsun er kişiyle. Elbette ki hepsi de kendisini göstermek, tanınmak, takipçisini artırıp instoşta ya da tikkytokky’de fenomen olmak, dizilerde/reklamlarda oynamak, ünlü olup parayı bulmak için oraya gelmiş. Haklılar. Evlenip de napıcaklar. Evlenenler napıyo ki? 

Allahına kadar kurgu ama 3. sınıf hint dizisi kıvamında bir kurgu bu. Replikler çok anlamsız. Çok renksiz. Çok sıkıcı. İzlerken eğleneyim, kafamı dağıtayımlık bir durum da yok. Kızlar da güzel değil, -ki gözümüz gönlümüz açılsın. Hepsi tornadan çıkmış gibi, tek tip estetikli. Bol dolgu, bol botoks. Bol silikon. Üstelik çok kötü giyiniyorlar. 20’li yaşlarında olduklarını söylüyorlar ama 40 gösteriyorlar. 

Adamlar da çok tipsiz. Bir tane şöyle aklımızı başımızdan alacak, analar neler doğuruyor beaaa dedirtecek yiğido yok içlerinde. Nargileci, barzo tipler. Casting çok başarısız. Otur, sıfır’lık. 

Bu program yemin ediyorum instoştan bile daha zehirli. Ama gündem beterin de beteri. Ocak 2023 itibarıyla piyasada ne varsa, iğneden ipliğe, her şeye gelen % 200’lük zamlara karşılık, bugün bizim maaşcağımıza gelen, devede kulak % 25’cik zamcık tüm psikolojimi alt üst etti. Bozdurup bozdurup harcarım artık. Çok pis içerdeyim. Hiç iki yakam bir araya gelmeyecek mi benim? Bu yıl da maddiyatım maneviyatımın kat be kat gerisinde maalesef. Öyle görünüyor ki şöyle eline yüzüne bakılır ne bir kış ne de bir yaz tatili bile yapamayacağım. Ben ne için çalışıyorum ya? 

Gidip biraz Çehov filan okuyayım bari. Napim. 

Her şeye rağmen….

Mutlu yıllar 🎈