Akademisyen olmak bir nimet. Farklı sektörlerde, çalışma hayatının içinde olan çoğu kadına göre çok şanslıyım. Pek çok ayrıcalığım var. O yüzden hep şükrederim ve işimi severek yapıyorum.
Çok dolgun maaşlar almıyorum belki, promosyonlara boğulmuyorum, Perşembe’yi haftasonuna bağlayan kısa ama güzel iş gezilerim, özel sağlık sigortalarım, bireysel emekliliklerim yok belki, evet, kabul ama patronum devlet, çalışma saatlerim esnek, 15:00'de dersim biter. Açık ofis de olsa kendime ait bir alanım, internet ve bilgisayarım var, artık eve sığmayan kitap ve ayakkabılarımı tıkabilecek dolaplarım. Kimseyle işim olmaz. Fazla mesaiye kalma ya da haftasonları çalışma zorunluluğu gibi bir durumum yoktur.
Akademik takvim bittikten sonra çok gerekmedikçe, 30 günlük yıllık iznim süresince kampüse hiç uğramam. -ki pandemi nedeniyle nerdeyse 6 aydır fiilen işe gitmiyorum. Her şeyi online kotarıyorum, dersler ve toplantılar dâhil. Hayatıma geçici de olsa bir kalite geldiği kaçınılmaz; medeni bir saatte uyanıp, güzel yemekler yiyip, hobilerimin gözüne vurmak gibi- Yurt içi/ dışı gittiğim konferansları bir tatile dönüştürebilirim. Üniversite eskisi kadar bu konuda bonkör olmasa da, en azından konferans katılım ücretini ya da yol masrafının bir kısmını da kurumumdan alabilirim.
Ancak, göz ardı edemeyeceğim bir gerçek var ki, o da hemen hemen her gün, yolda, markette ya da AVM'lerde gördüğüm, bazen çok kıskandığım ev hanımları ve tazelikleri. Sabahları mâkul bir saatte kalkmış, erken kalksa bile kocayı işe, çocukları okula gönderdikten sonra uykusuna devam etmiş, sonra hafif bir kahvaltı yapıp sabah gazetelerini okumuş, sabah magazin programlarını izlemiş, sabah kahvesini büyük ihtimalle bir komşusunda içip sohbet etmiş, spor ve duştan sonra soluğu kuaförde almış, fönü çekilirken makyajını yapan, sonra da arkadaşlarıyla bir kafede/restoranda buluşan, öğünleri birbirine karışmış, geç öğle yemeği yediği için akşamı salatayla geçiştirecek olan ev hanımları. Yüzünde bir gram bile yorgunluk izi bulamayacağınız, makyajları en fazla 3 saatlik, ışıl ışıl, yetişecek işleri bulunmayan, zamanla yarışmayan, güzel giyimli ve arabalı, ev hanımları. Bazıları komşum, bazıları arkadaşım.
Peki ya ben? Genelde sabahın kör saatinde başlayan sabah dersine yetişmek için yollara düşen, bazen 10 dk fazla uyuyabilmek için kahvaltıyı geçiştiren, makyajını yetişebilirse evde, yetişemezse ofis masasında beş dakikada beşiktaş mantığıyla yapan, bazen yapamayan, dersten derse koşturan, her dâim masasının üstünde okuyacak birşeyleri olan ve hunharca biriktikleri için aralarda onları bitirmeye, gelen mailleri cevaplamaya çalışan, o sırada bir çay/kahvesi olsa bile çoğunlukla soğuduğu için içemeyen, gün ortasına doğru aynada parlayan burnunu, makyajı katlanmış göz kapaklarını, uçup gitmiş allığını, dağılmış/akmış göz kalemlerini görüp söylenen, sabahki yoğunluğundan eser kalmamış parfümünü çantasına atabildiyse şayet tazelemesi gereken, boardmarker kullanmaktan kömürcü eline dönmüş ellerini yıkarken tâ önceki gün sürdüğü ojesinin soyulduğunu görüp hüzünlenen, yemekhâneki birbirinden kötü yemekler listesinde o günkü yemeğin kötünün iyisi olduğunu görüp çocuk gibi sevinen, sonra akşam eve de onu pişirmek için hazırlık yaptığını düşününce canı sıkılan, öğleden sonra dersi bittikten sonra ertesi günün dersi/dersleri için hazırlık yapan, sınav kağıdı okuyan, sık sık komisyon çalışması yapan, bazen de idari bir toplantıya katılan, saat yine nerden baksan 17:00'ı bulan ben.
Aynalardan kaçıp tazeliğimi koruduğuma inanmak istesem de, ne zaman ki iş çıkışı akşamüstü yolum eve yakın bir AVM'ye ya da markete düşer, yanımdan işte o ışıl ışıl ev hanımları geçer, o zaman fark edilir aramızdaki fark. Ben onlar gibi DEĞİLİMDİR!
