31 Aralık 2020 Perşembe

MUTLU YILLAR

Bir süredir direndiğim, her olumsuzluğu bir şekilde olumlamaya çalıştığım halde sonunda yenildiğim, düşmemek için çabaladığım o depresyon çukurunun tam da kıyısındayım artık. An meselesi çukurun dibini boylamam. Hafif bir esinti bile alıp savurmaya yetecek beni. Öyle güçsüzüm. Aslında yeni bir şey değil, epeydir böyle. Ama ‘Yok ya, iyiyim iyi’ diye diye yolun sonuna gelmişim. Geçen hafta çok daha iyi anladım bunu.

Güneş var, ama ben onu artık görmüyorum. Işığım sönmüş gibi. Mutsuz değilim ama mutlu da değilim. Hiçbir şeye hâlim yok. Her gün öğleden sonra fazla mesai yazmaya başlıyorum. 


Çünkü, uzunca bir zamandır; 

*Pandemi süresince ölen veya yakınlarını kaybeden insanların haberini aldıkça, 

*Nerdeyse bir yıldır, çok zor şartlarda, canı pahasına çalışan sağlık personeli insanların hayat hikâyelerini okudukça/izledikçe,

*Pandemi yasakları nedeniyle işinden olanları ya da işyerini kapatmak zorunda kalanları duydukça,

*Yakın zamanda meydana gelen depremde hayatlarını, sevdiklerini, evlerini ve hatıralarını yitirenleri düşündükçe, 

*Her gün toplu taşımayı birkaç kez kullanmak zorunda kalarak, çok çalışıp, evine ekmek götürmek için mücadele verenleri tanıdıkça, 

*Hayatın eve sığamadığı tek göz gecekonduların içinde yasaklı günler saatler boyunca kalan, çoğu zaman aç ya da karın tokluğuna çalışanları hatırladıkça, 

depresyona girmeye hakkımın olmadığını düşündüm. Hem de asla.  Depresyona girmeye her defasında utandım. Allah’ın gücüne giderdi.

Hâlâ da çok utanıyorum.

Kapıp koyvermemek için epeydir debeleniyorum. Kendimi dinlememek için yeni işler, yeni uğraşlar ediniyorum. Sevdiklerime sarılıyorum. Sahip olduklarım için şükrediyorum. Ama artık kendimi daha fazla tutamıyorum. Buna gücüm yok. Sıfırı tükettim. Bıraktım. Bir tür serbest düşüşteyim. 

.                          .                            .                          .                        .

.                          .                            .                          .                        .

.                          .                            .                          .                        .

.                          .                            .                          .                        . 

Başta, eski normallerime uzun zamandır mesafe koyma zorunluluğu ve beraberinde daha başka başka şey, bugün beni bu depresyon çukurunun başına getirdi... Tek bir sebebe bağlamak zor. Çok yorgunum. Ama uyumakla geçmeyen bir yorgunluk bu.

Aslında yılın en sevdiğim zamanlarındayız, her yıl mutlaka çok dolu dolu geçirmeye çalıştığım biten yılın son günleri. Yeni yıl alışverişi, hediyeler, yılbaşı menüsü ve sofrası, yeni yıl pasta ve kurabiyeleri, tebrik kartları, yılbaşı temalı resimler, etkinlikler, ışıltılı kıyafetler, belki bir konser ya da eğlence, veya bir ev partisi. Aile ve dostlar. Ya da bir gezi. 2017’ye Prag’da şehir meydanında girmiştik, hâlâ unutamam. Çok güzeldi. O havai fişekler hâlâ gözlerimin önünde. Tabi bir de -20 derece soğuk kolay kolay unutulmuyor. O günler de bir gün imiş. Neyse, ne diyordum? Evdeysem geceye uygun müzikler, şarküteri tabakları, şarap seçenekleri... Geceye uygun filmler. Sonra yeni yılın ilk sabahı kahvaltısı! Ama bırak etkinlik düşünmeyi, alışverişi ya da sokağa çıkmayı, yataktan bile çıkmak istemiyorum! 

Üstüne üstlük bir de yapmam gereken işler, hâlâ yürütmem gereken dersler, uzadıkça uzayan ödev sarmalı ve daha önümüzde nice sınavlar var, resmen sürünüyorum. Uyu, uyan, yemek ye, çalış, uyu döngüsü. 

Siyah tayt ve kot gömleğimi haftalardır kendime önlük yaptığım, saçımı bile taramadan şöyle bir tepeden topladığım, uzun zamandır makyaj yapmadığım bir dönemdeyim. Hatta çoğu gün yüzümü yıkamadığım bile oluyor. Oysa özbakım lüks değil, bir ihtiyaç. Ama ben her şeyi minimum enerji kullanarak yapabiliyorum artık. Buna temizlik ve yemek de dâhil. Ev, çöp ev olmasın,  ShowAnaHaber’e konu olmayayım yeter. O sunucu kadından acayip tırsıyorum. Neydi adı? Ece Üner. Yemeğe gelince; karın doyursun. Hepsi bu. 

