25 Şubat 2021 Perşembe

KOCA BİR YIL

 


Bugün benim doğum günüm. İçses: ‘Herkesin başına geliyor, ne ilk ne de son olacaksın.’

Evrende ‘4.269.219.731 x yaşı’ mil, güneş çevresinde ise ‘584.992.798 x yaşı’ mil yol katetmeyi bitirdiğim gün. 

Çıtır değilim artık, gencolar. Çatırdamaya başladım. Ühühühü! Ama yine de hâlâ genç sayılırım. Olduğumdan 10 yaş daha genç gösterme geleneğini de hâlen sürdürdüğüme göre... Hehee. Siz kendi derdinize yanın. Ama ille de bilmek istiyorsanız, pi’yi 3 alarak yaşımı hesaplayabilirsiniz. 

Alenen kaç olduğumu söyleyecek değilim herhalde. 

Bunun biyolojiği var, gösterileni var, hissedileni var. Yaş durumu güncellemem bi hayli complicated yani.

Ahhh ah! Bu sabah üzerimde öyle bir ağırlıkla uyandım ki, sorma gitsin bilogg! Yaşlanmak beni son üç-beş doğum günüdür hüzünlendiriyor ne yalan söliim. Kuyruğu dik tutmaya çalışsam da gerçek bu. Ama etrafımdaki herkes yaşlanıyor. Sen de. Ben de öyle. Yapcak bişii yok.

Henüz metroda birilerine kızıp, ‘Evladım, çöp mü orası? Niye yere atıyorsun, hııı?’ kıvamına gelmedim. Ama yine de toplu taşımada yer verilmesi durumunda hazırlık için teşekkür tavırları plânlasam iyi olabilir, haa? Ne dersin, lö blög? 

Öyle bir devirde yaşıyoruz ki, ağız tadıyla bile yaşlanamıyorsun. Niye? İllâ o cilt gergin olacak, kırışmayacak vs. dayatmaları. Rahvan gitsin dedirtmiyorlar bi insanaa! En başta da o tvde sabah kuşağında hep çıkan ve beynimde bir yerlere sıkışmış Nişantaşı estetik cerrâhları. Harribolar! Resmen kâbusumuz oldular. De gidin bi ya. Madem şişirip, doldurtmaya da yanaşmıyorum, bugünden tezi yok, hemen yüz yogasına başlamalıyım. Yoksa geç mi kaldım? Tövbe de, biloog! 

Aborijinler doğum günlerini kutlamazlarmış, biliyor musun? Çünkü onlar için kutlama özel bir günü ifade edermiş. Yaşlanmanın nesi özel, anlayamıyo adamlar. Çünkü gerçekten, insan bunu sağlayabilmek için özel bir çaba sarfetmiyoo. Yaşlanmak kendiliğinden olan bişi. Aborijinler geçen yıla oranla daha bilge bir insan olmuşlarsa, asıl bunu kutlarlarmış. Nat Geo belgeselinin bu mini anekdotundan sonra, eşe dosta ‘bana pijama alın’ konseptli (hep evde olunca insan başka ne giyer ki?) hediye istek listemden vazgeçtim.- Yok ya, geçmesem mi acaba?- Çeşit çeşit pijaması olan bir bilge olamaz mıyım yani? 

Bilgelikten geçtim, her sene bir umut ‘büyür müyüm acaba?’diye bekliyorum. Ben hep o bildiğin ben. Hâlâ o çok sevdiğin ben. Çocuk gibi olur olmaz her şeye heyecanlanan, gülünce çok gülüp, ağlayınca çok ağlayan, sakinleşmek için kâh pedala kuvvet bisikletiyle dağ tepe turlayan ya da pikeyi boğazına kadar çekip altında hayaller kuran, tetristeki kurtarıcı o uzun çubuğun bazen gerçek hayatta da ciddi ciddi gelmesini bekleyen, çocuk ben. Analog ekrandan dokunmatik ekran beklentileri filân, feşmekân. Nalları dikinceye kadar da sanırım bu hep böyle sürüp gidecek. Ondan da işte ‘yaşım hep ondokuz...’ :) Yoooo yoooo!  Nassııı bööle genç kaldığımın sırlarını paylaşacak kadar yüce gönüllü olamiciiim bugün. 

