13 Aralık 2024 Cuma

FALANLAR FİLANLAR YALANLAR DOLANLAR


Bugün gittiğim bir işhanında asansörü beklerken, muhtemelen hancı bi dayının hemen girişteki duvara astığı, eski usül 2024 takvimi, her sabah şafak operasyonuna gidiyormuş gibi karanlığa uyandığım bu Aralık ayı için, bak neleri öngörüyor;

8 Aralık, Zemheri Fırtınası

14 Aralık Karakış Başlangıcı 

20 Aralık, Uzun Kış Gecelerinin Başlangıcı 

21 Aralık, En Uzun Gece 

28 Aralık, Gün Dönümü Fırtınası

Kara kış gerçeği ve bugün başlayan kar, acı bir tokat gibi çarptı yüzüme. Düşündürdü. Böyle bir soğuk yok. Hissedilen - 5. Aralık ayını seven bir Allah’ın kulu var mıdır acaba? Varsa ve bir şekilde tanışıyorsak, engeli basıcam yeminle. Kışı sevmem, kışı seveni de sevmem.

             Üşüyorum. Karamsarım. Mutsuzum. 




Ancak, 2025 yılına dair öngörüde bulunan bazı tatlış astrologlar var. Akışta önüme düşüyorlar. Umut vaad ediyorlar. Bu yıl su burçlarının yılı olcakmış! Heyyoooo! Paraysa para, kariyerse kariyer, sağlıksa sağlık, aşksa aşk! diyorlar. Yok yok! Her şey su burçları için! 

Hatta bitanesi, işi daha da ileri götürüp eski sevgilileri bu burçların kapısında yatacak diyor. İddialı bi söylem. Ex’ten next olacağını sanıyor. Hali hazırda elimizdeki ne ki, eskisi ne olsun? Doğru adamı pek seçemiyorum, bu konuda sanırım yeteneksizim. Ve hele şükür ki yalnız değilim :) 


Sevginin sığmadığı yerlerden uzaklaşacak, yüzeysel ilişkileri bırakıp derin bir aşka gidecek cesareti bulacak, kalmak istemeyenleri bırakacak kadar sevmelisin kendini. Ve sevgin, hak ettiğinden daha azını asla kabul etmeyecek kadar güçlü olmalı. Çünkü en büyük koruyucun ve şifacın, kendine duyduğun sevgi bu hayatta. Bunca yılın aşka dair bana öğrettiği, tek paragrafla, bu.

Su burçlarının yılı olacağı iddia edilen bu 2025 denen yılda, ciddiye almayı en çok istediğim konu haliyle aşk değil. Her zamanki gibi önce sağlık, sonra para. İlk kez bu kadar züğürtüm. Artık maddi durumum maneviyatımın önüne geçsin istiyorum. Noel baba ve geyiklerine sesleniyorum. Yapıverin bi kıyak. Beni de görün bu yıl sevabına. Pliiis. Şöyle bir kaç milyoncuk getirmeniz işimi görür o kızaklı arabanızla. Yükseklerde gözüm yok. Gerçekçi bi balığım ben. Bucket list’im, bu yıl çok çok mütevazi. 

Bu yılbaşı gecesi için yıllar sonra ilk kez bi planım yok. Nasıl nasıl?He ya. Valla ciddiyim. Çok trajik. Hacenneler gibi evde mi pineklicem yani? Yok, olmaz. O akşam giymek için gittim siyah payetli mini bi elbise aldım. Dehşet güzel bişi. Artık o elbise için mecbur bi plan yapıcam.  İşte böyle değişik çalışıyor benim kafa. İster inan, ister inanma. Dişi bünyeler ekseriyetle böyle. 



Bitirirken, en güzelinden bir klasik: bugün yeniden piyasada, bambaşka bir yorumla. 

Ba-yıl-dım. 

Dinle 🎧 

Sagopa Reis & Kraliçeee- Bir Ateşe Attın Beni

Şimdiden sana ve herkese, mutlu yıllar. 🎈

   

   




1 Kasım 2024 Cuma

2024 SEN GİT, VELİN GELSİN!

Saçlarımı kestirmeyim de napim’ tsunamilerinde kayboluşumu yazdığım önceki Rapunzel postumu okuyan ve bunu bir depresyon markırı olarak görüp, benim için endişelenen bazı arkadaşlarım, o gün bugündür ‘nasılsın, iyi misin?’ ,‘her şey yolunda mı?’, ‘bir derdin yok, değil mi?’ diyerek gelip gidip beni darlıyorlar, sağolsunlar. 

Temsili ben 

Hatta bugün içlerinden biri: ‘madem depresyonluk bi durumun yok, saçlarını sakın kestireyim deme haa! Valla seni gebertirim.’ diyerek tehdit etti beni. Şaka değil. Bazen, cidden daha aklı selim arkadaşlar mı edinmeliyim acaba diye düşünüyorum. Kestireceksem bile, şimdilik geri adım atmak zorunda kalacağım sanırım. Üstümde müthiş baskı var. 

Senin saçından bize ne yaaaa! diyenleriniz vardır şimdi, kesin. Ama sonuçta ben bir kadınım ve bir kadının sınırsız olarak saçlarından bahsetme hakkı vardır. Bir dişi olarak doğduysanız, limitsiz saç konusu açabilir ve bundan 90 yaşında bile sıkılmazsınız. Kestiriim mi, kestirmiyim mi? Ne diyonuz? Kestirip şöle bi Coco Chanel mi olsam? Bitiyorum kadına. Ben bi vaka mıyım? 