Ama bu gidişin dönüşü, oldukça tozlu, sessiz ve karanlık bir ölüm yolu gibi, toplayıp gelmek çok zor. Onu da biliyorum. 

Kara delikleri eminim duymuşsunuzdur. Depresyon da benzer bir şey aslında. Kara deliklerin öyle bir çekim güçleri vardır ki, 2 cm’lik bir kara delik tüm dünyayı içine çekebilir. Bu koskoca dünya o 2 cm’e sığabilir. İşte depresyonun çekim gücü de böyle bir şey. O 2 cm’lik kara deliğin milyarlarla çarpılmışı ve yetmezmiş gibi bir de üstüne sonsuzluğun eklenmesi, abartı değil. Dağ gibi adamları bile içine çekip, un ufak edebilecek güçte bir kâbus. Kapılırsanız, bir daha çıkamazsınız. Benim de çıkamadığım bir zaman olmuştu. 

Depresyonda olduğunu bilmek ve bunu kabul etmek, çıkabilmek için gerekli en büyük adımlardan bir tanesi. O yüzden işler iyice sarpa sarmadan, bu enerjisizlik ve isteksizlik beni daha da esir almadan, bir şeyler yapmalıyım diye düşündüm dün sabah. Depresyonun başını minörken ezeceksin! Benimki minör boyutta şimdilik, çok şükür. 

Aklım kalk, hayata karış, yıkan paklan dedi. Kuyruğu dik tut, pes etme dedi. Uzun zamandır, ilk kez giyinip evden çıktım. Makyaj yapmaya gücüm yine olmadı ama oje sürdüm. Biraz yürüdüm. Hemen yoruldum. Yol boyunca kozalak, sarmaşık dalı, kurumuş yaprak ve çiçek topladım. Ne yapacağımı tam bilmeden. Belki bir yılbaşı çelengi olabilir diye aklımdan geçti, halim olursa başına geçmeye tabi. Yol üzerindeki, çalı çırpı topladığım mezarlığın bekçisi halime acımış olmalı ki, o sıcacık kulübesinden çıkıp, ‘Sen yorulma abla, ben toplayayım’ deme nezâketinde bulundu. Devasa çam ağaçlarının dallarına uzanıp topladığı çeşit çeşit kozalağı bana hediye etti. Dünya hâlâ dönüyorsa, böyle iyi kalpli insanların yüzü suyu hürmetine dönüyor. 

Dönüşte de bir çiçekçiye uğradım. Yılbaşı çiçeği aldım, koca bir buket. Çiçekçi aslında bu çiçeğin adının kokina olduğunu söyledi. Rumca’da kırmızı demekmiş. Bunca zamandır alırım, yeminle ilk kez duydum. Bir eziklenme olmadı değil tabi. Adam kokina ile ilgili bir de hikâye anlattı üstüne üstlük. Hepten gömdü beni. Gözüne fazla câhil görünmüş olmalıyım. Beni bir güzel kültürledi. Mesleğine resmen aşık bir adamdı. Çok saygı duydum. İşini böyle düzgün yapan insanlar çoğaldıkça dünyanın daha iyi bir yer olacağı umudumu tazeleyen birisi oldu. Artık çiçeklerimi hep burdan almaya karar verdim. 

Her yılbaşında, mutlaka yılbaşı çiçeği -pardon- kokina alırım. Benim uğurum. Bana yeni yılda şans getireceğine inanırım. Hiçbir şey yapamıyorum, bari bunu yapayım bu yıl hiç değilse diye düşündüm. Eve gelip vazoya koyunca biraz neşelendim. Onları görmek bana iyi geldi. 



Sonra kalktım, bunları yaptım. Kokinalı cupcake’ler! Bildiğin kek aslında, bakmayın. Çırptım çırptım, karıştırdım. Biraz süslü sadece. Çok yoruldum ama tadınca iyi hissettirdi. Kalan tek çubuk enerjimi buna harcadığıma değdi mi derseniz; pek değil. Çünkü bu sabah her zamankinden çok daha zor uyandım. Yerimden kalkamadım. Beni yataktan kazımak gerekti. 


Yılın son günleri aşkına...

Madem emek edip topladım, şu otu çöpü de bir şeye dönüştüreyim bari diye bugün de bunun başına geçtim. Bitirince de hoşuma gitti. Beni neşelendirdi. İnşallah uğur getirsin. 