Bu sabah kargodan gelen bu yaşımın ‘ilk’ hediyesi çıtayı bayaaaa bi yükseltti. Ne olcak bilmiyorum! Allahım, makullerden bi buket! Gerçi ben bir kitaba, bir şarkıya, tatlı bir söze, tek bir dal çiçeğe ya da daha önce hiç tatmadığım bir şaraba da kalbini bırakan bir insanım. Çünkü gönül civarımda nefes alan herkesi jö tem! Niyayhhh! Ama gelin görün ki, nihayetinde bir dişiyim ve en çok bu yukarda gördüğünüz hediyeyi ve bana almış olan canlıyı seviyorum. Bu güzel hediyeyi kayırmak zorundayım, şimdilik. I’m sorry. Hhuueuhe. Ayakkabılara zaafım var kuzum. Naapiim?

‘New shoes are love’ ile ‘Fuck yo shopping’ ringde kıran kırana mücadele ederken, %70’e varan indirim her yerde. Güzel zamanda doğmuşsum vesselâm! 

Güzel dostlarım S. ve E. de ihya ettiler beni bugün! Baskın basanındır mottosuyla beni evde bi güzel sürprizlediler. Şok!

Çok severim bu parfümü. Ama firma epeydir üretmiyordu. Meğerse yeniden başlamış. Sevincim çifte tavan yaptı! Koku hafızam beni tâ ne anılara götürdü, bi bilsen. Kızlar, sizi çok seviyoreee! 

Gerçi Mother Teresa benim gibi doğum gününde hediyeler  karşısında gözü dönenlere ‘Everytime you smile at someone, it is an action of love, a gift to that person, a beautiful thing.’ sözüyle müthiş bir iç aydınlanma yaşatıyor. Gözüm yaşlı ama ruhum bahtiyar...



Kutlu doğum haftam başlamıştır ahâli! Az buz bir yaşa girmiyorum. Olabildiğince hürmette kusur etmeden, şanına yakışır bir şekilde karşılamaya çalıştık, çalışacağız. Bu yıl malesef pandeminin gölgesinde kalmaktan kurtulamıyor. Yaşım kadar pare top atışıyla başlayan o türlü çeşit ivent bu yıl malesef ki olamiceeek. Artık olduğu kadar. 

Ve.... 

Biten yaşım! Demek gidiyorsun? Yılanın deri değiştirmesi gibi, sürüne sürüne eski deriyi geride bırakarak.. Yoluna bakmak. Kolay değil, ama mümkün. Güzel bir yaştın, en güzellerinden biri belki de. Sağlıklıydın en önemlisi. Bana yaşattığın onca güzel tecrübe için minnettârım. Çok sevip, çok sevilmeyi dilemiştim geçen yıl bugün, dilek balonumu havaya bırakırken... Tam olarak öyle olmadı, yoklamada eksikler vardı ama sağlık olsun. Seni daha şimdiden özlediğimi bil.

Yeni yaşım, hoş geldin. Emin ellerdesin. Birbirimizi tanıma ve baş başa kalma imkânımız henüz olmadı, ama olsun! Koca bir yıl var önümüzde nasılsa. Bugünün şerefine dolunay var! Kısmetinle gelmişsin! Bakalım, görelim bana daha ne güzellikler getireceksin...  Sağlık olsun da, gerisi ister olsun ister olmasın. Öperim çok! Mucksss

NOT: Eskiden eheheheee diye dinlediğim şarkıları, artık ühüühüühüühü diye dinler oldum. Bu da başka bir yaşlanma alâmeti olarak kayıtlara geçebilir mi, pliiiiiizzz?

Yeni yaşıma >>>> gelsin. 

Alanis Morisette-Uninvited







20 Şubat 2021 Cumartesi

ÖDEM VAR, NE BAKIYONUZ?


Ara tatil krem şokkoola gibi geldi. Bol yatmasyon, pinekleme, yiyip içip semirmece. Şiştim iyicene. Hayatımın en slow motion dönemindeyim. Mesela bugün saatlerce hiç bişi yapmadan, tüm gün malakladım. Yasak var, sokağa da çıkamıyoz zati. Büyük deniz filleri belgeseli izledim. Kocaman ve garip burunlarına rağmen iyi bi aktiviteydi. 

Gerçi kafamın içi xl mesailer yapıyo, o ayrı. Beynim ve vücudum neden koordineli çalışmıyor ki bilogg? Ne kalp beyinle, ne vücut beyinle söz dinleşmiyor. Güya her bi halt beyne bağlıydı, hani nerde?! Niye beynimi ipleyen yok bu kalp, damar ve iskelet sistemimde? Herkes ayrı telden çalıyo. 