Coco Chanel

Napim, yani? Şimdi kalkıp borsadan bahsetsem kaçınız beni ciddiye alır ki? Borsa düşmüş diyenlere, nerden düşmüş laa diyecek kıvamdayım. Bana kâğıtlar satışa çıktı deseniz, ne kağıtları derim. Bi borsa lokantasını bilirim, di mi? Evet! Peki borsa konusunda bu bilgi dağarcığımla ekonomistler postlarıma rağbet eder mi? Ekonomi piyasası benimle çalışmak ister mi? Hayır! İşte bu yüzden kıl tüy muhabbetine devam ediyorum. Castında bulunduğum masal beni sürüklüyor da olabilir. Rapunzel olmayı sevdim galiba. Kerevetine çıkmak için Nasuh Mahruki olmama gerek yok. Çıkıp çıkıp duruyorum kerevetine. Tanrı bazen dünyanın en başarılı editörü oluyor. Bize harika masallar yazıp yolluyor. İnsanoğlu garip işte. Bi de büülooog benim değil mi? İstediğimi yazarım! Beğenmeyen, çeker arabasını, gider - DEMİCEM tabi, SEVİYORUM oolum SİZİ. Yazılarımı lütfedip okuyan, hepinize kalbimde bir yer var. Ahan da kestirdim! Bitti gitti işte! Sizden kıymetli mi? Kökü bende değil mi zaten? Saç muhabbetinin sonunu getiriyorum nihayet. Yeter! Önce Behlül, sonra ben!  



Nerden baksan 2 yıl eder 

Yeni saçlarımı merak ettiniz tabi. Ettiniz ettiniz. Yoğğğğğ artık. Gizemi bozamam. Sorry. Belki bi sonraki postta. Ya da daha sonraki. Gelişine yazsam da, bilooğun okunma reytingi tabi ki umrumda. Çıkın çıkın gelin. Beni Google’da aratan elleriniz dert görmesin inşallah. 

Bak, işte Kasım. Önümüz kış. Hiç sevmem. Ama bu yaz da burnumdan geldi. Sevilesi bir yaz değildi kuşkusuz. Giden yaz olsun be yaa. Seneye yine gelcek. İnşallah eski yazlar gibi güzel olur yenisi. Kapanın kuzu kuzu evlerinize şimdi bakim. Bi haltmış gibi yandınız bütün bi yaz güneşin altında. Güneş ışınlarının, bronzlaşan hatunları 5 yaş daha yaşlı gösterdiğine inanmamın yanında, özgüven fazlalığı aktardığını da düşünüyorum. Plajda 150’lik hatunların bile Kendall Jenner gibi salınmalarını, Victoriyaz Sikrit defilesi için bronzlaşma talimatı almış gibi ruhlarını güneşe teslim etmelerinin altındaki gerekçeleri ben de sizler gibi düşünüyorum.  Tüm güneş ışığı savaşçıları ve yanınca daha zayıf görüneceğine inanan Türk kadınlarının önünde eğiliyorum. Ah, o plaj özgüveni! O Hawaian tropikal yağı Brezilyalı model gibi kaba ete yedirmeler. 2 metrelik bacak boyuna endam eklemek için parmak ucunda yürümeler. Nihayet sezon kapandı. Yeter. Bitti, gitti! The end. Oh, mis. 

2025’e son iki ay. Karışık duygulardayım. 2024’ü çok sevdiğimi söyleyemeyeceğim. . Uykularımı böldü. Neşemi aldı götürdü. Aşka olan inancımı bitirdi. Bende derin izler bıraktı, bırakmaya da devam ediyor. Gelen gideni aratır mı, bilinmez. İnşallah bu efsane bu kez gerçek olmaz. Umutlarımı 2025’e devrediyorum. Noel Baba, geeel beee. Hep Holivud’da ötüyor borun. Gel, beni de gör bu yıl sevabına. Şimdi hazırlıksızım. Wishlistimi bilahare konuşalım kuzum, olur mu? 
Kampüs

Sakin
Bir ara elektroniğe sarıp, boş zamanlar geçirse de toplamayı başardı. Yetenekli insan Hande. Az botox, böyle bol şarkılar diliyorum ona. Günlerdir gecelerime eşlik ediyor. O eski, güzel şarkılarına benziyor. 

Kraliçeeee

 Ben seninnnn deliniiiimmm kimseniiiinnn olaaamaaaammm!

Şarkı iyi güzel hoş da, size böyle laflar eden adamlardan kaçın kızlar. Normal bir duyguyla yazılamayacak sözlere sahip. 

Dinlemek isteyen, elime mum diksin 👇🏻













25 Eylül 2024 Çarşamba

RAPUNZEL’İN SELAMI VAR

Kaç zaman oldu, güvenip de bi kuaför koltuğuna kendimi bırakamadım. Oldum bir Rapunzel. Bak bak, saçıma bak! Taa belime indi! Hiç mutlu değilim ama, biliyor musun? Yıkaması bi dert. Kurutması ayrı dert. Şekil vermesi ise başlı başına bir dert. Banyodan çıkamıyorum. Banyoyu halletsem, bu defa da evden çıkamıyorum. Keyfimden mi? Tabi ki hayır. İşe, randevularıma hep geç kalıyorsam, valla altında yatan neden bu. Zaten yıllardır boyatmıyorum. Fön desen, uzun zamandır doğru düzgün çekenine rastlamadım hem de resmen havaya giden para! Altın piyasasıyla kıyasıya kapışır! Kadın kuaförüne gitmek zaten toptan işkence. Orada yaptırılan bir şeyi (kesim, ağda, boya, manikür vb.) severek yaptıran birine valla iyi gözle bakmam. Artık kesin ve net olarak söyleyebilirim ki ben Türk kuaförler ile iletişim kuramıyorum, birbirimizi anlamıyoruz, anlasak bile saçı ne sekilde görmek istiyoruz konusunda aynı fikri paylaşamıyoruz. Al sana konu! Kıl tüy muhabbetine hoş geldin!

Rapunzel

Bir yıldan fazla oldu, yine her zaman olduğu gibi kuaföre gidip, sandalyeye kurulup, yüzyıllardır hem kuaförüm hem de arkadaşım olan kişinin gelmesini bekliyordum. Geldi, başıma dikildi ve saçlarımı açtı. ‘Dilek, ben mesleği bırakma kararı aldım. Green Cardım çıktı. San Francisco’ya taşınıyorum.’ dedi ve ekledi, ‘Bugün son kez saçını keseceğim.’ DONKKK.

‘Hadi be!’,‘Yuh! San Francisco ne oolum!’, ‘Ne alaka!’ ‘Şaka yapma sabah sabah!’ deyişimle olayın şaka olmadığını anlamam tam 3 salise sürdü. O an kendimi kocaman bir boşlukta hissettim. Onu vazgeçirmeye çalıştım. Akut bir depresyona bile girdim. San Francisco dreamin’ ‘Üfff! Macera bu! Nasılsa yapamayıp dönersin sen yine memlekete! Sonra sen, saçsız yapamazsın.’dedim. Ama boşuna. Gitti. Kimbilir kaç kez ‘Ee, hadi dön artık. Napıcam ben bu saçları?’içerikli dönsün taciz mesajları mı atmadım, görüntülü arayıp mı ağlamadım. Ama olmadı. San Francisco yakın bi yer olsa, gidip gelmeye bile razıydım. M. ile 17. yılımız! Since 2007! Düşünsene! Öyle bir sadakat, ama koca bir okyanus girmişti artık aramıza. Kendi keratinlerimle uçma zamanım gelmişti, anladım. 

San Francisco

Yıllar yılı saçımın her kodunu çözmüş, tarzımı idrak etmiş, saçsal süprizlerin ne kadarına açık olduğumu avcunun içi gibi bilen, daha kapıdan girerken ruh halini okuyan, kendini en rahat hissettiğin erkekler sıralamasında ilk 3’e giren kuaförüme bay bay deme vaktiydi artık. Kaşcım da, bundan hemen birkaç ay sonra, sanki kuaförümle anlaşmış gibi Kanada’ya iltica etmesin mi? Noluya ya? Bildiğin bunalıma girdim. Dişi bünyeler beni çok iyi anlayacaktır. Bir yıldan fazla zamandır kaşlarımı senin kadar güzel alan çıkmadı be A.! Ühü ühü! Valla  kılın mı var, derdin var!

Amelie

Ve sonrası ‘welcome to the bocalama ve deneme yanılma seansları’. Yeni kuaför arayışları, arkadaş önerileri ve tekrardan kuaför- müşteri sıcaklığının oluşması. Offfff! Basite almayın çünkü çok zaman ve şans isteyen bir şey bu. Ruh ikizi gibi, saç ikizi de var kadınların. Kuaförleri ve arada oluşan ‘ekibiz’ hissi. O mayanın tutması bir şans, denk gelmek ise sürpriz. Tıpkı aşk gibi. Ama bu aynı zamanda saç öküzümüze toslama yüzdemizin üst seviyelerde seyreldiğini de gösterir. 

Saç öküzü demişken; mesela ömrü tükenmiş makasla saç kesmeye çalışanlar, hem de şöyle bir yaklaşımla: Geç lan! Saçını başını dağıtırım senin! Kafama göre keseceğim işte!’ Ucundan al dediğin belindeki saçı, omuz boyuna hatta ensene kadar koyun kırkar gibi kırkıp, seni resmen Amelie’ye çevirir. ‘Saçım çabuk bozulur benim. Topuzu biraz sıkı mı yapsak?’ dediğin an yandın. 500 tane tel tokayı itinayla kafana saplar. Canını kafanda hissedersin, abartı yok. Öyle bir acı. Peki ya o salonda son ses çaldıkları müziğe ne demeli? Evet, saç öküzü diye bir gerçek var. Ruh ikizi bir, bu iki. 

(Erkek okurlar şu an ‘Vay anasını sayın seyirciler, neymiş bee bu saç mevzuuu!’ diyordur muhtemelen. Uheuueue. ) 

Sevgili er kişiler, bu konu sizi aştı biliyorum ama %100 dişisel bir mevzuya denk geldiniz. Üzgünüm. Sadece kadınların anlayabileceği ve konuşmaktan asla sıkılmayacağı bi subject bu. Saç ve veryansınlar. 

Bi kere, Türk kuaförler kızıl ve bakır tonlarına tutkunlar. Ve evet bunda çok da başarılılar ama ya benim kızıl ve bakır tonlarına tahammülüm yoksa? Sen ne kadar, 'bebek kahvesi' de, 'kumral olsun' de adamlar asla seni dinlemiyorlar ve içine mutlaka o kızıl yansımaları katıyorlar. Avrupa'da bulunan kuaförler ne kadar kumral tonlarda başarılılarsa, Türk kuaförleri de kızıl ve bakır tonlarında çok başarılılar. Röfle, bakır tonlarında o kadar pratik yapıyorlar ki kumral tonlarını tutturma yeteneklerini kaybetmişler. Renk bileşkenlerini yalayıp yutsalar, o küllünün kayma yapabileceği yeşilimsilik de ortadan kalkacak. O konuda kendilerine güvenmedikleri için küllü kumrala bulaşamıyorlar çünkü biliyorlar ki yeşile dönebilir. O riski almaktansa basıyorlar kızılı. 

Gülşen Bubikoğlu

Bi keresinde dayanamayıp hardcore tanımla ''küllü istiyorum, Gülşen Bubikoğlu saçı yap bana'' dediğimde bile salondan neredeyse Hürrem gibi çıkmıştım. Bu imkansız mucizeyi gerçekleştirebilen kuaföre dönüp ''Bunu neden böyle yaptığını bana açıklar mısın?'' diye sorduğumda cevap şuydu: ''Saçlarını çok daha canlı gösterir''. İyi ama canlı göstermesini isteyen kim? Ben kesinlikle küllü tonlarla oynaşmaktan hoşlanan bi kadınım. Yurtdışında istediğin kumral tonu şak diye tutarken, Türk kuaförleri niye ısrarla ''sizin saçınıza ne yaparsak yapalım mutlaka içinde biraz kızıllık olur'' diyor. Sanki İskoçyalıyım! Ya da bunları küçükken İskoçlar kovaladı, kızıl renk travma olmuş ondan sebep. Önüne geleni kızıla boyuyorlar. 

Hürrem

Bizim kuaför abiler bakım maskesi ve yağı satma konusundaki ısrar, yetenek ve eforlarını renk skalası ve renk karışım denemelerine ayırsalar ortaya güzel sonuçlar çıkabilir yemin ederim. Sanat olarak ele almalılar o renkleri; bileşkenleri, uygulamayı, çıkacak sonucu ve saç sahibesinin istediği rengin oturuşunu. Ama yok, bunlar işin ticaretinde. Sanatçı değil, bildiğin esnaf. 

Velhasıl, uzun zamandır saçım bana emanet. Hatta kendimi aştım diyebilirim. İnanmayacaksın ama saçıma bunu yapmayı kendi kendime başardım. Maşa + 4’lü çapraz örgü! Vay be! YouTube videoları iyi ki var. Az daha çalışırsam belki kesim/boya işine de girerim. Heyt be, sektör korksun benden! 
(acayip gaza geldim :)) Şimdi soğuyan kahveye ve müziğe dönüş zamanı. 

Lissın >>>  Yeni keşfim.  Maşallahı var hem şarkının hem de abimizin. Çok janti di mi yaa? Toksik bi aşk şarkısı. Son zamanların popüler kavramı. Sana gaslight yapan, bir türlü vazgeçemediğin o manipülatör sevdiceğine gelsin. 


Ben :)



6 Eylül 2024 Cuma

ACINI SEVSİNLER!

2025’e 4 ay kaldı. 2006’lılar üniversiteye başlıyor. 2007, 2040 yılından daha uzak. Covid 5 yıl önceydi. Uzatmayayım, demem o ki; 

çok zaman geçmiş.

Ah, zaman! Hep belâya kalıyoruz seninle. Bir vedamız olsun istedim. Yarım yamalak vedalarla aralık bırakılan o kapılar hep yordu bizi. İşte bu yüzden, bu yeni kapı, artık üzerimize kilitli. Hayırlı olsun. Madem gittin, ayağın göl, başın pınar olsun güzel kardeşim. Zaman kimseyi durup beklemez denir ya; gerçekten öylesin. Ama yine de benden sana zerre kem söz ya da beddua çalışmaz. Seni anlamanın bir yolunu hep bir şekilde buldum ben. Yine bulurum, merak etme. Sevmek böyle bir şey. Zevkler ve renkler tartışılmaz ama benimki de sanki biraz şey gibi. 

Yerler hep sarı yaprak. Hiç sevmem.Yeni akademik yıl kapıda. İşte bu yüzden, sırf bu yüzden işte, Eylül ayına hep gıcık olmuşumdur. Eğitim sektöründen son sürat düz devam ettiğim için, okulların açılıyor olması fikri, yıllar sonra bugün bile tüylerimi ürpertmeye yetiyor. Covid artık bittiği için, Sağlık Bakanlığı’ndan yana bi umudum yok ama Diyanet’ten üniversiteler açılmasın, yoksa zina artar fetvası bekliyorum. Yukarı Buckingham’da akşamüstü bu saatlerde biz hep rose içeriz. Efkarlı bünyeler. Bana biraz renk ver. 

Aşk ve hüzün kombosuyla romantize edeceğim bir Eylül yazısı yazmayı ben de çok isterdim. Eskilerden, ‘Eylül’de Gel’ şarkısının linkini vereyim, burdan tıkla, yaptığım aşk aforizmalarını oku isterdim. Aşk bu. Klişe ama her devirde sevilir. Mutlu aşk yoktur ya hani, ondan sebep ne olursa olsun mutlaka satar bu ikili. Gişesi hep iyidir. Ama öyle değil işte. Artık öyle değil. 

Eylül ayı, hüzün ayı değil; masraf ayı. Aşık olunca değil, veli olunca anlıyorsun. Hele bir ol da gör. Eğer bir de özel okul velisiysen, bambaşka bir boyuta geçiyorsun. Resmen başka bir tür paralel evren. Aylardır ödediğin onca okul taksiti yetmezmiş ve hâlâ bitmezmiş gibi, üstüne tüy dikercesine gelen astronomik kırtasiye harcamaları. Kitap değil de, Orhun Kitabeleri’ni veriyor sanırım okul. Vay anasını. Belki de ceylan derisi üzerine orjinal el yazmasıdır kitaplar. Böyle paralara aklıma gelen anca bu. Yetmez! Merdiven altı yapılmış dandik okul kıyafetlerine, Balenciaga limited edition ayarında biçilen fiyatlar da cabası. Sanırsın bulunmaz Hint kumaşından. Kafayı yemek üzereyim. Kredi kartımdan kıvılcımlar çıkıyor. İnan, aşk acısı çekmeyi tercih ederdim. 

Acısı bile güzeldir aşkın. Acıtıyorsa tadını çıkar. Hissizlikten ölüyor insanlar. Ama ben artık ne aşka ne de aşk acısına inanmıyorum. Aşık olacağına sarhoş ol ondan iyi, en azından kusunca geçer. Dünyanın en boş şeyi. Sen hiç 5 saat çalıştığın excel dosyasını kaydetmeden kapattın mı? Bir de bu acıyı dene. Ya da ödeyemeyeceğin kadar borç çek. Alemlerde bi güzel ye. Sonra taksit ödemeleri gelince aşk acısı neymiş görürsün. Duvara kafa atmayı da deneyebilirsin. Kallavi bir acı. Bol acılı 3 lahmacun, yanına buz gibi bir şalgam. Bi de fırın sütlaç. Ohh! Şimdilerde bu reçeteyle idare ediyorum ben. Nolcaktı ki? Bir balık öldü diye, deniz kurudu sanma. Aşk yalan, lahmacun gerçek. 

Ama bazen çektiğimiz acı, kaybettiğimizle aramızda kalan son bağdır. O yüzden o acıyı da severiz. Biraz da böyle bakıyorum ben, ama artık o tutunduğun şeyle vedalaşma vaktin sence de gelmedi mi? Acele etme, peki tamam, ama biraz da farkında ol. Kırmızı hapı al ve gerçek dünyaya uyan. Herkes çatır çutur götürüyor birbirini valla. Eminim o da. Ya da, ne bileyim ben, elbet bir gün kavuşacak da olabilirsiniz. Zeki Müren yalan söylüyor olamaz. Sen bana bakma. Kalbini dinle. 

2024 Yaz’ına dair hatırlayacağım bir diğer not da işte bu olacak:  


Kendimi çaresiz hissettiğim anlarda aşkı düşünürüm. Çünkü bizi kurtaran, her şeyi değiştiren, olanaksızı olanaklı, çirkini güzel, kabul edilir olmayanı kabul edilir yapan aşktır. 

                                Ferzan Özpetek 





5 Ağustos 2024 Pazartesi

AH İNSTOŞ VAH İNSTOŞ


Bir kez daha anladık ki, bu ülkede yaşıyorsan apolitik olma şansın yok. Siyaset her yerde. Arabanın benzininde, buzdolabındaki peynirde, telefonundaki app’de. Oysa bizim sıradan vatandaşlar olarak, sadece vergimizi verip, doğru düzgün yaşayabiliyor olmamız gerekiyor ama yok. Olmuyor öyle. 

Memlekette yıllarca süren Wikipedia yasağı oldu. Ara ara YouTube ve ekşisözlük’e erişim yasaklandı. Pandemi zamanlarıydı galiba. What’sApp’lada ters düşmüştük bir dönem. Tam başka alternatiflere yönelecekken, bir şekilde kriz çözülmüştü.  Geçen yılki depremlerden sonra, Twitter erişimi de kısıtlanmıştı. Ama en çok ses getireni ve tepki çekeni hiç kuşkusuz bir süredir devam eden İnstoş’a erişim engeli oldu.

Neden mi? Çünkü nüfusa göre uygulamayı en çok takip eden ülke Türkiye. Arkadan Brezilya ve Arjantin geliyor. Birçok şeyi anlatan bir istatistik aslında. Fakirin son kalesi de düştü. İyi kötü, biz fakirlerin vakit geçirdiği bir uygulamaydı çünkü. 

Çok üzüleni var. Güvenli olmadığı halde, VPN’lere hücum eden ve ne pahasına olursa olsun instoştan asla vazgeçemeyen, bir tür bağımlı kabul edebileceğimiz, genç ve çok kalabalık bir kitle bu. Z kuşağı bebeleri. 

İnstoş onlar için adeta ekmek/su gibi. Hayati. En çok onlar mağdur oldu sanki, instoşta ticaret yapan ve batan Türk firmalarından bile daha mağdur oldular hatta. Kim ne yiyor, ne giyiyor, nerde tatil yapıyor, haberleri yok. Olacak şey mi? Elleri her an uygulamaya gidiyor, çaresizce açıldı mı acaba diye. Sigarayı bırakmaya çalışmak kadar umutsuz. Sırf instoşa fotoğraf atamıcam diye tatilini hatta düğününü iptal edeni var. Gerçekten çok düşündürücü. Bu insanlar ülke sınır kapılarının açılışına, instoşun kapanışına verdikleri kadar tepki göstermemişti. 

Diğer taraftan, çok iyi oldu diyeni de var. Bunlar daha ziyade X ve Y kuşağından. İnstoş özenti yuvası, et pazarı, ahlak bozucu, gösteriş meraklılarının adresi vb.diyenler. Aslında bunlar da tam olarak neye iyi oldu dediğini bilmeyenler. Çünkü yasaklar hiç bir zaman çözüm olmamıştır. Hak ve özgürlüklere vurulan yeni bir darbe bu. Arkasından dur bakalım, daha neler gelecek dedirten cinsten. 

Varlığı bağımlılık yaptığı gibi, yokluğu da hasta edebilir cidden. Kapalı olmasının psikolojik etkileri illa ki olacaktır. Yaşayıp hep birlikte göreceğiz. 

Kapanmadan önce son gece, ben de birkaç tatil fotosu atmayı başarmıştım nihayet aylar sonra. Layklarıma ağız tadıyla bakamadan erişim engeli yemişiz meğer sabahında. 

Madem artık İnstoş yok, üç beş foto da buraya atayım bari. Kısmet ayağınıza geldi. Güzel bir yaz oluyor. 

Öpüyoreeeee! 













3 Temmuz 2024 Çarşamba

SİLAMİİİ, BU DA MI SENİN?

Bugün marketten aldığım patates poşeti yırtıldı. Tüm patatesler karşımızdaki ince yokuştan aşağı yuvarlandı. Ben patateslerin arkasından koşarken, bir kadın da benimle aynı telaşla patateslerimin arkasından koştu. Ne tatlıydı. Dünyanın her şeye rağmen, hâlâ iyi bir yer olduğuna inandırdı beni. Tıpkı OT/Temmuz sayısı kapağındaki Zeki Paşam ve adamım Silami’nin bu fotoğrafına baktığımda, içime dolan o güzel his gibi. Kaderin cilvesine bak ki; yırtılan patates poşetinde onlar da vardı.

Oysa ben günlerdir, bu kadar kötülüğün içinde, bat dünya, bat artık modunday(d)ım. Allah cümlemizin belasını versin diyor(d)um. Dünya, başka bir yaşam formunun cehennemi olabilir mi(ydi) acaba? Hani, bir Kurtlar Vadisi repliği var; bilmem kaçıncı sezonun bilmem kaçıncı bölümünde geçer. Bir çatışma sahnesinin ortasında Polat, Nemati’ye dönüp şöyle söyler: 

“Nasılsa cennete gidemeyeceğiz, bari cehennemi hak edelim.

Sonra da Allah yarattı demeden çatışmaya girişirler. Bam bam bam! Ortalık kan gölüne döner. Tarantino filmlerindekilerden bile daha kanlı bir sahnedir. Hani, şu aralar zihnime bir volpeypır atamam gerekse, işte o sahne olur(du).

Tâ ki, bugünkü market macerama kadar. Artık volpeypırım için bu iki fotoğraf arasında gidip geliyorum. Bir karar versem iyi olcak. Al işte! Ruh halimin bir uçtan diğer uca savrulduğu, borderline bir başka haftaya daha başlıyorum. Çıkmak istediğim yaz, tam olarak bu değildi. Çok iyi biliyorsun sen bunu. Ey Temmuz! Kavlimiz böyle miydi bizim senle ya? Zaten senede bir, silah zoruyla geliyorsun. Vuslatımız böyle mi olcaktı? 

Nasılsın? Nerdesin? Napıyosun? 3 N 1 K. K tabi ki sensin. 

Hatırlıyor musun, geçen yaz, tam bu zamanlar İstanbul’da hoş bir mekanda canım Silami’yi, ve hatta bu güzelim şarkıyı canlı dinleme şerefine nail olmuştum. Benimkinden dinlemeye alışık olduğum için (bkz. Benimki ), çok şaşırmıştım. Meğerse daha bilmediğim ve o akşam öğrendiğim daha pek çok hit gibi, bu şarkı da Silami’ninmiş. 

“Ne zaman gelirsen gel, başıma taç olursun. Sen benim eski değil, eskimeyen dostumsun.”

Peki, biz gerçekten öyle miyiz?  

Bak, ne dicem; 

Gece bazen öyle derinleşir ki, yıldızlar gözden kaybolur. Ancak, görmesek de orda bir yerlerde olduklarını biliriz ve bu bizi aydınlatır. Seninle zaman zaman aramıza bulutlar, yağmurlar, hatta fırtınalar girse de, aramızdaki o gönül bağı tıpkı o yıldızlar gibi yerinde duruyor. Sanırım, her zaman da öyle olacak.

Güzel bir yaz olsun! 



6 Haziran 2024 Perşembe

EYELINER GİBİYİM, ÇEKEMİYORLAR!

Haziran nedir yaaa? Üstelik ilk haftası neredeyse bitmek üzere! Abartt! Bugün 2025’e de girelim istersen! Zaman nasıl sanki hem hiç geçmiyormuş hissi verip, hem de nasıl böyle hızlı geçiyor, söyle nolur. 

Çok karışık duygulardayım, büülogg. 

Bugün bir cenaze evindeydim. Gittiğim dakikalarda rahmetli toprağa yeni verilmişti, ama geride bıraktığı telefonu, masanın üstünde, durmadan çaldı durdu... Öldüğünü henüz duymamış olan birileri arıyordu. Ne hissedeceğimi bilemedim. 

Trafik kazası. Dün bu saatlerde hepimiz gibi yiyor, içiyor, gülüyor, konuşuyordu. Üzerinden daha 24 saat geçmeden, dönmemek üzere gitti.  O kadar beklenmedik bir ölüm ki, dün  instoşa attığı story’ler bile daha silinmemiş, dönmeye devam ediyor şu an. 

Böyle gitmek olmaz. 

Sayılı nefes varolduğumuz bu hayatta, nalları dikicez, er ya da geç. Hâl böyleyken, bu bizdeki neyin hırsı, neyin kibri, çekememezliği, bu neyin telaşı ve egosu, neyin kıskançlığı ve iddiası, bilemiyorum. Etrafımdaki türlü çeşit denyolar ve bana yaptıkları türlü çeşit denyoluklar aklıma geldi sonra. Yasin’i şerifler havada uçuşurken, ben içimden onlara sövüp saymakla meşguldüm. 

Bir süredir büyük aydınlanmalar içindeyim, içimdeki ego canavarına kilit vurmaya çalışıyorum. Ama böyle düşünen galiba sadece benim ve bu hayatı kolaylaştırmaya tabi ki yetmiyor. Nerdeyse tüm dangozlar gelip beni buluyor bir bir; zır zibidisi, tribali, dünyanın merkezinde ve Everest’in ta zirvesinde, fildişi kulelerindekiler. Zehir ediyorlar bu hayatı. 

Oysa ne diyordu lö lö Mahsun, “hepimiz kardeşiz, bu kavga ne diye?”

Dost üzülür, düşman güler. Yumruk yemiş gibi. Oysa o, belli ki verdiği kararın arkasında durmayı iyi bilen o, belki zorlanan ama iyi bilen, ama iyi bilen. Yine de mutlu olsun. Hiçbir şey üzmesin o’nu kafası. Böyle bi gerizakâlılık yok! Egoyu susturunca sonuç böyle oluyor. 

Oysa ne diyordu İsmail YK abimiz, “Allah belânı versin, Allah seni kahretsin! Bana giren -pardon- gelen, sana gelsin!”

Ölüm Allah’ın emri, ama her şey aşkla başlıyor. Yaradılış hikâyesi bile aşktan doğuyor.

Ne diyordu Yaradan, “ben bilinmeyi istedim, diledim, sevdim ve alemleri yarattım.” 

Bilmek ve sevmek. Bu duygu, insanı dünyevi olanın ötesine taşıyor. Aşk makamı, insanın hakikati görmesini sağlıyor.Ama  her şeyin olduğu gibi, aşkın da bir sonu var. 

Ne diyordu kraliçee, “ bilseydim hiiiç sever miydiiim, aşkııın sonuu bilinir mii?”


Geçenlerde çimlerde oturduğum yerde, durduk yere tam önümde 4 yapraklı bir yonca beliriverdi. İnsan bir ömürde kaç kere rastlardı ki 4 yapraklısına?  İlki 2 yıl önce kampüste birden önümde belirivermişti yine. Üstelik yürürken. 

Ne diyordu Ümit abimiz, “ kader senden yana aşk senden yana, anladım mutluluk yasakmış bana.” 

Ben de kader benden yana olcak artık diye düşünmüştüm. Pek öyle olmadı. 2. den daha umutluyum.  Güzel Allah’ım nihayet bana da ‘yürü ya Çaylak kulum’, diyecek. 


Ondan beridir de, yıldızlarda, fallardayım.  Faladdin’ e sardım bu ara. Z. tavsiye etti. Yapay zekanın bi el atmadığı fal kalmıştı anasını satiim. Eee, noldu? Hep ilim irfan peşinde koşacak değiliz ya! Dersti, bildiriydi, atıftı! Bi relax, ya. Evet, akademisyeniz ama aynı zamanda insan evladıyız da. Bu da can. Bizim ki de gönül. Bizim de yalanlara ihtiyacımız var, tüm çaresiz insanlar gibi. 

Faladdin’de envai çeşit fal var, ama ofis ortamında hep kahve içip, kapatıyoruz. Neyse halimiz, o çıksın falımız. Fotiler üzerinden, Faladdin’in geyiklerini okuyoruz kankitolarımla. Bazen durup düşünürse de, çokça gülmekten yerlere yatırıyor. 

Bir falcı bacıdan asla işitemeyeceğin türden metaforlar, kelimeler ve ifadeler kullanıyor Faladdin. Çünkü büyük yazarlardan alıntılar yapıyor falı yorumlarken, şairane ve dahiyane! Ama asla referans vermiyor, sanki kendi cümleleriymiş gibi. Dostoyevski’den Cicero’ya, Elif Şafak’tan Edip Cansever’e, çok geniş bir skala. Ama ortalama bir falsever bunu nerden bilsin? Böylesi sofistike fala tabi ki can kurban! Hemen favladım! 

Nerdeyse her gün Türk kahvesi içiyorum, oldum bir cin! Overdose kafein. Durum öyle olunca, geceleri uyku yok, dünek yok! Oturuyorum sabahlara kadar.  

Ne diyordu Şekspir Baba bir sonesinde,” Senin nöbetindeyim ben, sen başka bir yerde uyanıkken. Benden çok uzak, başkalarına çok yakınken.” 

O zaman, dinleeee. Al sana muzikaaaa! 

>>>

Somebody that I used to know




1 Mayıs 2024 Çarşamba

GODOT FOREVIR, ULAN!


Bilsen, ne acılar içindeydim. Acılaaaar… şimdi gözümde canlandılaaar… Yazamadım, çünkü sağ elimi tam 1 aydır kullanamıyorum. 1 ay. Giyinemediğim, soyunamadığım, adamakıllı ne elimi ne yüzümü ne saçımı yıkayabildiğim ne de komple yıkanabildiğim, yani bildiğin koktuğum, evde ve işte hayatın durma noktasına geldiği, neredeyse hemen her gün pansumana gittiğim 1 ay. Damardan aldıklarım şöyle dursun, 4 kutu antibiyotik bitirdiğim 1 ay.

Yemek mi yapıp yemezsin, çamaşır mı asıp ütülemezsin, bulaşık mı yıkamazsın, ya en basitinden sarı bezle bi mutfak masasını da mı silmeyeceksin?  Hangi birini yapmadan duracaksın ki? Gün geldi, şişe kapağını çevirip açabilmek, yerine göre donumu çekebilmek, kapıyı tutup kilitleyebilmek bir şükür sebebi oldu.

İçten içe beceriksiz diye küçümsediğim o sol elim, sağ elimin yokluğunda ne işler başardı ne işler!  Şükrümün arttığı 1 ay geride kaldı. Bakalım bu yeni ay nasıl olcak?

Dağlara, taşlara, nazarlara geldim! Hangi kenafir gözlünün gözünde kaldıysam, gözü çıksın! Beni bir okuyup, üfle sevabına. Dinîyyen kuvvetlidir senin. İyi değilim. Bana iyilik diler misin? 

Nasıl iyi olurum, onu da bilmiyorum. Son derece makul bir şekilde gelinen bu son, inan Şam’da kayısı. Tam istediğim gibi. Muhteşem. Krem şokola. Daha iyisi olmaz. 

Çok uzun zamandır yalvardığım Yaradan, nihayet  sesimi duymuş olmalı ki; minimum zararla çekip çıkardı beni bu içinde debelenip durduğum dipsiz kuyudan. Tam hayal ettiğim gibi oldu. Dilek kapım sonuna dek açıkmış meğer. Şu an kaybettiğim sandığım, aslında kurtulduğum. Çok iyi biliyorum bunu. 

Peki, ama ben neden hâlâ iyi değilim? Sonu olmayan bir sürgüne mahkum gibiyim. 

Samuel Beckett bile Godot’sunu beklemedi, inan benim seni beklediğim kadar. Mevsimler geldi, geçti. Yıllar geçti. Pandemi geçti, deprem geçti. Savaşlar çıktı. Tonla insan öldü. Doğabilen bebekler ise büyüdü. Yürüdü. Konuştu. Koştu. Okula başladı. Neyi beklediğimi bile tam olarak bilmeden bekleyip durdum. Sıla mı gurbet mi, adını sen koy. Şimdi, tüm renklerin solduğu bir yerdeyim. 

Türlü türlü insan,  türlü çeşit şeyi umutla bekledi, ben seni beklerken.

Kimisi iş bulmayı, sevdiğine kavuşmayı, nişanlanıp evlenmeyi, çocuk sahibi olmayı bekledi… Kimisi ise boşanıp, 2 rekat şükür namazının ardından mahalleliye lokma dağıtmayı.

Emekli olup bir sahil kasabasına taşınmayı… hastalıktan kurtulmayı, kışın geçmesini ya da borçlarını bitirmeyi. 

Güneşin çıkmasını, rüzgarın dinmesini bekleyenler. Kaçtır yazı  bekleyenler oldu. 

Askere gitmeyi, askerden dönmeyi, piyangodan para kazanmayı, okulu bitirmeyi,  işten ayrılmayı bekleyenler… Şehir hatta ülke değiştirmeyi bekleyenlerle birlikte. 

Aşık olmayı, aşıkla bir arada olmayı…

Fenerbahçe’nin şampiyon olmasını hâlâ bekleyenler vardı. İlginç. 

Ben seni beklerken, çok zaman geçti. 

Artık yoksun ve ben seni anlıyorum. Bükemediğim o mübarek elinden öpüyorum. 

Şimdi ne ben ne de sen; bırakalım Beckett düşünsün. 





26 Mart 2024 Salı

İFLÂF OLMAZ ROMANTİK

Benim sevilmemekle ilgili bir derdim yok. Sonuçta ilişkiler böyle. Sen birinden hoşlanacaksın, ama bu onun ilgisini çekmeyecek. Birileri de senin için rüzgâr estirecek ama sende yaprak kımıldamayacak. Bu açıdan herkes sevilmeme gerçeğiyle baş edebilir. Ama sevildiğini sanmak? O fena işte. 

Birinin seni buna inandırması, ona güvenip yaslanman ve onun çekilmesiyle düşmen. Böyle bir düşüş en güçlüsünü bile dibe batırır. Yani tam dünyadan sıyrılıp böyle, artık burda yaşayayım derken evsiz kalmak. Bu bambaşka bir köksüzlük. O yüzden bu hayattaki sağlıktan sonra en önemli şey, hayatını kiminle/kimlerle paylaşacağını doğru seçebilmek. Evini doğru yere inşa edebilmek. Neşet Ertaş’ın dediği gibi;’ sessizliğini duymayan birine sevdanı verme, göynün incinir.Yoksa en büyük acıların aşk uğruna çekilmesi ya da en güzel romanların aşk üstüne yazılması tesadüf değil tabi. 

Yine de, narsizmin kontrolden çıktığı bu dünyada, kendinden başka kimseyi sevmeyenler kalabalığında, büyük kent yalnızlıklarında, birini hiçbir şey beklemeden sevmek ve bu sevgiyle hayatı da sevmek hâlâ mümkün. Dünyanın böyle amansız romantiklere çok ama çok ihtiyacı var. 

ABBA- The Winner Takes it All