26 Temmuz 2021 Pazartesi

GAYET AKLIEVVEL Bİ POSTİNGEN

Günaydın lö millet! 

Aslında çok erken başlayan bi gün bugün. Afyonum patlasın diye yapmadığım aktivite kalmadı. Paragliding’den tut da, scuba diving’e, işte ordan efendime söliim, sürat teknesiyle açılıp tenha bi koyda takılmaya ve devamında çamur banyosuna, dönüşte aquaparkta cozutmaya kadar, filan fıstık… Üstelik bu daha sadece bugünün aksiyonu. Düşünün! 

Ahahahaaa! Daha sinir bozucu olamazdım, di mi? Heehee! Özellikle de şu an çalışmak zorunda olanlar, hâlâ izne çıkamayanlar ya da yaz okuluna kalanlar için. ŞAKA ŞAKA! Uyanıp sahilde kahve içtim, biraz kitap okudum. Biraz yüzdüm. Hepsi bu. Kafayı yiyeceğiniz bi durum yok yani. 

Bugünün aksiyonu bambaşka aslında. Adrenalin tavan bir sabah geçirdim. Patlamak tam karşılamıyor, afyonum infilâk etti diyelim şuna. Sürpriz sonlu bi post bu!

Bi zahmet sonuna kadar okuyun! O-ku-yun pliiiiis!

Nassınıız?

Şu son üç haftadır, öyle güzel şeyler gördü ki bu gözler, hiç retinamdan silinip gitsinler istemiyorum. 

Tangalı Dayı

Sapıtma Tabağı

Yelkene evet!

Aşk her yerde

Pozitif enerji fışkırdığım bugün, epeydir soğuk yaptığım bloguma bi post patlatayım, size bi selam çakayım dedim. Şimdilik iyi ve güssel bi güne benziyo, ha? Ne dersiniz?  Şimdilik diyorum çünkü buna ‘gün’ demişler. Ne edeceği belli olmaz. Yanağın en dombili tarafından makas da alabilir, çelme de atabilir. Ben sizin için söylüyorum gerçi. Çünkü benim tatilde geçen her günüm birbirinden iliko del mingo! Ahan da türlü çeşit görsellerde gördüğünüz gibi, yaşıyorum bu hayatı. 


Palmiye varsa hayat var!

Tutmayın beni!

Begonvil

‘Ne de uzuuum gittin beeaa yaa! Bu kadar tatil mi olur? Bu değirmenin suyu nerden geliyo lö çaylak?’ dediğinizi duyar gibiyim. Evet evet! Diyenler olmuş. Taa kulağıma kadar geldi bak! Dert olmuş bazılarına bu benim izin günlerim. Batmış! 

Anlamadım. Size ne oolum! Sizin cebinizden ya da izninizden harcamıyorum ya! Bi sakin olun. Hasedi fesadı bi kenara bırakın. Şu nefsinize bi dur diyin artık ya! Yoksa burdan ilk uçakla İbiza’ya gitmem, ordan da canım sıkılınca St.Tropez’e ve akabinde Capri’ye akmam an meselesi. Tesadüfe bakın ki JLO’ciğim de oralarda takılıyormuş şu an. Gitmişken bi imza veririm artık kadına. Bi-iki fotoğraf çekiliriz belki. Bu defa kırmıycam artık. Kaçtır oralı olmadım. Tövbe tövbe! Benim kafamın tasını attırmayın! Siz lütfen üzerinize alınmayın. O fitne fücurlar kendini çok iyi biliyo! 

No Kıskançlık Yes Huzur.

Yok yok, Acun’la işi pişirmedim. Tipim değil bi kere. Bi de adam 18’lik çıtır meraklısı. Beni napsın? Eeee,  gömü filan da bulmadım. Allah hâlâ yürü ya kulum demiş değil. Bir gün diyecek mi acep? Bekliyorum. Peki, o zaman? Haklısınız. Geriye bi mirasa konmak kaldı. Ama o da diil. Bizim sülale genelde bi şekilde mürekkep yalamış tayfa, bordro oğlu bordrolu, beyaz yakalı. O yüzden de hepsi cıbır maalesef. Şöööle bi altın saatli/ mersolu müteahhit bi dedem hiç olmadı. Bari Euro zengini Alamanya’dan emekli bi amcam olaydı- ki tatillerde bi München yapıp geleydim. Yok oğlu yok. 