Tatil yayışmasından mütevellit, uykularım çok renkli! Tabi bunda Melatonina’nın da etkisi var. Eski dost düşman olmaz. Senaryosu, castı ve aksiyonu bol rüyalarla her gece en az üç film ard arda çeviriyorum! Bu bilinçaltı denen çöplükte meğer kimler neler varmış! Gerçekten de ‘Vay anasını sayın seyirciler!’ Hepsi de ara tatili beklemiş. Hepsini tek tek tanıdığım ama birbirini gerçekte tanımayan onca tanıdıkla, kel alâka mekânlarda, birbirinden alâkasız repliklerle maceradan maceraya koştuğum sahnelerden yorgunum hancı! Üstelik bazen bunlara celebrityler de ekleniyor. O yüzden sabahları valla uyanamıyoorum. Şayet uyansam bile, esneme krizine tutuluyorum. Böyle bi esneme olamaz! Esneme eyleminin ibresini zorladığım zamanlarda, valla boz ayılara taş çıkartacak oluyorum. O derece. Sonrasında şayet ayılabilirsem, bu defa da rüyaları hatırlamaya çalışıp, tabir fizibilite çalışması yapmaya çabalıyorum. Bu kafamdaki mesai hiç hız kesmiyo yani biloggcuğum. 

Dün gece öyle heyecanlı bi rüya gördüm ki, oluruna bıraktım. Belki bu gece kaldığım yerden devam ederim. Allaaam n’olur ediyim! 

Bazen tabirlemeye gerek de yok. Mesela Zeki Müren! Neyini tabirliyim abi bunun? Hayra yormayanları döverler yıldız kitaplarında. Dans ediyorduk Zeki’ciğimle. Kendimce figürlerim filan vardı :) Üstelik eski kampüsteydik. Dansa dalıp ders saatini kaçırıyorum. Bi Sindirella gibi! Ayyhhh! Rüyadaki gidişat bile rutinlerimle iç içe geçiyor! Rezalet. Ders saatinden rüyada bile kaçış yok. Nasıl travma olmuşsa artık. Zeki’yi bulmuşum ki, kim takar 10:40 dersini?! Ama gerçek hayatta mezardan çıkıp gelse bile, kusura bakma Zeki’ciğim, derse gitmem lâzım demek zorundayım. Çok canım sıkıldı. Hey Allaaaam! Bu gece bakalım neler olcak? 

Gerçi bugünkü İbo Şov le le le le le le  gecesini izledikten sonra, Zeki’ciğimle rüyanın devamını çekebileceğimizden pek emin değilim. Eline her mikrofonu alan le le le çekti. Ayık kafayla izlemek zor oldu. Lâtif Doğan’ın bildiğin Michael Jackson’a dönüştüğü bir şovdu. Hele o İbo’nun yeni hali neydi öyle? Modifiyeli Tofaş gibi. 

İbo ne goydun la gafana

Bu geceki rüya içeriğimde bakalım ne enstantaneler yaşanacak, İbo Şov’dan da nasibini alacak mı, merâklardayım. 

Durmadan acıkıyorum. Soğuklardandır, soğuklardan diye cevap vermenizi diliyorum. Yoksa 5 kat kaşarlı bir tostu gömmeyi neyle açıklıycaksınız? Şaka maka, erimiş kaşar öyle bi bomba ki, tüm kainatın hakkından gelebilir. Öğlen yediğim yağsız pazının suçu bu aslında. Beni çok acıktırdı. Mutfaktaki ekmek gezegenine bir sorti daha yapmam an meselesi. Ortalık karbonhidrat gölüne dönerse ne dicem ben Doktor Mehmet Öz’e? Food vahşileşmemi sâkin musikilerle dizginlemeliyim. İbo’ydu, Latif’ti, Kahtalı Mıçı’ydı, halaydı, davuldu, zurna soloydu, coştum iyicene! Gerçi Cumartesi günleri saçmalıklara bayılır. Turşu yedikten sonra sütlaç yenen bir gündür bugün. O yüzden birazdan bir müzikal izleyip öyle yatayım diyorum. Bayılırım Gaynor’a. 

İzle>>>

Mitzi Gaynor in Anthing Goes

NOT:Neyse canım, her seferinde veletlere örnek oliiim, sanat/edebiyat postu yaziiiim olmaz. Bu da bööle gelişine bi post oldu. Taslaklamadan. Ortaya karışık :) Yarın Isparta gülleri gibi uyanıcam. Aklıma hiç kötü şeyler getirmicem. Aklıma hep Güneri Civaoğlu’nun ‘La isla bonita’ eşliğindeki dansını getiricem. 

13 Şubat 2021 Cumartesi

BİR NEFES GİBİ

Geçtiğimiz yaz, yasaklar hafifleyip AVM’ler açıldığında yaptığım ilk şeylerden biri D&R’a gitmek olmuştu. Çok özlemiştim orda vakit geçirmeyi. 

Pandemiden önceki son ziyaretimde, hizmet sektöründe çalıştığından bihaber, ilgisiz, kaba saba bir satış görevlisiyle çok ciddi bir sözlü tartışmaya girdiğim, hatta hızımı alamayıp olayı mağaza müdürüne taşıdığım ve resmen ‘çıngar’ çıkardığım için çok iyi tanıyorlardı artık beni. Tüm personelin hatıralarında hâlâ capcanlıydım. Elbette ki böyle hatırlanmayı tercih etmezdim ama haklıydım. Bunu onlar da biliyorlardı. O yüzden bu ziyaretimde hizmette kusur etmediler. 

Neden böyle oluyor ya blog? Bizim insanımız neden nezâketten anlamıyor? Neden istediğimizi elde etmek için illâ da gürültü çıkarmamız gerekiyor? Neden zaten hakkımız olanı alabilmek için sesimizi yükseltmek, hatta bazen ‘cazgırlaşmak’ zorunda kalıyoruz? Tabi ki bu, o mağazanın ve mağaza çalışanının bulunduğu şehir ve o şehrin insan profiliyle de doğrudan ilgili bir durum. Bu nedenle ne kadar kurumsal bir mağazadan bahsediyor da olsak, misyonu vizyonu deniz seviyesinde olabiliyor.

Haftalık rutin ziyaretlerim epeyce bir aksadığı için, balya balya kitap alıp çıkmıştım o gün. ‘Yeni Çıkanlar’ standı her zaman favorim olmuştur. O kitap balyalarının içinde, Bir Nefes Gibi de varmış meğerse, unutmuş gitmişim... Okumak tâ aylaaar sonra, yani ancak şimdi kısmet oldu. Tıpkı adı gibi, bir nefeste de bitiverdi.

...bir hayata sığmayan aşklar vardır, bir de bir gecede alevlenip tükenenler. Birinin diğerinden daha üstün olduğunu söylemiyorum ama acı çekmek istemiyorsan miadın ne zaman dolduğunu bilmen gerekir...

Ferzan Özpetek sevdiğim bir yönetmen, lisans yıllarındaki İtalyanca dersleriyle de çok ilgili elbette bu ve daha başka türlü türlü şey. Tüm filmlerini severek izledim, hatta bazılarını birkaç kez. En son Napoli’nin Sırrı’nı izlemiştim. 

...vazgeçilemeyen bir gülüş ve asla sizinle asla ortak olamayacak bir hayat...

Özpetek, bir süredir roman da yazıyor. İstanbul Kırmızısı ve Sen Benim Hayatımsın önceki romanlarıydı. İstanbul Kırmızısı’nı hatta daha sonra film olarak da çekti. Avrupa sinemasıyla ilgileneniniz varsa hatırlayacaktır. 

....seni seviyorum ve bunun bu kadar oluşu beni kırıyor...

Bir Nefes Gibi adlı bu son romanının da akıbeti büyük ihtimâlle öyle olacaktır sanıyorum, isâbet de olur. Çünkü romanı kitap gibi değil, bir Ferzan Özpetek filmi izler gibi okudum. Adam sinema diline hâkim olduğu için, romanın kurgusu ve anlatımı o kadar da kuvvetli değil, hatta belki yer yer vasat - ki çok doğal böyle olması. 

...sen hep yastığımın altında saklamam gereken bir düş olarak kalacaksın... 

Herhangi biri gönderse, Can Yayınları tarafından muhtemelen cevap bile verilmeyecek bir kitap dosyası olarak kalacakken, Ferzan Özpetek yazmış olunca basılmış bir roman bu. Neyse, daha fazla gömmeyim adamı, ne de olsa çaylak yazarın tekiyim. Özünde ben sevdim, adamı sevdiğim için. 