2021 çelengi, kalan son enerji kırıntılarımı da böylece sömürmüş oldu. Şu kadarcık yazıyı yazmak bile gözümde öyle büyüdü ki, anlatamam. Bu gece büyük ihtimâlle geri sayımı bekleyemeden, uykuya yenilmiş olacağım, 2021’i karşılayamadan. Oysa İbo Şov yılbaşı özel programını iyice gözüme kestirmiştim! Bu gece bence ekranda rakibi yok! Orkestra şahâne. Konuklar da canlı şarkı söylüyor. Ne varsa eskilerde var. Yapımcılar da bunu anlamış ki, sandıkta ne varsa bulup çıkarıyor, yeniden önümüze koyuyorlar. 4 saat süren çöp dizilerden, Acun’un net kurgu ve IQ yiyen yarışma formatlarından fenâlık geldi! Ulan İbo, hâlâ her türlü giderin var! Helâl olsun! İlgili yazım için bkz. İmparatorun Dönüşü

Neyse, aynı tadı elbette vermez ama bu da güzel. Yeni keşfim. Severek dinliyorum bu ara. Ne güzel de diyor: ‘Seni tanımadan her şey çok basitti..’ Artık 2020’ye mi ithâf edersiniz yoksa birine mi? Siz seçin. 

Size armağanım olsun. 

Dilek ve temenniler bölümüne gelince...

Sevgili 2021, 

Güzel bir yıl ol lütfen, olur mu? Sana çok yüklenmek de istemiyorum şimdi, çok şey bekleyip seni daha gelmeden yormayı hiç istemem. Nihayetinde bir yılsın. Rakamlardan ibaretsin. Biliyorum, sen de emir kulusun. Sağlık ve mutluluk dolu ol, yeter. Normale döndür bizleri, fazlasında gözüm yok

... ve hoşçakal sevgili 2020. Yoksa seninle vedalaşmayacağımı mı sandın? Senin hiç bir konuda suçun yoktu ki, lütfen kendini kötü hissetme. Herkes için zor bir yıldın, evet. Üzgün, sıkkın, buhran zamanlarımız oldu ama mutlu ve sağlıklı günler de yaşattın bana ve sevdiklerime. Pek çok güzel anım oldu seninle... Pek çok şey öğrendim senden. Bana verdiğin her değerli ‘an’  ve ‘ders’ için çok teşekkür ederim. Güle güle git. 

Hepimize mutlu yıllar! 

Sevgiler...

GÜNCELLEME:

Saat: 22:33 itibarıyla İbo Şov Forever! 









17 Aralık 2020 Perşembe

KIŞ AKŞAMLARI


Geçtiğimiz yaz, burda Güzel Yaz Akşamlarınıza Yaraşır Beyaz ve Roze Şarapları tanıtmıştım. Bu yazı sizlerin öyle yoğun bir ilgisiyle karşılandı ki, ihyâ oldum. Bazen buğulu kadehlerinizin resmini çekip Instagram’da paylaştınız ve #caylakyazilar diye beni hastag’lediniz. Bazen de rozenizi yudumlarken selfie çekip, caylakyazilar@gmail.com adresinden bana gönderdiniz. Hepinize çok ama çok teşekkür ederim. Yazıma olan bu ilginiz sayesinde, yerli şarap markaları ve yabancı markaların distribütörlerinden reklâm yüzü olmam için çeşitli teklifler aldım. Ama maalesef Türkiye’nin içki reklam yönetmeliği nedeniyle çok etkili bir içerik üretemedik. 

Şaka şaka! Bunların hiçbiri tabi ki olmadı. Keşke olsaydı...Ah, nerdeee! 

O yazımı henüz okumadıysanız, linkini  buraya  bırakıyorum. Bu yazıyla birlikte onu da okuyun lütfen, okumayanların okumasına da vesile olursanız sevinirim. Olun ki, ben de bir ekmek yiyeyim bu işten. Öyle kuru kuru yazıp duruyorum! Bunun için yanlış yerdesin mi diyorsunuz? Hakkınız var. Zaman ve enerjimi Tik Tok videosu çekmek için kullansaydım şimdiye kadar çoktan almış yürümüştüm. :)