Şans oyunlarıyla da aram olmadığına göre… E, o zaman?

Bu tatili bozdurduğum bitcoinlerime borçluyum desem? Kışın çalıştım, yazın da çattır çattır yemek hakkım desem? Yok, o da mı yemedi? Yemez. Etim budum belli tabi sonuçta. Maaşlı bir insanım. 

Baksanıza, ölen ölene! Gence yaşlısına bakmıyor. Öleceksem de bu kutsal topraklarda öleyim bari dedim. Borç harç, kalktım geldim işte. Nazar edecek bi durum yok yani! Tüh gözünüze!

‘Atın beni denizlereeee! Yalan dünya size kalsın!’ dedim.

Bu yıl biraz suyunu çıkardım, doğru ama geçen yaz tatile gidememiştim Covid korkusuna. Bu uzatmaları ona sayın! 

Bu uzun gölgeyi boyun mu sandın?

Olimpos

Olimpos

Olimpos

Olimpos’a ilk kez düştü yolum.  Neden bunca zamandır gelmemişim buralara dedirtti. ‘Keşke’ ile başlayan bir sürü cümle kurdurttu. Bi efsaneye göre Tanrı uzun ömürlü olmasını istediği kullarını Olimpos’a gönderirmiş. Öyle bi cennet. Bir tarafın dağ ve beraberinde orman, diğer tarafın deniz.. Adamlar ne hayatlar yaşamış. Sonuçta uzun da yaşasalar, hepsi ölmüş. Ölümlüyüz, malum. İyi ki ölüm var, orda eşitleniyoruz bari. Oh be! Düşünsenize bir de biz ölürken bu herifçioğullarının dünyaya kazık çaktığını. Ancaaak, yine de denk değiliz.  Çünkü onlar dolu dolu yaşamış da ölmüş, biz ise bi halt yaşamadan ölmüş olacağız. Bunun ayrımına daha bi iyi vardığım bir gezi oldu bu. Öyle güzel bi yer!  

Çıralı sahili de inanılmaz. Doğal. Hiç bozulmamış. Hayret. Kumluca sahil boyu ve Adrasan Koyu muhteşem. Civardaki adalar ise birbirinden büyüleyici yerler. Bir akvaryumu andıran berrak deniziyle en güzel hatıralarımın arasında çoktan yerlerini aldılar bile. Peki ya Simena? Ah Simena… Belki de adaların en güzeli. Kalan ömrümü bi lokma, bi hırka orda geçirmeye çoktaaaan razıyım. Nereyi imzalamam lâzım? 

Kaleköy


Simena Adası

Akdeniz açıkları

Hurma adası

Akdeniz açıkları

Adrasan Koyu

Suluada 

Simena Adası

Simena Adası

Adı geçen yerlerin hepsi hâlen doğallığını koruduğu için konfor alanınızdan bi hayli uzak gelebilir. Genelde bungalov tarzında pansiyonlar var. Çok çok basic. Bir de kamp alanı var tabi. Merâklılarına. 

Dürüst olmak gerekirse, çok sefildi. Zordu. Yorucuydu. İnsan belli bi yaştan sonra illâ ki konfor arıyor. Özellikle de hippie-bohem tarz değil de, plaza kadını çizgisine daha yakın, benim gibi süsüne püsüne düşkün hatunlar için. 18’lik üniversiteli yıllarımda değilim ki her yola geleyim. O yüzden 4 günlük Olimpos/Çıralı/Kumluca/Adrasan tecrübesinin ardından gelen otelde konaklama resmen taş devrinden 21. yüzyıla ışınlanmak gibiydi. İlâç ilâç! Sanki El Hamra Sarayı’na gelmiş gibi hissettim onca yokluktan sonra. Vahşi doğa iyi güzel de otel tatilinin gözünü seveyim. Yaşasın medeniyet! 

Medeniyet!

Gerçi, bu sabah yaşadığım aksiyonun vahşi doğadan nispeten uzak, bu medeni mıntıkada yaşanmış olması çok ironik. Ne mi oldu? Sürpriz sonlu dedik ya! Elbette bu şenlikli detayı anlatmadan bu postu bitirmiceem. Okumaya devam bi zahmet! O-ku-ma-ya de-vam! 

Sabah erkenden uyanma ritüelim bi türlü değişemedi. Bütün bi akademik yıl boyunca 06:30’da uyanmaya alışan bünyem, rutine devam etmekte ısrarlı. Akşam kaçta yatarsam yatayım, sabahın köründe dikiliyorum. Ve sahile gidiyorum. Bu sabah da öyle oldu. Erken gidip bi deniz havası alayım dedim. Çok sakin oluyor, kimseler olmuyor o saatlerde. Missss. 

Bu yıl otel denize sıfır değil, şöyle bi 300 metre kadar yürüyorsun, belki biraz daha fazla. Kulağımda sevdiğim müzikler, sırtımda incecik bir elbise, ayağımda şöpidik terlikler… ‘Allah’ım daha mutlu olamam!’ diyerekten sahile doğru yürürken, uzaktan gelen bi köpek havlaması sesiyle duraksadım. Önce dedim ki, köpektir havlar. Tınlamadım. Yürümeye devam ettim ağır aheste. Sonra başka köpek havlamaları da bir öncekine karışıp, sesler yakınlaşmaya başlamasın mı! Tansiyon birden yükseldi. Kulağımda o an bi ses: Yusuf yısuf! Noluyo deyip, arkamı dönmemle birlikte kalabalık bir köpek sürüsünün yolun başından bana doğru Allah yarattı demeden son sürat depara kalktığını gördüm. Allah’ım! Dehşet bir andı. Bildiğin kabus! Karabasan!

Etrafa bakındım hemen. Ağaç bulsam çıkıcam ama ne gezer! Sadece palmiye ağaçları, begonviller ve çalılıklar var. Durup beklesem, ıııhhıhhh çünkü çok kalabalıklar. Bildiğin it sürüsü! En az 5-6 tanesini o an panikle sayabildim. Bense yalnızım ve etrafta ne bir ademoğlu ne de seyir halinde tek bir vasıta var! İn cin, it sürüsü ve bir de ben varım ortalıkta. Hepsi bu. 

Eee, bu it sürüsünün insafına sığınamazdım tabi! Bir şeyler yapmalıydım. Normalde köpekten korkmamama rağmen, başladım koşmaya. Ama ne koşma! Koş koş! Ben önde, onlar arkamda. Ancak onların 4 ayağı varken, benim sadece 2! Eee, haliyle arayı hemen kapattılar! Koşarken yolda güneş gözlüğümü, çantamı ve kulaklığımı da düşürdüm tabi!

Bi 200 metre sürmüş olmalı bu kaçış, ama sanki 200 km koşmuş gibi yoruldum salgıladığım dehşet-i vahşet adrenalin sayesinde! Nabız sanki o anâ kadar hep sıfırlarda dolanmış da, hep bu elektro şok anını beklemiş gibi! Öyle bir panik! Resmen yaşadığımı ve bir ölümlü olduğumu daha bi iyi anladığım o saniyelerde, Olimpos, krallar, tanrılar filân, hepsi solda sıfır kaldı! Bildiğim camileri saymaya başladım! Süleymaniye, Selimiye, Ayasofya derken…Ana caddeye inmişim. 

Haasssss!Yan tarafta bi market var ama kapalı, karşısı sahil ama daha mesafe var, başka başka oteller var…. Ve büyük Allah’ın büyüklüğünden karşı kaldırımda yürümekte olan 2 tane ademoğlu var! Yok yok! Düzeltiyorum. Düz ademoğlu olamaz; olsa olsa 2 tane Hızır Aleyhisselam’dı onlar! Başkası olamaz. İmdadıma nasıl da yetiştiler! Yanlarına ışınlandım! Kutsal bir el beni o an alıp, onların yanına koydu adeta. Hz. Fatma’nın eli olabilir bana elveren o el acaba.  Neden olmasın? Gerçi o el bereket sembolüydü, di mi? Ömrüme bereket anlamında olabilir ancak. O demeye it sürüsü arkamdan yola dökülmesin mi? 5-6 sn. fark atmayı başarmışım pire torbalarına! Aferin bana! Süreyya Ayhan’ı silmişim resmen! 