Şimdi böyle yazdım diye akademisyenlerin fönsüz, bakımsız, toynak gibi tırnaklarla gezdiğini sanmayın! Bizzat yakından gözlemliyorum, ben ve çoğu iş arkadaşım yapabileceğimizin en iyisini yapıyoruz, öyle zannediyorum. Fön olsun, makyaj/oje olsun, parfüm olsun. Ama yine de yetersiz uykunun, alâkalı alâkasız insanlarla gün boyu iletişimde olmanın, bazı günler yoğun ders saatlerinin, sürekli bir şeyler okuyor ve yazıyor olmanın, bilgisayar ekranına bakarak geçen saatlerin bir bedeli var.
Ancak, göz ardı edemeyeceğim bir gerçek var ki, o da hemen hemen her gün, yolda, markette ya da AVM'lerde gördüğüm, bazen çok kıskandığım ev hanımları ve tazelikleri. Sabahları mâkul bir saatte kalkmış, erken kalksa bile kocayı işe, çocukları okula gönderdikten sonra uykusuna devam etmiş, sonra hafif bir kahvaltı yapıp sabah gazetelerini okumuş, sabah magazin programlarını izlemiş, sabah kahvesini büyük ihtimalle bir komşusunda içip sohbet etmiş, spor ve duştan sonra soluğu kuaförde almış, fönü çekilirken makyajını yapan, sonra da arkadaşlarıyla bir kafede/restoranda buluşan, öğünleri birbirine karışmış, geç öğle yemeği yediği için akşamı salatayla geçiştirecek olan ev hanımları. Yüzünde bir gram bile yorgunluk izi bulamayacağınız, makyajları en fazla 3 saatlik, ışıl ışıl, yetişecek işleri bulunmayan, zamanla yarışmayan, güzel giyimli ve arabalı, ev hanımları. Bazıları komşum, bazıları arkadaşım.
Peki ya ben? Genelde sabahın kör saatinde başlayan sabah dersine yetişmek için yollara düşen, bazen 10 dk fazla uyuyabilmek için kahvaltıyı geçiştiren, makyajını yetişebilirse evde, yetişemezse ofis masasında beş dakikada beşiktaş mantığıyla yapan, bazen yapamayan, dersten derse koşturan, her dâim masasının üstünde okuyacak birşeyleri olan ve hunharca biriktikleri için aralarda onları bitirmeye, gelen mailleri cevaplamaya çalışan, o sırada bir çay/kahvesi olsa bile çoğunlukla soğuduğu için içemeyen, gün ortasına doğru aynada parlayan burnunu, makyajı katlanmış göz kapaklarını, uçup gitmiş allığını, dağılmış/akmış göz kalemlerini görüp söylenen, sabahki yoğunluğundan eser kalmamış parfümünü çantasına atabildiyse şayet tazelemesi gereken, boardmarker kullanmaktan kömürcü eline dönmüş ellerini yıkarken tâ önceki gün sürdüğü ojesinin soyulduğunu görüp hüzünlenen, yemekhâneki birbirinden kötü yemekler listesinde o günkü yemeğin kötünün iyisi olduğunu görüp çocuk gibi sevinen, sonra akşam eve de onu pişirmek için hazırlık yaptığını düşününce canı sıkılan, öğleden sonra dersi bittikten sonra ertesi günün dersi/dersleri için hazırlık yapan, sınav kağıdı okuyan, sık sık komisyon çalışması yapan, bazen de idari bir toplantıya katılan, saat yine nerden baksan 17:00'ı bulan ben.
Aynalardan kaçıp tazeliğimi koruduğuma inanmak istesem de, ne zaman ki iş çıkışı akşamüstü yolum eve yakın bir AVM'ye ya da markete düşer, yanımdan işte o ışıl ışıl ev hanımları geçer, o zaman fark edilir aramızdaki fark. Ben onlar gibi DEĞİLİMDİR!
Şimdi böyle yazdım diye akademisyenlerin fönsüz, bakımsız, toynak gibi tırnaklarla gezdiğini sanmayın! Bizzat yakından gözlemliyorum, ben ve çoğu iş arkadaşım yapabileceğimizin en iyisini yapıyoruz, öyle zannediyorum. Fön olsun, makyaj/oje olsun, parfüm olsun. Ama yine de yetersiz uykunun, alâkalı alâkasız insanlarla gün boyu iletişimde olmanın, bazı günler yoğun ders saatlerinin, sürekli bir şeyler okuyor ve yazıyor olmanın, bilgisayar ekranına bakarak geçen saatlerin bir bedeli var.
Akademisyen kadınlar olarak çalışma saatleri ve kampüs/ofis ortamı konusunda şanslı bir azınlığız, sağlık ve finans sektöründeki arkadaşlarımın hayatı hayat değil, bildiğin çile ama yine de olmuyor. O ev hanımı tazeliğini, ışıltısını kazandırmıyor bu bize.
O zaman tüm çalışan kadınlardan, o taze, ışıl ışıl ev hanımlarına gelsin. Tam olarak bu şarkı. :)
O zaman tüm çalışan kadınlardan, o taze, ışıl ışıl ev hanımlarına gelsin. Tam olarak bu şarkı. :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder