Zeytin, kendine en çok anlam yüklenen ağaçlardan biri. Tüm kutsal kitaplarda ve mitolojide yaradılışın var ettiği ilk ve en yüce ağaç olduğuna inanılıyor.
Öyle ki, tohumu cennet bahçesinden alınan ve Adem babanın mezarında filizlenen üç ağaçtan biriymiş.
Nuh Tufanı’ndan sonra yeryüzünde beliren ilk ağacın zeytin olduğu yüzyıllardır anlatılagelir. Nuh peygamberin gemisinden uçurduğu beyaz güvercin, ağzında zeytin dalıyla dönünce suların çekildiği ve tufanın bittiği anlaşıldığı rivayet edilir. Barışın sembolü olmasının nedeni de budur.
Musevilikte, zeytin ağacı yine aynı şekilde kutsaldır. Tevrat’ta refâhın ve bolluğun simgesidir. Davud peygamber, Abşalom’dan kaçarken, Kudüs’ün doğusundaki Zeytinlik Dağı’na tırmanmış ve orada saklanmıştı.
Hristiyân inancında, zeytin tanelerinden elde edilen yağ kutsal kabul edilmiş, bu yağ ile kutsanmak en önemli yükseliş olarak görülmüştü. İsâ peygamberin son nefesini verdiği yer bir zeytin bahçesiydi. Çarmıha gerildiği haç da zeytin ağacından yapılmıştı.
İslâmiyette, zeytin üstüne yemin edilen kutsal bir ağaçtı. Kurân-ı Kerim’de ‘nur üzerine nur’ olarak müjdelenmişti ve peygamberimizin ‘Elinizde dalı olsa, öleceğinizi dâhi bilseniz, toprağa dikin’ dediği ağacın zeytin olduğu rivâyet edilir. Zeytin ile iftâr yapmak çok eski bir gelenektir.
Antik Mısır’da firavun Tutankamon’un başındaki zeytin yapraklı taç, sağlık ve bilgelik demekti. Benzer şekilde yine ünlü firavun Ramses, tüm bulmacaların vazgeçilmezi, soldan sağa iki harf olan Güneş tanrısı Ra’ya, zeytin dalları sunmuştu.
Antik Yunan’da ise zeytinin anlamı ölümsüzlük ve yeniden doğuştu. Ayrıca sağlık ve güzellik iksiriydi. İnanışa göre, Atina’nın koruyucu tanrıçası Athena, yeryüzündeki ilk zeytin ağacını topraktan yeşertmiş ve onu halkına armağan etmişti. Pers işgâlinde Akropolis yandığında, ilk önce o ağacın ateşe verildiği anlatılır. Ama zeytin öyle dirençli bir ağaçtır ki, ölse bile köklerinden yeniden sürgün verebilir. O yüzden ona ölümsüz ağaç denir. Hâlen Atina Akropolü’nde o ilk zeytin ağacının filizlerinin olduğuna, hatta zeytinin tüm Yunanistan’a o ağacın sürgünleriyle yayıldığına inanılır. Sezar’ın zeytin dalından bir taç taktığı bilinir. Benzer şekilde, olimpiyat oyunlarında kazanan kişiye de zeytin dalından yapılmış bir taç takılması kâdim bir Yunan geleneğidir.
Zeytin, Atina şehrinin hâlâ simgesi. Tüm şehir zeytin ağaçlarıyla bezeli; parklar, bahçeler, kaldırımlar, dükkân önleri, tüm balkon ve pencereler.
Geçen yıl tam da bu zamanlar oradaydım. Kasım’dı ama bildiğin Ağustos sıcağı. Uzun bir günün sonunda, Monastraki Meydanı’na çıkan genişçe bir caddenin üzerindeki o zeytin ağaçlarından birinin gölgesine sığınmış, eğri büğrü gövdesine sırtımı vermiş, dinleniyordum. Yorulmuş ve acıkmıştım. Telefonum o gün 32 bin adım attığımı gösteriyordu. Bir uçtan bir uca tüm şehri yürümüştüm. Her sokak başını tutan bir sokak müzisyeni vardı. Yakınlarda bir yerden de arp sesi geliyordu.
Önceki gün, travel buddyim Y. ile birlikte Akropolis’den aşağı inerken, Plaka civarında, bir sokak satıcısından birer tane bu zeytin dalı taçlardan alıp takmıştık hemen başımıza. Biz turistiz diye bas bas bağırıyorduk!
Kafam da kalbim de karışıktı. Ton balıklı sandiviçimi dişlerken, kendimi en az bu sırtımı dayadığım zeytin ağacı kadar yaşlı hissettim.-ki gövdesinin boyuna bakacak olsan en az 1000 yaşındaydı- Gölgesinde benim gibi kimbilir daha kimler oturmuş, nice sevgili sarılmıştı birbirine. Ne çok şölen ve dört mevsim görmüştü, nice doğum ve ölüm. Ama sanki o değil de, bendim onca şeyi gören ve yaşayan. Öyle bir ağırlık vardı üstümde.