Adamlardan biri köpeklere doğru yürüyüp onları dağıtmaya çalıştı, diğeri benimle kaldı. Korkudan kalp krizi geçirmek üzere olduğum için kollarını sıvayıp, ilk yardıma girişecekti nerdeyse. O sırada it sürüsü sabah koşusuna çıkan bir erkek turistin arkasına takılmasın mı! Bizi unuttular! Bir süre de onu kovaladılar. Adam canını zor kurtardı ya da kurtaramadı. Bilmiyorum. Çünkü başka bir ara sokağa dalıp, gözden kayboldular. O aralıkta tam 9 tanesini saydım! Yaptığım bir iyilik karşılık gelmiş olmalı. Ya da verdiğim bir sadaka! Baya baya ucuz yırttım!

O arada köpekler uzaklaşınca, onları dağıtmaya giden adam da caddeye indiğim yokuşu tırmanıp, yola saçılan eşyalarımı geri getirdi sağolsun! Benim dizlerin bağı çözülmüştü çünkü. Yürüyemedim bir süre. Civar otellerden birinin çalışanıymış ikisi de.. Ama artık benim hayatımı kurtaran ilâhi figürler olarak bu postla beraber tarihe geçtiler! Resmen ayaklarına kapanıp teşekkür ettim.

Sonrasında gittim sahile, deriiiiin bi soluk aldım. Dedim ki: al sana deniz! Doy anasını satiiiim! Sonra it sürüsüne bi araba küfür ettim! Sonra sonra başımı yukarı çevirip, Allah’ıma bolca şükrettim. En son da kulağımda sevdiğim müzikler, sahilde bi güzel dans ettim! Yürüdüm ve bu fotoğrafları çektim. Eee napim? Olan olmuştu artık. 

Lö çaylak inşaat ltd.şti.

Günebakan

Yani, bu ahir ömrümde sokak köpeği sürüsü tarafından kovalanmak da varmış kaderde! Üstelik Allah’ın dağı Olimpos’da değil, medeniyetin göbeği Side’de!  Totoyu kurtardım bu defalık! Hadi geçmiş olsun! Bu kabartma tozunu üzerime silkeleyen Yaradan’a şükürler olsun! Lö şükran ey güzel Allah’ım! Tüm kalbimle lö şükran hemi de!

Sağlığa, aşka ve güzel günlere! 

Niyahhh! Başka ne dicektim? 

Görüşmeyeli ne dinledim- izledim- ne çok hoşuma gitti biliyor musunuz? Hayır bilmiyorsunuz. Şimdi öğreneceksiniz. 

Mekânlarda çalmaz. Öyle herkesler bilmez bu şarkıyı. Böyle ipdis ipdis melodiye bu kadar hüzünlü sözler yazmak kolay değildir. Herkesin harcı, hiç değil. Yolunuz onlara düşmüşse, işiniz zordur. Allah yardımcınız olsundur. Öyle damar bi şarkı. Belki de dünyanın en güzel şarkısı. Burda yeniden dolandı dilimde. Yıllarca dinlesem bıkmam, bıkmadım. 

>>>>

DAFT PUNK- Instant Crush 




Güzel kafalara!

Gelelim bu aralar ne izlediğime. Animasyon sevenlere + 5 puan güzellik; S O U L!

Konusu ve anlatımı çok farklı. Hayattan ne beklediğimiz, bizi neyin mutlu edebileceğine dair güzel mesajlar içeren, çok kaliteli bir yapım. Anın tadını çıkarmayı öğütleyen, umut dolu bir film. Huzur doldum. Mizahı da çok başarılı. Çok sevdim. New York’u izlemek ayrı keyifliydi İzlemediyseniz, benim gibi gecikenlerdenseniz, ilk fırsatta izleyin. Harika! Boşuna ‘oscar’ı kapmamış! 

Gelecek akademik yıl için bol bol enerji topluyorum. Ruhen, bedenen ve kalben güzel bir dönemdeyim. Yeni fikirler, projeler, yayınlar ve ödevler için beynimi ve ruhumu kuluçkaya yatırdım. İdeal sıcaklığı bekliyorum. Sonra ister sahanda sunarız, ister menemen! 

Bir süre daha buralardayım sizin anlayacağınız. Dert olanlara bir kere daha selam olsun ki; daha da bi dert olsun! 

No Haset Yes Huzur

Sizin cebinizden çıkmıyor ya aslanım, n’oluyo?! Relaxxx yaw! 

Kim bilir, belki de bi sonraki postu Mykonos Adası’ndan yazıyor olurum. 

Heee heee! 

Belli olmaz. Hayat bu. 

Kudurun! 


Rüzgârlı

Ben kaptırsam daha da yazarım, biliyorsunuz. Ne? Hadi canım, bunu bal gibi de biliyorsunuz. Çenemin düşmesini sağlayan mekanizma, parmaklarım ve klavye trio hattına ara kablo çektim. Artık yazıyı bitireyim diyorum. Sonuç bölümüne geldim. 

Umarım sizi 2 haftadır postsuz bırakmış olmamı affettirecek bir yazı olmuştur. Azımı çoğa sayın. Tatil fotosu isteyen okurlar olmuştu, onları ayrıca ihya etmiş olmalıyım. Bol tatil fotolu bi post oldu bu! Alın, hayrını görün. 

Öpüldünüz! 

Sağlıkla kalın. 




12 Temmuz 2021 Pazartesi

BU BÖYLE


Gördüğün bir filmin tekrarını çeksem -ki çekiyorum-, izler miydin yine? Sırf ben çekiyorum diye? Şimdilik izliyorsun. Haydi hayırlısı. Kendimi anlatmaktan yorulsam -ki yoruldum artık-, dinlemek ister miydin yine? Ne söylediğimin bir önemi olmadan, sırf ben konuşuyorum diye? Bilmem, hiç bilmiyorum. Sahi, hiç dinledin mi beni? Dinliyor musun şimdi meselâ? Sustuklarım konuştuklarından hep daha fazla. Her defasında.


Çantamı toplayıp çıktım yola, bir güneş açsın diye hayatıma. Kaderden kaçamasak da- ki kaçamıyoruz işte-, başka bir yolu yok mu acaba diye diye… zorlasam mı yine? Bir yolu var mı? Bir sonu var mı? 


Nerdesin? Ne yapıyorsun? 

İzlediğim bu dev tatil rotasının Akdeniz ayağında, neler oldu, neler oluyor,  inanamazsın neler neler! Merâk ediyor musun? Bilmek ister misin gerçekten? Şimdi değilse bile, belki sonra. Sonra anlatırım. Eğer istersen. 

Pusulam yine kayıp. Artık ne olacaksa olsun. Olsun mu? Oldurur musun? 

Bak, bugün tüm gün ne dinledim;


>>>


1 Temmuz 2021 Perşembe

HAYATIN ŞARTI ŞURTU VAR!


Selam çaps, 

İnanmıycaksınız ama ben unuttum blogu. Sadece blogu unutsam yine iyi, lâkin kendimi de unuttum. Bir tür bitkisel hayat diyelim. Gerçi, bu bir bahane mi? Değil. Çünkü Instagram’da allahına kadar aktifim. Bu şu mu demek: yazmama tavrım my dear caylakyazilar blog yaverime mi? Bilmem. Bilmiyorum. 

Bam bammm! Sitem dolu mailler atacağınıza şöyle güzel güzel dileklerde bulunun, bre lö gâfiller! İnsanlık adına büyük adımlar atıyorum belki, o sebepten yazmıyorum.. ne biliyorsunuz? 