...gerçek aşkı bulmak, hayatta insanın başına ancak bir kez gelebilecek bir şans. Ve ilk başta büyük bir lütuf gibi görünse de, aslında tersine çevrilmesi zor bir laneti de beraberinde getirir... özellikle de bizimki gibi ‘yasak’sa.

Esasında çok klişe bir hikâye; 2 kadın 1 adam. Yasak bir aşk. Ancak kadınların öz kardeş olması, olayı ayrı bir boyuta taşıyor. Bir nevi, gerçek hayatta Neşe- Gülden Karaböcek kardeşlerin kaderini paylaşan, yakışıklı enişteyi bölüşemeyen iki kız kardeş; Roma’da kalan eş/abla Adele’ in ve İstanbul’a kaçan baldız/kardeş Elsa’nın birbirlerine çok bağlı oldukları halde, aşk yüzünden nasıl kopup, ayrı hayatlara savrulduğunu öğreniyoruz roman boyunca, iki kardeşin gözünden, eş zamanlı ama ayrı ayrı. Tam 50 yıl süren bir hasretlik. 

...aşk asil ve saf bir duygu olabilir, tutkuyu doya doya yaşamak içinse ruhunu kirletmen gerekir. Boğazına kadar çamura batmalı, günahın zevkine varmalı, yasakları delmeye cüret etmelisin. Hatta yeri geldiğinde ihanet etmekten de korkmamalısın... 

Yasak aşk; 3. sayfa haberlerinin baş tacı, tarih boyunca  aristokrasinin sarayları ile gecekondu mahallerini aynı şiddetle sallayabilmiş, legalize tüm aşklardan çok daha parça tesirli, içte daha bir infilâk edebilen bir aşk türü. Statüleri, rütbeleri, aile bağlarını, sadâkat yeminlerini, evlilik akitlerini, gelmişi, geçmişi ve geleceği, sadece saygıyı değil, özsaygıyı da bozuk para gibi harcayabilen bir tutku.  

...seni yanımda hissetmemin tek yolu bu. Her seferinde bu son diyorum, ama sonradan belki bir yanıt gelir umudu ağır basıyor...

Dizilerde/filmlerde ya da romanlarda gördüğümüzde, belki duygulanıp ağlıyoruz. Magazin sayfalarında görünce genelde aşağılayıp, ayıplıyoruz. Kendi çevremizde gördüğümüz zaman ise lânetleyip, en sert tepkiyi gösteriyoruz. 

...kimbilir, farkında olmadan, hayatımız boyunca ne fırsatlar kaçırdık...

Bizim coğrafyada yaşandığında, sonu nerdeyse her defasında ölüm. Çünkü toplumun değer yargılarına uymuyor. Anarşist. Pişmanlıkla hazzın dansı. Günah ve ayıp. 

...hayat bir nefes gibi akıp gidiyor. Ve geride yalnızca, isteyip de yapamadıklarımızın özlemiyle, bizi biz yapan tüm yaşanmışlıkların farkındalığı kalıyor. Suçlarımızın tutsağı olup, birbirimizi tüketmeye devam etsek de...

Herkes kendi meşrebine göre bir şey söylese ve çoğu da hamasi duygular barındırsa da, aşka karşı yiğitlik olmuyor. Sokakta yürürken başınıza saksı düşmesi gibi bir şey. Bazen tâlihsiz de olabiliyor, yasak aşk gibi. Kuralı ya da önlemi yok. Herkesin başına gelebilecek zor bir sınav. Felâket. Kıyâmet. Her şeyde olduğu gibi, bu konuda da büyük konuşmamak gerekiyor sanki. Gün gelir, ne kavgada ustalığınız ne de çatal yürek civan oluşunuz kâr etmeyebilir. 

...kimse sınanmadığı günâhın masumu değildir...

Roman da özünde aslında bunu anlatmak istiyor. 

...bizi bir araya getiren kader, şimdi bizi ayırıyor ve yapacak bir şeyimiz yok. Kim bilir, belki bir gün görüşürüz. Ve geçmişten söz ederiz. 

Bizim aşkımız sonsuza dek yaşayacak, çünkü hep yarım kalacak. İmkânsız aşklar asla bitmez...

Bu yazıya özel bir şarkı yok sandıysan>>> yanıldın ey yolcu: 

Neffa-Passione




10 Şubat 2021 Çarşamba

TEKTAŞ SAVAŞLARI

Yaklaşmakta olan Mânitalar Günü sebebiylen, hemen her yerde; tv reklâmlarından mağaza vitrinlerine, billboardlardan tut da, gazete ve dergilere kadar, tektaş pompamasyondan kurtuluş yok. 