‘Eee hatun, 32 bin adım atmışsın! Ne bekliyordun ki?’ diyeceksiniz. Ama ondan değildi bu ağırlık. Bir 32 bin adım daha atabilecek kondisyona sahiptim. Daha genç sayılırdım. Saçımda henüz tek bir ak bile yoktu. Anti-aging kremlerimi düzenli kullanıyordum, yediklerime dikkat ediyordum, kolajen takviyesi almama daha çok zaman, beni bekleyen daha pek çok rota vardı. Gerçekleştirmek içinse pek çok hayal.
Ağaçlar da insanlar gibidir derler ya, konuşur ve hisseder. Öyle bir bağ oldu aramızda. Önce konuşmadım çünkü salakça geldi, ama hissetti. Sonra konuştum, ağaç da sanki beni dinledi. Kısmet olursa, bir gün zeytin ağaçlarının gâni olduğu bir Ege toprağının hanım ağası olmak istiyordum, ayağımda körüklü çizme, başımda zeytin yeşili yazma. Dallarına renkli ampüller takıp, akşam olurken ışıklar altında harmandalı zeybeği oynamak hayalimdi. Anlattım. Ama emekliliğime daha çok vardı. Peki öyleyse neden böyle yaşlı hissediyordum? Sadece ben biliyordum sebebini.
Orda, bu zeytin dalını ağacın gövdesinden koparıp, sırt çantamdaki Atina şehir haritasının arasına koydum. Kurutup saklamak için, hatıra olarak. Eve dönünce, kendime bir zeytin fidanı almaya karar verdim o gün, saksı bitkisi olarak, mutfakta büyütmek için. Söz verdim.
Yakınında yaşayınca, her sabah onu görüp, güne onunla başlayınca ömrüme ömür katacaktı. Kolay kolay yaşlanmayacaktım. Biyolojik saatim böylece duracak, göz kenarlarımda kazayağı çizgilerim çıkmayacak, her Şubat’ta pastamın üzerinde gitgide kalabalıklaşan mumların sayısı böylelikle sabitlenecekti. Mâdem yakın zamanda bir Ege kasabasında yaşama ihtimâlim yoktu, bir yerden başlamalıydım. Geç bile kalmıştım.
Geçen yıl bu zamanlar, Atina’da, o zeytin ağacının altında, kafam da ve kalbim de karışık, işte bunları düşünmüştüm bu zeytin dalına bakarken. Orda oturduğum süre boyunca Spotify’ımda bu çalmıştı. Belki 10 kez çaldı. Aralıksız. Şarkının sözlerinde de zeytin ağacı geçiyordu çünkü.
Güzel bir öğlen sonrasıydı,
Zeytin ağaçları arasında.
Hiç kimse seni nasıl sevdiğimi görmedi,
Nasıl sevdiğimi seni.
Şimdi, bu zeytin ağaçları uyuyor.
Ama ben uyuyamıyorum.
Canımı nasıl yaktın anlayamıyorum,
Bana verdiğin bunca sevgiden sonra.
Çok içli. Kibâriye’nin İspanyol muâdili. Dün sabah Spotify’ımda 2019 Favori Şarkıların klasörünü açmış bulunup, birden aynı şarkı çalmaya başlayınca, beni alıp o güne götürmesin mi? Şarkılar resmen zaman makinası! Bizi bir anıya alıp götürmekte üstlerine yok! O an, Atina’da verip de unuttuğum zeytin ağacı sözümü yeniden hatırladım. Tam bir yıl geçmişti. Kafam ve kalbim hâlâ karışık.
Bu sabah yaptığım ilk iş, geçen gün Migros’ta gördüğüm o zeytin fidanını almak ve saksıda evcilleştirmek oldu.
Tanıştırayım sizinle de, işte zeytin ağacım!
Ne kadar da güzel, değil mi?
Nihayet! Tam bir yıl sonra, gecikmeli de olsa. Hem Atina’da gölgesinde dinlendiğim o zeytin ağacına hem de kendime verdiğim sözü tutmak, hem de hiç ölmeyecekmiş gibi bu fidanla hayata bağlanmak için, alıp diktim bugün onu.
Zeytin dalı tacımı da arayıp buldum attığım bir çekmecenin dibinden, taktım saçıma seraya giderken. Tam teçhizat. Ya hep, ya hiççiyim!
Ölümden korktuğum halde, sanki ölüme inanmıyormuş gibi. Yaşamak daha ağır bassın diye.
Sanırım orta yaş bunalımı böyle bir şey.
Güzel şarkıymış loop’a aldım bile Atina’ya hiç gitmediğim halde banada fena halde orayı hatırlatacak artık keyifle okudum teşekkürler
YanıtlaSilGüzel, evet. Kim derdi ki İspanyolca bir şarkı Atina’yı hatırlatacak :)
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim.