Bu sene bir rahatsızlık geçirdim, atlatmış sayılmam, tedavim devam ediyor. Doktor, ‘Tamamen geçer mi?’ sorumu ‘Hatırası kalır.’ diye cevapladı. ‘Kalsın.’ dedim. Onun da kalsın hatırası. Hatıra dediğimiz şey sadece zihnimizde mi yaşayacaktı ki zaten? Bir yara izi, bir kesik, post zaten delik deşik. Başka ziya, başka hayal, başka zaman. Her şey değişiyor bak zamanla. Gökyüzündeki bulutlar gibi. Kaldır başını. İzle. Hiçbiri durmuyor yerinde. Dönüyor, dönüşüyor ve dağılıyorlar. Bir an bir sonraki anı tutmuyor. Kaldı ki ~ hatıra. Hatıra dediğin kim köpek oluyor ki, ne sanıyor ki kendini?
Mutlu musun? Fazla uzun süremez. Gösterdikleri ve göstermedikleri ile kirpiklerimizde gün boyu tutunmaya çalışan bir damla. Ha aktı, ha akacak. Ama ilaçlar duygu durumumu düzenlediği için ağlayamıyorum bir türlü. Hani, gözümün önünde babamı doğrasalar, kılım kıpırdamayacak sanki. Öyle bir sürekli mutluluk hali işte, ama gayet inorganik. Hatırası kalanların alamadığı kale. Görmek serbest, girmek yasak. Varlığını yokluğuna borçlu. Her taşın altından çıkan bir mecburiyet bu. Adını bir mıh gibi aklımda tutmak ya da her akşamüstü ansızın yorulmak. Benim kalbime giden yol, sanırım kulağımdan geçiyor. Ne çok saçmaladım, değil mi? Bu postta ironi ya da espri yok. Çek arabanı.
Malihülyalar ve gülyabaniler arasında gide gele patika yapmışız. Kafamdaki fillerin haddi hesabı yok, hepsi de tam gaz mesaide. Dün tam bu saatlerde kapalı otoparka adım atar atmaz çalmaya başladı. İlk kez bir otopark görevlisine sempati duydum. Biraz zorlasam kendisiyle empati bile kurabilirdim. Bunlarla uğraşmaktansa, güvenlik kamerasına eyvallah bakışı attım. Açtım camları, marşa bastım. Çıkışta otopark ücretiyle, o P L A Y tuşuna basan aslan parçasına da yüklü bi bahşiş bıraktım. Akabinde yine kendimi ateşlere attım.
Nil Burak- Geri Dönülmez Bir Yoldayım