Ben de kadın&tektaş&ihtiras üçlemesine, ilk kez  bir zaman önce, bir arkadaşım sayesinde şâhit olmuştum. ‘Herkeste var, sadece benim yok’ diye ağlayan bir kadındı bu. Cidden, şaka yapmıyorum. Aylardır kocasının ümüğüne çökmüş, baskı yapıyordu bu konuda. Adam, ‘Durumum yok, alamam’ demesine rağmen her gün bu konuya odaklanan bir hemcinsimdi. ‘Bana değer vermiyor, verse alırdı’ demesiyle yıkılmıştım! Aynı oksijeni soluduğumuz için yıkılmıştım! O güne kadar iyi kötü bi geçmişimiz, az çok bi muhabbetimiz olduğu için yıkılmıştım. Aşk ve tektaş arasında bir bağ kurmak kadar büyük bir aciziyet olur mu? Yanımda bu nedenle ağladığı için ondan bir anda 40 bin fersâh soğuyuvermiştim. Karşımda uzun uzun bi sarraf edasıyla karat hesapları yapmıştı, kimde kaç karat var dökümünü önüme sermişti. Amanıııın! O anda, orda bi devekuşu gibi kafamı kuma gömmek istemiştim. 

Bir kalbe girmek öyle kolay değil, blog. Aşk o yüzden çok kıymetli. Hadi bir şekilde girdik diyelim, o kalpte kalmak çok ama çok zahmetli. Aşk meşâkkâtli. O kadar çok sayıda ve çeşitte değişken var ki aşkı sürdürebilmek için! Ama bunun içinde inan tektaş yok. İnsan kendi değerini, yüreğinin değerini 15 taksitle alınan tektaş ile ölçer biçer mi? Aşka böyle bi bedel ödetilir mi? Aşk bu denli sıradanlaştırılır mı? Bu neyin kafasıdır? 

Herkeste aynı yüzük! Herkesin aynı yerden alabileceği aynı yüzük sana özel aşkı, bilmem neyi nasıl simgeleyebilir? Neyi simgeler ya bu? Tabii ki kadının kadına olan güç gösterisini simgeler! Garibân erkeklerin de bu bağlamda cüzdan niyetine kullanılış hikâyesini simgeler! ‘Allahını seven üstüme tektaş atsın!’ nidalarıyla hırs yapmış kadınlar kolonisini simgeler! Kızılay dağıtmışçasına kadını sıradanlaştıran, tarzsızlaştıran, krolaştıran başka bir takı türü daha var mı şu dünyada? Haaa, var! Tamtur!

Karat miktarıyla statü elde etmek kadın egosunun başka bir kadın egosuna amansız savaşını körüklemekten başka bir şey değil. Tektaş yüzünden aklını yitiren orta dünya dişi ahalisi, bu mücadelede topyekün savaşa girmekten, varsa çocuğunu bile kullanmaktan çekinmez. ‘Babaaa, anneme ne zaman tektaş alcan?’ diyen bi nesil yetişiyor. 

Kadın milletinin kendini geliştirmediği sürece, sanat&edebiyat&hobisi olmaksızın ne kadar tehlikeli bi varlık olabileceğini görebiliyor musun, ey yolcu? 

Hayır, madem o kadar para vermeyi göze alıyorsunuz, bari kişiye özel bi tasarım, bi bişi yaptırın, bi tasarımcıyla anlaşın. Ne biliyim, öyle bi zorlatın, kanırtın. Belki böylece aşkımızın simgesi zamazingosu bi tık daha anlamlı olur. Farklı olmak varken, kendine özel bi tasarımı takmak dururken, neden sürüden biri olmak istiyorsun beybisi? Haaa? 

Sevgili güzel bir detay şüphesiz, lâkin şart değil. Seveniniz bol, çiçek/çikolata alanlarınız çok olsun! 

NOT: Beyler, eeee her nimetin bi külfeti var. Manitâlar Günü size bi şekilde kaçacak, öyle ya da böyle. Bunu bilin. Tektaş aslında bi denge yüzüğüdür. Denge bilekliğinden çok daha önce piyasaya çıkmıştır üstelik. Evliliklere denge getirir. Hatun susar, filan. Karar sizin. 

Ancak sakın ha, açıkgözlülük yapıp, evin zaten ihtiyacı olan bi elektrikli ev aletini Mânitalar Günü münâsebetiynen alıp gelmeyin. Tabi o ütü ya da tost makinası size girsin istemiyorsanız. 

Ey yağız Türk evlâtları! Toplaşın! Bir sır vericem. Bugünden en az zararla yırtmanın yolu, kesinlikle çiçek almaktır. Hem kolay hem ucuz. Mis gibi. Çünkü çiçek almaktan hoşlanmayan kadın yoktur. Üçe beşe, bi zahmet bakmayın. Bari o gün bakmayın! Şık bişi olsun. Bi de hatun kısmısı kulağıyla sever. Güzel üç beş laf ediverin! Ölmezsiniz. Bitti gitti, işte! Hepsi bu! Bakın, sonra üstünüzden dünyalar kadar yükün kalktığını görecek, kuş gibi hafifleyip bana dua edeceksiniz. 

Hadin, gazânız mübarek olaaaaa! 

Sizi musikinin yeşeren filizlerinden mahrum bırakıp, öyle gidecem mi sandınız? Noooooo! 

O zaman dinle >>>>>>

The Beatles-



6 Şubat 2021 Cumartesi

CHEESECAKE NEYLİ?

Aynı günde 2 post haa, deme blog. Bu bi ilk! Bu ara sadece sana takılıyorum, ondan. Valla bak. Ne Twitter ne Instagram! Senin getir götürünü yapar anca onlar. Hiçbiriyle aldatmıyorum bak seni. Üstüne gül koklamıyorum. Takığım sana biloog, anlasana.

2020 biteli baya oldu, ama Spotify 2020’de En Çok Dinlediklerin çalma listesi ile bana tam 90’dan -pardon-hatırasını bırakıp gitmişti. Yıl biterken, giderayak raporluyor Spotify dinlediğin şarkıları, belgelerle bi güzel koyuyo önüne. İnkâr da edemiyorsun! Bi tokat gibi çarpıyor yüzüne! Şlakkkk!!! Nassııı Spotify’mış bu arkadaaaş! Herkes unutuyor, Spotify unutmuyor. Su uyuyor da, Spotify asla uyumuyor. Kime güvenecez biz yaa, bilog? 

Bil bakalım bu listeye 756 kere dinlediğim için 1. sıradan giren şarkı neymiş?! Kaydını tutmuş bi de denyooo! Her şeyin üstesinden gelmemi sağlayan şarkıymış güya. Ambalaj böyle. Hee. 

Evet, dinledim. Ama bir sor, niye dinledim, nasıl dinledim! Diğ mi yaaa, vicdânsıııız! Ahh ahh! Kim kimin üstesinden geldi? Kim kimin defterini dürdü? Orası çok karışık işte. Bunu en iyi sen bilirsin, biğlogg. 

Allaaam! Ayşe Mine yorumuyla çıktı bugün de karşıma. Benimkinden dinlemeyi sevsem de, Ayşe Mine yorumu da dağıttı beni. Hem televizyonu kapatmak istedim, hem de şarkı bitmesin diye sübhânekeler okudum.

Şimdi, arada bi Memlük Devleti kurulacak kadar uzakta olmak... Ha Alaska’da yaşayan bi yabancı, ha Afrika’da yaşayan bi kâbile reisi... aslında yaşananların hiç yaşanmadığı...  iyi/kötü hatırlanabilecek bir hatıranın bile kalmadığı... zamanla gerçekten bana yabancı olan bir...bir aralıktayım. 

Bir Ateşe Attın Beni Alev Alev Yaktın Beni, yüreğimdeki bi başka nâdide klâsiktir. Kâmuran Akkor’un sesi, bu yaşında bile her bünyeyi kahırdan öldürecek derecede güçlü. Bir o kadar da hüzünlü. Alkolü haram kılan ya Râb, Kâmuran’ı yaratmış. Bu da bi imtihân. 

Ah ahhh! Kraliçeee! Kamurân sen söyle, biz ölelim bebeğeem! 

Cimbom kazandı. İbo Şov’da arabesk gecesi var, 70-80’ler nostalji. Bombalıyor. Gecenin bu saatinde koca bi brownie cheesecake gömdüm! Perişânım blog. Hxhsksnsk. 



THE GLORY OF tahin


Artık tatildeyim ya, sürekli bi ‘yiii haaa yiiiiii’ hâlindeyim. Allah sonumu hayreyleye. Bu ara iyicene tahine düştüm. ‘Tahin seni çağırıyooo’ kavimler göçü ateşi mi, nedir laa bu??? Hele ki ceviz ve hamurla yan yana geldiler mi, veryyy bombastik bi hâl alışının hastasıyım. Ezelden beri. 

Yemek ve kadın ilişkisi söz konusu olunca, hatun kısmısı 3’e ayrılır cânım blog; uzmanlar, kotaranlar ve sefiller. Ben, oklavayı hamur açmak için değil de, omurga açmak için kullanan bi hatun kişisi olarak malesef uzmanlar kategorisinden değilim. ‘Bi mantı açiiim’, ‘bi börek açiiim’ olmadı ‘serçe parmaktan hâllice bi yaprak sariiiim’, yok ‘hadi dolma dolduriiim’ hatunu hiç olamadım. O gelenekten gelmiyorum. Ama iyi kötü bi sofra kurabilir, günü kurtarabilirim. Gerektiğinde dumanı üstünde tüten bi çorba, düzgün bi salata, kıvamında bi pilâv ve bi ana yemek çıkarabilecek teorik zeminim ve el becerim vardır. 

Bir kaç tane, gerçekten güzel yapabildiğim spesiyallerim üzerinden yürüyorum. Naapim?!  Öyle olunca bu hatun taifesi içinde, sanırım kotaranlar ile sefiller arasında bi yerdeyim. Aç kalmam, aç da koymam evelallah! Ama bu hamur açma mevzuu başka, bir el yordam lover işi. Benim harcım değil aga. Verecen anne, hala, teyze eline, canına okuyacak! 

O yüzden bu yukardaki görselde gördüğün el ile şekil vermeceli, tahinli çöreği ben yaptım. ‘Dolana ay dolana, dolana yar dolana’ şeklinde konumlanmış yapısı itibarıyla zaten hep çekici olmuştur benim için. Havalı duruyoo bi kere dosta düşmana karşı! Güzel bi ikrâmlık. Sarmal ruh haliyeti sebebiylen, içten dışa doğru yumuşaklığı artan, yedikçe güzelleşen bi çörek ayrıcana! 

Yeni bi târif daha edindim ama bi uzay mekiği inşâası kadar zor geldi bu sabah okuyunca. O yüzden, yine hep bildiğim usül ve târifle yaptım. Zaten riske de atamazdım çünkü başına geçerken asıl motivim uzmanlar kategorisinden karşı komşumun içli köfte tabağını boynu bükük geri göndermemekti. Üstümde baskı oluşturuyordu kaç gündür. Yemesi güzeldi ama o uzman tabağı yükünün altında ezildikçe ezildim valla, blog. Öle bööle diil. Ahh buuuu banaaa ağıııır geleeen yükleeer yok mu, Sago Reyiz. Beni en iyi sen anlarsın.

Tahin, hamur ve ceviz mutfaklardan ırak olmaya! 

3 Şubat 2021 Çarşamba

2 AY*

Hepi topu 2 ay. 

2 ay ama 22 yıl gibi. 

Tank çarpmış, kamyon çarpmış, zeplin çarpmış, katamaran  çarpmış. 

Yooooo yoooooo...

Saatte 78495859 bin hızla yaklaşan bir ufo çarpmış gibi. 

Uzun namlulu kalbim ve bedenim bile bu hıza karşı beyaz bayrak sallamış! 

Teslim teslim teslim! 

2 ay. 

2 ay ama 222 yıl gibi. 

Bazen yere göğe sığmadım. Bazen bitik, yerlerde süründüm. Yeri geldi, düz duvarlara tırmandım. Uçtuğum da oldu. Perdenin arkasına saklandığım da. Bazen dışardan gelen insan seslerini, bazen kendimi, en çok da şarkıları dinledim. En son sırt üstü düşerken ayaklarımı izledim. Üç kulvalla bir elhâm. Elimden ötesi gelmedi. 

2 ay.

2222 yıl gibi. Bilim kurgu filmleri bile daha inandırıcı geliyor artık istek kipli romantik cümlelerden. 

2 ay. 

22222 yıl gibi

Şimdi yeni bir dönem ödevi verecek hayat bana. Yeni bir dönem ödevi kapağı. Adımı ilk defa öğreniyormuş gibi yazacağım o kapağa. 

Tam 2 yıl sonra. 

Yaa şimdi The Cranberries- When You’re Gone iyi gitmez mi? Ha, söyle blog, iyi gitmez mi? Ah bu şarkıların gözü kör olsun. Yok lan, olmasın :)