Aralık ayı ortası itibarıyla artık gündüzler epeyce kısalmış, Starbucks’ın karton bardaklarına kırmızı düşmüş, Eşref Bitlis Bulvarı boyunca ağaçlar ışıklandırılmış durumda. Her ne kadar şehir merkezine henüz kar yağmamış olsa da, Erciyes’de kayak sezonu açıldı. Kış gelmiş demek ki! Önümüz yeni yıl, Sevgililer Günü, sonra benim doğum günüm, kalın paltolar, karlı Cumalar ve karanlık Cumartesi gündüzleri demek. Üstelik Korona yasakları ve muhtemelen uzunca bir süre daha sürecek olan ev hapsi eşliğinde. Bu ışıltılı hayatı ben seçmedim dostlar. Moral bozmak yok! Neden? Çünkü kırmızı şarap var! Bugünlerin en iyi dostu elbette! Karanlık gecelerin yıldızı. Gerçi belli bir yaştan sonra hafıza açıyor, bu bazen hoşuma gitmiyor. Tıpkı bazı fotoğraflar gibi, çok acımasız. O fotoğraflar ki;  bir daha 10 saniye bile yanında duramayacağın kişi/kişilerle birlikte sonsuza kadar aynı karede duruyorsun. Hem de gülümseyerek. Aşklar, ölümler, korkular, ayrılıklar, sevdiğim şarkılar ve onların iyi/kötü anıları, dostlar/düşmanlar... Gidenler, kalanlar. İçkiler içinde daha duygusal bir yeri var bu yüzden şarabın. Bir eğlence içkisi değil. Bazen üzgün, belki yalnız, muhtemelen huzurlu ya da en fazla mutlu olursunuz. Ama asla şarap içince kop kop olamazsınız. 

Bu yazı anlayacağınız üzere, o daha önce bahsi geçen yazımın bir tamamlayıcısı/ devamı niteliğinde. Güzel Kış Gecelerinize Yaraşır Kırmızı Şarapları yazıyorum bugün size. Kimselere yapmam böyle bir güzellik, sevildiğinizi bilin. 

Şimdi, kalite kontrolü bizzat tarafımdan yapılmış ve fazla cep yakmayacak kırmızı şarap önerilerimle sizi baş başa bırakıyorum. 

                                      ****************

Kırmızı şarap deyince ilk akla gelen, yapımında kullanılan üzümlere göre değişen türleridir; cabernet sauvignon, merlot, shiraz ve öküzgözü gibi.

Cabernet sauvignon dünyada en çok yetiştirilen, en popüler şaraplık üzümdür. Orjinali Fransa/ Bordeaux bölgesinde yetişiyor. Ordan çıkıp tüm dünyaya yayılmış. Farklı ülkelerinkini de denedim; İtalya, Fransa, İspanya. Bizim memlekette ise Trakya ve İzmir bölgesinde yetiştiriliyor. Bu arada bir mekânda sipariş edeceksek /kaberne sovinyon/ diye okuyalım, şeklimizi bozmayalım :)


Kavaklıdere Egeo Cabernet Sauvignon (Kırmızı Sek Şarap)

En güzel kırmızı. En sevdiğim. Mekânlarda pahalı, el yakıyor. Haktır, çünkü çok güzel şarap. Ama vazgeçmemek, denemek de lâzım. Alıp, evde tüketebilirsiniz. Daha hesaplıya geliyor. Macro Center ve Migros’larda satılıyor. Yemeğin yanında eşlikçilik yaptırmak bu güzel şaraba bence haksızlık olur. Mümkünse yalnız tüketmeli. Tatlı bir şarap. Yanına en çok yakışan şey ise kesinlikle peynir tabağı. Bir de bu. Hem mutlu, hem üzgün anılarımın resmî içeceğidir kendisi. Tek kişilik dev kadro! İyi ki var! 

                                          ************

Merlot yine Fransa kökenli olsa da, özellikle ABD California/Napa bölgesinde yeriştirileni piyasanın gözbebeği olan üzümdür. /Merlo/ diye okuyun da ortamlarda şekliniz yürüsün :) İçimi çok yumuşak bir şaraptır. THY yolculuklarında hep bundan verilir. Cabernet sauvignondan farklı olarak, bunu oda sıcaklığında tüketmek daha doğru bence. Tadı daha yoğun oluyor.


Doluca Safarin Merlot (Kırmızı Sek Şarap) 

Bu şarap bana Bilkent günlerimden yâdigâr kalmıştır. Aramızda bir çekim var. Hâlâ ilk günkü gibi, hiç eskimedi. Çünkü çok tatlı. İçimi de yumuşak olduğu için, şarap içemeyenler ya da ilk kez şarap içecek olanlar için güzel bir tercih. Kaprissizdir. Yanına yok yemekti, meyveydi, kuruyemişti istemez. Sizi kucaklar. Sanırım yanında en iyi giden de bu. Kasvetli Ankara kışında, kampüste diz boyu kara bata çıka, bazen Ankuva’da ama çokça Uptown’da hatırlattıklarıyla, sadece mideme değil, kalbime de hitâp ediyor. Arkadaşlarımı çok özlüyorum. Gıybet akşamlarımızı. Çıtır zamanlarımı. 


                          *************************

Shiraz/şiraz/ (Syrah /sira/ olarak da geçer) aynı isimli İran şehrinde yetiştirilen çok lezzetli, bir kara üzüm çeşidi. Fransızların ölümüne sahiplenmek istedikleri ama avuçlarını yaladıkları Mezapotamya kökenli bir şarap. Rengi siyaha yakın bir bordo. Dolayısıyla, en karanlık gecelerin müsebbibi. Eeee, Ömer Hayyam gibi bir âlim boşuna çıkmamış o topraklardan...  

Kim demiş haram nedir bilmez Hayyam? 

Ben haramı, helâli karıştırmam. 

Seninle içilen şarap helâldir, 

Sensiz içtiğim su bile haram! 

Kayra Vintage Shiraz (Kırmızı Sek Şarap) 

Trakya bölgesinde yetiştirilen üzümlerle yapılan gözbebeği bir şarap. Bakmayın benim listede 3. sırada olduğuna. En iyi yerli şarap olduğu konu uzmanları tarafından tescillenmiş durumda. Vedat Milör’ün de bahislerinde sık sık onurlandırdığı bir tat. Ben elbette bir şarap eksperi değilim. Aroması, tortusu falan filan diye ballandıramayacağım! Ama kişisel tecrübelerime dayanarak şöyle söyleyebilirim; şarap sevmeyen adama bile şarap banyosu yaptırabilecek kadar güzel bir şarap. Hep romantik gecelere yakıştırılır kendisi. Ama bence yıkıklar gecesinin yıldızıdır. Çünkü rengi siyaha yakın bir kırmızı ve tadı hafiften buruk. Eşlikçisi ise bu. Net. 

                          *************************

Öküzgözü, iri ve kara yapısından ötürü öküz gözüne benzetilen bir üzüm.  En ucuz şaraba bile anlam katabiliyor. Elazığ ve Malatya yöresinde yoğun olarak yetiştirilen bu üzümlerden yapılan şarabın tadı, hangi firmanın ürettiğine göre çok değişiyor. Ehil olmayan ellerde sirke de olabilir ya da güvenilir bir marka ile içinizi de eritebilir. Anadolu’nun incisi bir şaraptır. Yerli üreticileri desteklemek için alıyorum. 

Kavaklıdere Leylâ (Kırmızı Sek Şarap)

Zaman zaman kendisine ihânet etsem de, kürkçü dükkânımdır benim. Evde mutlaka bir şişe bulundururum. Hem alkol oranı nispeten daha düşük olduğu için hem de çok daha ucuz. Fiyat/performans açısından bence rakipsiz bir şarap. Soğukken biraz limon katmak yakışıyor, aklınızda bulunsun. Meze/yemek skalası çok geniş, yanında ne tüketirseniz tüketin, kaldırıyor. Tüketmeseniz de kabulü. Öyle mucizevi! Ama en iyisi bence bu. Adına ayrıca hastayım: Leylâ... Adı gibi, Leylâ ediyor insanı içerken. Öyle ki şiir yazdırıyor yerine göre;

Hayalin karşımda, 
Keşkelerle dolu bu kadehler 
Kalkar tüm anılara.
Kavaklıdere Leylâ! 

Elbette ki bir Ömer Hayyam değilim. İdare edin. Düzyazıda sanırım daha iyiyim:)  

Bu bağlamda, yeni yıl Bucket List’imdeki maddelerden biri de ‘Minyatür boyutta da olsa şarap imâl etmek’. ‘Bağ var, üzüm de var! Geriye ne kaldı ki?’ diye düşünüyordum ama hiç de öyle değilmiş. Epeyce meşakkâtli. Burda anlatıldığı gibi. Bu konuda araştırma yapmaya başlayınca anladım. Neyse ki seri üretim yapacak değilim. Yapanlara kolaylıklar, sabırlar dilerim.  Önümüzdeki yaz inşallah bu hayalimi hayata geçirmek istiyorum. Olursa şarap, olmazsa sirke niyetine kullanırım artık. Bir tür Leylâ kafası. .... bilin bakalım şu an ne içiyorum? :) 

O zaman sağlığa! 










9 Aralık 2020 Çarşamba

GÜZELLİK TERÖRÜ


Bu aralar, ne zaman bir grup kız arkadaşımla bir araya gelsek, kaçtır hep aynı muhabbet dönüyor, estetik girişim ve dokunuşlar. Lafa kaş kontürü ve ipek kirpikle başlayıp, dudak dolgusu, botoks, meme büyütme/küçültme, liposuction ile yağ aldırma ve burun estetiği ile devam edip, son olarak da kalıcı makyaj uygulaması ve protez tırnaktan konuşarak sohbeti sonlandırıyoruz. 

Yaşları 24-50 arasında değişen bu hanımların bazıları bekâr ya da yeni evlenmiş, bazıları ise çoktan evlenmiş ve çocuklu. Çoğunluğu çalışıyor olsa da, aralarında ev hanımları da var. Çoğu bence güzel, bazıları hatta baya baya güzel. Bazıları belki biraz bakımsız. Ama katiyen, hiçbirine çirkin diyemem. Vâllahi fıstık gibiler! 