Yazmadığım (yazamadığım) halde, günlük gelip blogu yoklayan, merak edip mail atan bazı lö okurlar, kocaman bi ‘sağolun’! Bilinçli bi ara değildi bu. Tamamen karıncalanan ve duran bir beynin arası. Birbirinden alakasız tonla his var içimde. 

- Özleştik lö çaylak! diyen gülleri ve sümbülleri Instaya beklerim. Ne diyim? Burdan söz veremiyorum şu an. 

Bazen evren, bile isteye bir şeyler çıkarır karşına. Sanki sana bir şeyler anlatmak istermiş gibi. Durup, görmeni ister. Durup, dinlemeni. Dinlenmeni. 

Bazı işaretlere inanman gerekir. İnanıp, belki bazen arkasından gitmen.. Sanki bunca zaman hiç durup, beklememişsin gibi. Sanki onca yolu daha önce hiç gitmemişsin gibi. 

Mantık iyi, güzel; seni hep doğruya götürüyor da, mutluluğa götüremeyebiliyor her zaman. Hatta çoğu zaman. İşte kalp, böyle zamanlar için var. Sadece kan pompalayan bir organ değil kendisi. Duygulara da yer vermek gerek bazen. Bazen mantıksız gelen şeyler de yapmak lâzım, bir şeyler içinde kalmasın diye. Evren, bunu hatırlatır sana. Bazen. 

Bazen taa şurana kadar gelir;

- Sana ne lan bizim şortumuzdan, deyyus! diyecek olursun. 

Birbirinden trajik gündemler içinde, yaşadığın coğrafyaya lanet edersin. Kadınını mı, çocuğunu mu, hayvanını mı, doğasını mı korusan, yoksa memleketi mi kurtarsan? Hiç bilemezsin bazen. Adalet ararsın ama bulamazsın. Akıl sağlığını korumak zorundasındır. Bu yaşananlar karşısında beynin yarısını kurtarabiliyorsak, ne mutlu bize! 

Oysa, onca zamandır beklediğim o yaz, kapımda. Gündemim bol bando, bol mızıka olmalıydı! Bikini- mayo seçimi tarzı işlerle iştigâl olmam gerek(ti) bu ara.. Çiçekli pontulum, maşalı saçlarım ve pedikürlü patilerimi geçirdiğim Birkenstocklarımla, AVM’leri arşınlıyor olmam lâzım(dı). Zara indirimden tatlış mı tatlış en az üç parçayı yaz gardırobuma kazandırmam lâzım(dı). Düz karın için detoks kürüne başlamam lâzım(dı) çoktan. Zencefil, elma ve limon allahın emri! Bugün itibarıyla ortadan kalkan saat kısıtlamalarını, kâh sabahın ilk ışıklarına kadar sokaklarda sürterek, kâh 24:00 itibarıyla bitecek bile olsa canlı müzikli, mekân mekân partileyerek kutlamam lâzım(dı). Bugün değilse bile illâ ki yarın. Aylardan Temmuz artık çünkü, yani move baby move!  

Haftaya izne çıkıyorum. Akademik takvimin nihayet sonuna geldik. Artık set edeceğim meetingler, admit edeceğim öğrenciler, record edeceğim classlar, forward edeceğim mailler yok! Çok şükür. 

Dev bir rota izleyeceğim bu yaz. Akdeniz’den batmalı, Ege’den çıkmalı. Aramıza mesafeler, uzak diyarlar girebilecek mi? Görüüüciiiiiz! 

Holaaaa kaptanlar! 

Alekta movik movik! 

Kendime yollarda o çok sorduğum soruları sormayı artık bıraktım. Nedenler ve niçinler uçtu gitti. Ortam sukuta erdi. 

Çünkü bazı soruların cevapları yok. 

Çıkacağım bu yeni yolda; ne geçmiş var, ne de şimdiki hâl bir gelecek. Bu postu okuyan gözlerinizden öper, hepinizle ayrı ayrı hasbihâl ederim. Normalleşip, eskiden olduğu gibi daha sık yazma umudum var. 

O zaman, listen with me

Güncel Gürsel Artıktay- Uzak Yol

Çünkü bazı insanlar uzun bir yol hayatımızda. Hâlâ.