Bu sohbetlerde, arkadaşlarımı iki gruba ayırmak mümkün; bir grup bu uygulamaları henüz yaptırmamış ama araştırma ve yaptırma aşamasında, diğer grup ise bunların nerdeyse hepsini çoktan yaptırmış, tavsiye ve referans isim verebilecek kadar deneyimli durumda. Bana gelince, en son lazer epilasyonda kalmış, gol üstüne gol yemiş, bu maçı artık mümkün değil, çeviremez bir haldeyim. Resmen karanlık çağlarda kalmış gibi hissediyorum. 

Bu buluşmalar esnasında, bu konuda grubun sanırım en geri kafalısı benim. Anlatacak estetikli hikâyelerim yok. Öyle olunca, ortamın yıldızı olamıyor, sazı elime alıp çalamıyorum. Öylece kenarda, boynumu büküp, oturuyorum. Üstelik muhâlifim. Birazcık eleştirel bakıp, söylenince "Senin ihtiyacın yok da ondan ya da “Senin tuzun kuru tabi” filan diyorlar. Beni susturup, tam gaz fikir alış-verişine devam ediyorlar. 

Hakları var. Güzellik Allah vergisi bir şey, vereceğine veriyor. Benden de esirgememiş şimdi, çok şükür :) Şaka bir yana, ilgisi yok! Eminim bir plâstik cerrâhın yolunu tutsam, bana da epeyce bir masraf çıkarır. Elimi versem, kolumu alamam. Evin yolunu bulamam. Kimse kusursuz değil ki! Bilâkis, bizi biz yapan, diğerlerinden ayıran belki de o kusurlarımız. Sevsek de, sevmesek de. Ben kusurlarımı seviyorum.Tabi bir de o kadar param yok. Beni yokluk yeniyor. O yüzden kusurlarımı daha bir bağrıma basıyorum! 

Bu yüzyılda kadın olmak her zamankinden daha zor. Çünkü dünyada kadın nüfusu hızla artıyor. Öyle ki, bazı ülkelerde bir erkeğe ortalama 3 kadın düşüyor. Patagonya’da ise erkek başına tam 10 kadın! Kadınlar erkekleri tavlamak ya da varolan erkeklerini ellerinde tutmak için büyük bir mücadele içindeler. Yaşları, meslekleri, milliyetleri değişse de, değişmeyen tek şey şu: sevgili/kocalarının onları aldatma potansiyeli. Çünkü pazar çok hareketli. Kadınlar arasındaki rekâbet her geçen gün daha da kızışıyor. Estetik standartlara uymayan kadınlar ya dışlanıyor ya da aldatılıyor. Body shaming had safhâda. Sert ve acımasız bir yarış bu. Yaptırmadığımız her uygulamada, rakiplerimize karşı geri kalıyoruz. 

Dudak dolgusu olmayan kadın neredeyse yok gibi. Bugün 15 yaşındaki bir kız çocuğu bile, karne hediyesi olarak dudak dolgusu yaptırmak istiyor. Instagram câmiası, dolgulu dudaklarını hafifçe aralamış, şuh bakan kadın postlarıyla dolu. Takipçi artıran, önemli bir değişken bu! O yüzden parası olmayıp, dudağını doldurtmayanlar için faceappler bile var. Gariban işi. Olsun! İş görüyor. 

Zayıflamak her kadının hayali. Daha 16 yaşında olup da, mide küçültme ameliyatı olmak için doktorların kapısını aşındıran çok sayıda kız var. 

90 beden göğüs ölçüsü tabi ki her genç kızın rüyası(ydı) ama artık günümüzde bu ölçü yetmiyor çünkü 110 hatta 120’yi zorlatan Kardashian kadınları güzellik ekolü var. 18 yaşına gelen çoğu kız, ya memelerini kafam kadar şişirtme derdinde ya da burnunu hokka gibi kaldırtma. 

Büyük ve kalkık popolar, Instagram’da squat videolarıyla her gün gözümüze sokuluyor. Parası olan ise hiç uğraşmayıp, doğrudan popo dolgusu yaptırıyor. Öyle popu mu olur demeyin. Oluyor işte. Bildiğin tersten hamile gibi, yine Kardashian kadınları sağolsun! 

Popoyu itibarsızlaştırdılar inanın! Eskiden bu kadar ortada değildi, kıymetliydi. Şimdi nereye baksam bir popo görüyorum. Aynı şekilde meme de öyle. Artık bir ederi, cazibesi kalmadı. Her yerdeler.  Her an bir fotoğrafdan ya da videodan önünüze fırlayıveriyorlar. Adrese teslim. Üstelik her zaman ünlülerin değil, sıradan insanların memeleri bunlar. Sosyal medya, popo ve memeden geçilmiyor. Bana öyle geliyor ki, bu uygulamaları her yaptıran, soluğu Instagram pazarında alıyor.  Racon bu. Böylece piyasadaki hisselerinin değeri daha bir yükseliyor! Gelsin yeni takipçiler ve yeni like’lar! Yeni reklâm ve işbirliği teklifleri! Zengin erkekler!

Eskiden tuhaf gelirdi bu durum, günümüzde ise artık çok sıradanlaştı. Her köşe başında bir estetik cerrâhî polikliniği var. Öyle bir toplumsal algı yaratıldı ki, çok güzel insanlar bile kendisiyle yeterince barışık değil. Bununla savaşmak istemeyen ya da kendini yeterince güzel bulmadığı için bununla savaşmaya gücü olmayan hemscinslerimin hepsi de estetik yaptırıyorlar. Estetiksiz hallerinin değersiz olduğu o kadar empoze edilmiş ki, daha 15 yaşında bir kız çocuğu bile ameliyat masasına yatmaktan çekinmiyor. Rambo musun be mübârek? O yaşlarda iğne bile yaptıramazdım ben yahu, kan tutardı. 

Ben hep doğal olsun, 1-0 olsun ama benim olsun kafasındayım. Allah'ın beni böyle yaratırken, elbette bir bildiği vardı. Güzelliğin sonu yok. Güzelin de güzeli var. Ayrıca göreceli. Zamana ve kişiye göre değişiyor. Ve malesef geçici. Soluyor. O yüzden, aklı başında bir insanın çıkış noktası, hiçbir zaman güzellik olamaz. Çok salak değilse tabi! Veya güzelliğiyle para kazanmıyorsa. Ya da bir kâinat güzellik yarışmasında bu iddiayla ülkesini temsil etmiyorsa. 

Bir içim su elbette değilim ama kendimi seviyorum. Aynada kendime baktığımda, mutluyum. Daha uzun boylu olsam çok iyi olabilirdi. Şöyle, fidan gibi. 3-5 kilom daha eksilse, hiç fena olmaz. Dal gibi. Daha gür saçlarım, kaşlarım, ok gibi kirpiklerim, daha dolgun dudaklarım olsa eminim çok daha güzel olurdum. Kim deniz mavisi gözleri olsun istemez ki? Ama benimkiler herkes gibi, kahverengi. Ne yapayım? Ölü balık gözü gibi duran o renkli lenslerden mi takayım şimdi? Bunun sonu yok ki! 

Her kadın gibi, ben de farklı saç renkleri denedim. Hatta her Türk kadını gibi ben de bir dönem sarışın olmak istedim. Ancak çok uzun sürmedi allahtan. Yol yakınken döndüm. Çünkü anladım ki, bana en çok yakışan kendi saç rengimdi. Saçlarım beyazlayıncaya kadar boyatmamaya, kendi rengimin tadını çıkarmaya karar verdim. Şurda, sayılı gün. Genetik olarak da çok şükür şanslıyım, çünkü geç ağarıyorlar. Çok erken yaşlardan itibaren cilt bakımıma çok özen gösterdim, yatırımımı ona yaptım. Yağlı bir cildim olduğu için, yaşıtlarım kaymak gibi gezerken ben epeyce bir sivilcelerle boğuştum ama şimdilerde sefâsını sürüyorum, çünkü geç kırışıyor. 

Ancak bu uygulamalara karşı da değilim, herkes elbette istediğini yaptırmakta özgür. Bazılarımız kendini güzel bulmuyor ya da güzel bulsa bile yeterli görmüyor olabilir. Öyle olunca doğal kalmanın da bir anlamı kalmıyor tabi. Körü körüne doğallık diye diretmenin bir anlamı yok!

Ya da hepimiz saygı ve sevgi gördüğü bir ortamda büyümemiş ya da şu an öyle bir ortamda yaşamıyor olabiliriz. Bu yüzden kendimizle barışık değilizdir. Herkesin bir hikâyesi var hayatta, bazısınınki kırık dökük. Kimseyi yargılamıyorum. Ama bu durum sadece bir grup azınlık için geçerli olmalı, hepimiz için değil. 

Benim takıldığım şey, bu hastalıklı güzellik algısı. Güzellik terörü daha doğrusu! Kocaman memeler ve popolar, arı sokmuş gibi dudaklar, tek tip kaş, kirpik ve burunlar, ifadesiz yüzler, platin sarısı saçlar, ölü balık gözü gibi renkli lensler, takma tırnaklar. Neden biz tüm kadınlar, bu güzellik diye bize dayatılan saçma şeylerin eksikliğini hissediyoruz? Olay yine dönüp dolaşıp, erkeklerin güzellik algısına geliyor. Hangi erkekler bunlar allasen? 

Eğer konsomatris değilseniz, Adnan Oktar'la bir bağınız yoksa, dudağınız da dümdüz bir çizgi şeklinde değilse, dudak dolgusunu çok anlamsız buluyorum. Aklı başında hiçbir erkeğin de bundan hoşlanacağını düşünmüyorum. Ufacık işlemlerde bile simetri problemi oluyor ve kim yaparsa yapsın asla doğal durmuyor. Dudak dolgusu yaptırdığı için, çayı pipetle içen arkadaşlarım var. Bazılarının ki araba tamponu gibi duruyor! Bazılarınınki ise ördek gibi. Bunlar denmiyor tabi. Burdan diyeyim bari, ey hemcinslerim! Allah aşkına bu kötülüğü kendinize yapmayın! 

Botoksa gelince, gençleştirme etkisi var evet, ama insanın yüz karakterini de değiştiriyor, başka birine dönüştürüyor. İfadesiz, derinliği olmayan bir yüzünüz oluyor. Anlaşılmıyor diyenlere çok gülüyorum, 20 yaşındaki insan bile yaptırsa, anlaşılıyor. Bunu erkekler de yaptırıyor üstelik. Televizyonda boy gösteren, metroseksüel sınıfına yakın tipler. Botoks benim tasvip etmediğim bir yapaylaşma aracı. Bence insanların kendi yaşını yaşaması gibisi yok. 

Meme ve burun ameliyatlarına karşı daha olumluyum. Çünkü bunlar maddi-mânevi ciddi müdâhaleler. Bunu yaptıran bir kadın, gerçekten kendinde bir eksiklik hissediyor ki yaptırıyor. Daha iyi hissedecekseniz, neden olmasın? Ama çocuk yaşta değil! Mümkünse, kafam kadar da değil! Bir de burnunu kaldırttığı için ya da memesini büyüttüğü için, beraberinde poposu da kalkan insanlar tanıyorum. Böyle bir yan etkisi var! Küçük dağları onlar yaratmış sanırsın! Aman dikkat!

Kaş kontürü ise herkese tek tip yapıldığı için inanılmaz emanet duruyor. Her surata, her ten rengine, her kaş yapısına uygun olsun ya da olmasın, aynı tip kaş! Gelene geçene! Kızılay dağıtmış gibi! Hiç kişiye özel, farklı bir kaş kontürü görmedim. Zaten çoğu, beyaz tene simsiyah, gür, fırça gibi kaş yapıyorlar! Bir çeşit Kaptan Spak modeli. 


Ya da Angry Birds. 

Henüz kaş kontürü yaptırmamış ben ve birkaç arkadaşım  olarak türümüzün son örnekleri olabiliriz. Bizi saklayın, kaybetmeyin. Neslimiz hızla tükeniyor. 

İpek kirpik ise o kadar yaygın ki, liseli kızlar bile yaptırıyor. Açık söylemek gerekirse, leş ve ucuz duruyor. Gencecik, pırıl pırıl bir kızın buna neden ihtiyacı olsun ki? Yakışanı yaptırsın diyeceğim ama henüz yakışanını görmedim. En iyi yerde yaptıranı bile ucuz popçu gibi. Üstelik, olan kirpikleri de döküyormuş, rezâlet.

Protez tırnaklar ise en itici olduğunu düşündüğüm hede hödö. Ne o öyle, kazma/kürek gibi? 

Resmen kâbus, Freddy’yi bildiniz mi? ‘Elm Sokağı’nda Kâbus’u eminim izlemişsinizdir. Benim tanıdığım erkekler bu tırnakları çekici bulmak şöyle dursun, korkup kaçmazsa ne olayım! Sakata gelme ihtimâlleri çok yüksek çünkü! 

Yaşamıyorum bu hayatı tırnakları bu! O tırnaklarla nasıl kalem tutulur, nasıl giyinip soyunulur, nasıl yemek yapılır? Bunları geçtim, hadi. Kişisel temizliğimizi nasıl yapacağız? Nicki Minaj tuvalette yardım etsin diye adam tutmuş misâl. Biz Nicki Minaj değiliz ki popomuzu silmeye adam tutalım. Belki kısmetse başka hayatta, reenkarnasyon şayet varsa. 

Güzellik her yerde aranan bir konuk, özellikle biz kadınlarda. Ancak, erkeklerin güzellik algısı bunlar olamaz! Biri lütfen aklıma mukayyet olsun! Biz kadınlara bu kadar çok yüklenilmesinden, güzelliğin terörize edilmesinden çok rahatsızım. 

Her kadın, kendine has ve güzeldir. Kaldı ki, güzellik görenin gözündedir. Birini sevince, zaten size hep güzel gelir. Gönül sevdi mi, gerisi bahânedir. Bunu herkes bilir. 

Ne diyordu sahi büyük ozan?

Güzelliğin on para etmez, bu bendeki aşk olmasa.